Yeni Dünyanın Ruh Kanseri: ANXİETY
ANXİETY’DEN KAÇIŞ-3-
insanlık,
eski dünya rutin ve bunaltıcı hayatı içinde “hayatın anlamıyla” kafayı bozmuştu.. felsefe bu zihinsel anaforun sonucu gelişti.. bu dönemin ruhsal görüntüsü: Depresyondu.
Bugünün yani yeni dünyanın ruh kanseri; Anxiety’dir. Eski hayatın durağanlığı depresyona zemin oluştururken, bugünün yaşamının giderek artan hızı anxiety’ye beşiklik etmektedir.. bugün insanlığın başının belada olduğu temel ruhsal sorun, anlamsızlık, hiçlik duyguları değil; KAYGIdır.
***
Anxiety klinik tanı olarak ilk kez,
“Freud” tarafından 1894 de “anxiety nevrozu” olarak kullanıldı.
Onun öncesinde Dr. Beard tarafından psikiyatrik bir tanı olan “nevrastani”nin altında ikincil bir semptom olarak tanımlanıyordu.
Nevrasteni; çabuk yorulma, bedensel ve ruhsal güçsüzlük, baş ve kol ağrıları, ter ve uykusuzluk belirtileri için tanımlanırdı.
Bugün artık bu tanımlama kullanılmıyor.. Nevrasteni bugün, anxiety, somatizayon ve depresyon klinik tanıları altında ayrışmış durumda…
Anxiety’nin ise 8 ayrı alt türü var:
- Yaygın anxiety bozukluğu
- Obsesif kompülsüf bozukluk
- Panik bozukluk
- Fobiler
- Travma sonrası stres bozukluğu
- Sosyal kaygı bozukluğu
- Ayrılık anxietysi
- İlaçlara bağlı olarak ortaya çıkan anxiety
Bu klinik tanıların ayrıntılarına girmeyeceğim, bir kısmı zaten kulağınıza aşinadır.
Bu klinik bozuklukların hepsi temelde “kaygı bozukluğu”dur.
DSM’de (ruhsal bozukluklar tanı kriteri el kitabı) yukarıdaki 8 başlık kendi içinde bir klinik tanı olarak tanımlandığı için, anxiety ayrı bir başlık olarak tanımlanıyor.
***
Benim burada üstünde durduğum ve duracağım,
sadece “anxiety” durumu, yani “kaygı bozukluğu” olacak…
Kişinin yaşadığı ruh durumunun anxiety olduğunu gösteren temel belirtiler şöyledir:
Gündelik yaşam konforunu bozacak şekilde; aşırı endişe, istenmeyen düşünceler ve halsizlik ve nedeni bilinmeyen tehdit algılaması.
Anxiety duygu durumunda kişi kendini tehdit altında hisseder, ancak:
ya tehdit altında hissettiği durumu aşırı bir tehdit olarak algılıyordur
(aşırılık; ne hakkında ne kadar kaygı duyulacağının rasyonel bir zemini olmasıyla ilgili değildir. Neyin kaygı verici bir durum olduğu ve neye ne kadar kaygı duyulacağı sübjektiftir. Buradaki aşırılık; kişinin hissettiği kaygıyla, kaygısının farkında olduğunda ya da bunu ifade ettiğinde ortaya çıkan algılama farkıdır. Anxiety durumunda kişi olaya/duruma olağan tepkisinden daha yoğun bir kaygı tepkisi gösterir. Bunu dışarıya vurduğunda ya da kaygı bilinçsiz bir durumdaysa bunu bilinçli hale getirdiğinde kaygıyı abarttığını düşünür)
ya da tehdidin ne olduğu hakkında bilinçsizdir.
İşte bu nedenle anxiety:
nedeni bilinçsiz ya da aşırı kaygı durumu olarak tanımlanır.
Üstüne basarak yineleyelim, kaygı bozukluğu/anxiety:
- Nedeni bilinçsiz kaygıdır.
- Aşırı kaygıdır.
***
İnsan için kaygı duymak “varoluşsal” bir sorunsaldır.
