Yaşanan Neydi?
Zeytin renkli gözlerini, ayaklarına vuran dalgaların geldiği ufka doğru dikti.
Akşam, henüz denize inmemişti.
Güneş, denize kırmızı yansıyordu.
Ayaklarına vuruyordu su, aklında “o” vardı.
Dimağı onunla doluyken, ruhu sancı çekiyordu.
Ne düşünüyordu şimdi?
Ne hissediyordu ardından?
Kısık gözleri, içindeki acıyı dışarı kusuyordu.
Bulanan ruhun istifrasıydı bakışları.
“Neden” bittiğini düşünmüyordu artık!
“Ne” yaşadığını düşünüyordu, nasıl bir ilişkiydi bu?
Bir ilişkinin nasıl yaşandığını, o ilişkide neler olduğunu ilişkiyi yaşarken bilemezdi kişi.
Bittiğinde bilebilirdi ancak, fark edebilirdi.
Bir ilişkinin “iki taraflı yaşanmış” bir yaşanmışlık olduğunun göstergeleri vardı.
Bittiğinde, pişmanlıklar ve eksiklikler yaşanıyordu pek çok ilişkide.
Nedendi?
Pişman olanlara, “neden yaşandı ki bu ilişki” dedirtiyordu yaşananlar.
Eksik kalanlar,
Yaşanamayan eksik kalan her şeye özlem duyarak, parçalanarak gidiyorlardı ilişkiden.
İncitenler pişmanlıklara gömülürken, eksilenler sonraki kişilerde tamamlamaya çalışıyorlardı kendilerini.
Bu kez onlar pişman olan taraf olacaklardı!
Sonu olmayan bir akıştı.
Pişmanlıkla ya da eksiklik duygusuyla çıkmışsa kişi, tek başına yaşamıştı ilişkiyi.
Yani o ilişki, bir “ilişki” olmamıştı aslında.
Pişmanlıkla sonlanan ilişkide; karşılıklı yaşanmadığı için, kişi kendi bencilliklerini yaşamış, yaşarken pek de farkına varmamıştı.
Bu yüzden sonlanmış değil miydi?
Kendi bencilliklerinden taviz vermeden, korkularına kaygılarına karşı gelmeden, kendini koruyarak yaşadığı için ilişkide üstün taraf o olmuş, bu yüzden de ilişkiyi yaşayamamış değil miydi?
Kendini korumaya çalışırken unutmuştu bir ilişki yaşadığını.
Karşı tarafta birinin var olduğunu görememişti.
Onun da tıpkı kendisi gibi bir yüreği olduğunu,
Korkularının ve kaygılarının olduğunu unutmuştu.
Bu yüzden bencillik etmiş, sadece kendini düşünmüş, karşı tarafı eksiltmiş değil miydi?
Eksilmiş olan taraf, eksilerek ilişkiyi bitirdiği için kendine güvenini kaybetmiş, değersiz hissetmiş ve sevdiği içinde bir “ukde” olarak kalmıştı
Biri suçluluk duygusu yüzünden “pişmanlık”, diğeri “değersizlik” duygusu yaşıyordu.
Her ilişkide, ilişki “yaşanmamışsa” eğer; taraflar hiç değişmiyordu.
Bir taraf mağlup, diğeri suçluydu.
Suçlu olan pişmanlık hissediyor, pişmanlığı hissetmemek, suçluluk duygusuyla karşılaşmamak için bulduğu binlerce bahanenin ardına sığınıyordu.
Mağlup olan da ilişkiyi kendi için yaşıyordu.
Karşılık görmediği halde onca “bağlanmak” nedendi?
Değer görmediği halde o kadar “yüceltmek” nedendi?
Önemsenmediği halde o kadar “sevmek” nedendi?
O da kendisi için vermemiş miydi onca şeyi?
Gerçekten yaşanmış bir ilişkinin ardından hissedilecek duygu,
Ne pişmanlık, ne suçluluk, ne eksiklik, ne değersizlik ne de içte kalmış ukdeydi.
İki kişilik yaşanmış, iki kişinin karşılıklı yaşadığı ilişkinin ardında kalan tek duygu vardı:
Üzüntü!
Sadece üzüntü.
Onunla paylaşılan her şeyin bir daha yaşanamayacak olmasına dair üzüntü.
Pişmanlık, içte kalmış ukde, ele geçirilememiş sevgilinin can yakışı değil,
Sadece üzüntü…
Bir daha olamayacak olduğu için,
Yaşanan o güzel anıların yeniden var olamayacak olmasına dair üzüntü.
İşte, bir ilişkinin karşılıklı yaşandığının göstergesi buydu.
Bu yüzden bir ilişkinin ilişki olup olmadığını ancak bittiğinde anlıyordu insan.
Hissettiği duyguda anlıyordu…
Aklının yüreğine battığı gibi batmıştı ayakları kuma…
Soğuk deniz suyu dalda dalga vuruyordu ayak bileklerine.
Şimdi ne hissediyordu biten bir ilişkinin ardından.
“Ya sen” dedi,
“Sen ne hissediyorsun?”
Pişman mısın yaşadıklarına, eksik misin canın yanarken.
Yoksa “yokum” artık diye,
Üzgün müsün?