Kaygı, varlığını sürdürme ihtiyacının/zorunluluğunun/güdülenmesinin bir sonucudur.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran, kaygıyı deneyimleme şeklidir.
İnsan dışındaki varlıklar kendi iç dengesi bozulduğunda kaygı duyar ve bununla ilgili eyleme geçer.
Acıktığında harekete geçer, beslendiğinde dinlenir.. ta ki bir sonraki açlık durumuna kadar.
Bir sonraki açlık durumuna kadar “yiyecek bulabilir miyim” kaygısı gütmez.
“Zaman” ve “sonralık” bilgisi ve bilinci yoktur.
Ancak, insan bilir.
Zamanın farkındadır.
Karnı doysa da bir süre sonra acıkacağının bilincindedir.
Bu bilinç öngörüleri, öngörüler endişeleri, endişeler endişe tolerasyonlarını yaratır.
Varlığımızı sürdürmeye dönük “temel kaygı” anne tarafından üstlenilir.
Ancak varoluşsal kaygımız ortadan kalkmaz, annenin üzerine “transfer” edilir.
Uzantısal olarak, varoluşsal kaygı anneyi kaybetme endişesi olarak yaşantılanır olur.
Böylece varoluşsal kaygı bir “ilişki kaygısına” dönüştürülmüştür.
Bu nedenle,
anneyi kaybetme korkusu, anne tarafından onaylanma ihtiyacı, sevilme ihtiyacı, kardeş kıskançlığı, sevme arzusu, bağlanma ihtiyacı gibi insanın ilişkilere dair temel sorunları varoluşsal kaygının transferiyle ilgilidir.
Her ne kadar annenin varlığı ya da yokluğuna diğerlerine göre daha patolojik tepkiler verenlerimiz olsa da
(yoğun kaygıyla bağlanma, hiç bağlı değilmiş davranma, öfke ve düşmanlık üzerine kurulan ilişkiler, bağımlılık)
bu durum bu kişilerin diğerlerinden “daha kaygılı” olduğunu göstermez.
Yani bazımız daha kaygılı bazımız daha kaygısız değildir!
Patolojik kaygı görüntüsü, kaygının yaşantılanmasıyla ilgilidir, yoğunluğuyla ilgili değil.
Örneğin, panik halde oradan oraya gezindiğini gördüğünüz birisi (panik bozukluk yaşayan biri) ortalama birine göre çok daha kaygılı görünür.
Ancak bu panik görüntüsü (yoğun kaygı yaşanıyor olma görüntüsü) kişinin yoğun bir kaygıya sahip olduğunu göstermez.. bu, kaygı durumunu reddediş, kaygıdan kaçıştır.
Panik görüntüsü, kaygının yoğunluğunu değil kişinin kaygıdan kurtulma çabasını gösterir.
Kalbinizde bir çarpıntı hissettiğinizde ya da tansiyonunuz yükseldiğinde;
sizi endişelendiren bu durum sizin tarafınızdan kaygı olarak süreğen şekilde yaşantılanırken, panik bozukluk yaşayan birisi için bu durum ya da buna dair düşünceler, kaygıdan kurtulma çabası olarak karşılanır/yaşantılanır.. böyle bir durumda ortaya çıkacak “ölüm endişesi” kişi tarafından reddedilir ve kişi bu düşünceleri üstünden atmaya çalışır.
Kaçınma davranışı çoğu zaman “ilk çocukluk” travmalarında edinilen bir deneyimdir .
“Travma” kelimesine bu açıdan bakmamız gerek…
Nasıl ki panik bozukluğu olan birini “bize göre daha çok acı çekiyor, daha çok kaygı yaşıyor” gibi algılıyorsak (yanılsamalı bir şekilde),
travma durumlarını da böyle algılıyoruz.
Örneğin, çocukluk döneminde büyük bir acı yaşamış olduğunu düşündüğümüz kişi için, o acı kişinin içinde hep varmış gibi bir algı oluştururuz. Doğal olarak bir yandan acırız o kişiye. Bu durum o kadar kanıksanır ki bu durumu yaşayanlar da kendilerini böyle algılarlar, kendilerine acırlar.
Küçük yaşta anne babasını kaybetmiş olan kişilere çevrenin bakışı ve aynı zamanda kişinin kendine bakışı da böylesi bir algı yanılmasıdır.
Dışarıdan bakanlar benzer bir durumda kendilerinin hissedeceklerini “varsaydıkları” duyguyu karşı tarafın da hissedeceğini düşünüp projekte ederler. Onun da böyle düşünüp, böyle hissedeceğini düşünürler.
Oysa, kendi başlarına geldiklerinde düşündükleri o duyguyu hissedecekler midir gerçekten?
“Benim annem ölse hayat benim için paramparça olur ve toparlanamam” diye düşünen biri, annesi öldüğünde böyle hisseder mi gerçekten?
Oysa.. bu bir korku düşüncesidir!.. gerçekte ne olacağını ise kişi bilemez.. ayrıca, çoğu zaman olaylara korktuğumuz şekilde ve düzeyde tepki göstermeyiz…
Geriye dönersek:
Kişinin çok kaygılı görünüyor olması onun çok kaygılı olduğunu göstermez, yoğun kaygılı görünen “kaygıyı red” durumudur.. kişilerin travmalarının olması onların başkalarından daha fazla acı verici bir hayatları olduğunu göstermez, farklı tutumlar olaylara verdiğimiz tepki biçimlerindeki farklılıklardır. Olayların zorluk dereceleri değişkendir, daha zor daha kolay baş edilebilir olaylar/durumlar vardır.. ancak insanın acıyı deneyimleme kapasitesi sınırlıdır. Ne kadar travmatik olursa olsun, kişi yaşayabileceğinin üstünde bir durumla karşılaştığında savunma mekanizması geliştirir.
Bu nedenle dışarıdan ne kadar derin bir patoloji görülürse görülsün (psikoz gibi), gerçekte her şey varoluşsal bir kaygıdır ve bunun yönetilmesindeki davranışsal farklılıklardır.. doğal olarak patolojik görünen her tepki biçimi ortalama tepki biçimine dönüştürebilir (tedavi).
İşte bu nedenle temelde sorun, anne sorunu değildir!
Tüm kaygıların temeli varoluş kaygısıdır.
Varoluş kaygısının anne ilişkisiyle tolere edilmesi, varoluşsal kaygının (anxiety) ayrılık anxietysine dönüşmesine neden olur.
ve yine bu nedenle kaygıdan kaçışı çok eski çağlarda öğreniriz!…
BÖLÜM 2
AXİETY’DEN KAÇIŞ YÖNTEMLERİ
Anxiety, hiçliğin, saçmanın içinde anlam bulma çabasıdır.
Ölüme mahkum olan varlığın direnişi, kapkara bir yokluk içinde sönmeye mahkum olsa da ışımaya çalışan mum ışığıdır.
Sebebi konusunda daha pek çok metafor üretilebilir.
Lakin bu metaforlarda değişmeyen;
Anxiety’nin görünenden çok daha derin bir yüzünün, ruhunun varoluşu.. ve bunun bazımızın farkında oluşu, hissediyor oluşu.
***
Her birimizin zihninde arkada çalışan açık bir sekme, arka bir gündemimiz yok mu?
Sürekli bir şeyler düşünüyoruz…
Bu düşüncelerin bazısından rahatsız olup uzaklaşmaya,
bazısını ise özellikle düşünmeye çalışıyoruz.
Düşünmeye çalışıyor oluşumuz da düşünmekten kaçınmaya çalışıyor oluşumuz da aynı sebepten;
Kaygıdan. Kaygıdan kurtulma çabamızdan.
Zihnimizin içinde varoluşumuzun bize dayattığı “Varoluşsal Anxiety”nin yarattığı düşüncelerden, bu düşüncelerin yarattığı kaygıdan kaçınmaya çalışıyoruz. Varoluşumuzun özeti bu.
Gözlemim;
insanlığın çoğunluğunun zihnindeki gündelik rutini; kaygıdan kaçış çabası.
Sürekli “gelecek planı” yapıyor oluşumuz bundan olsa gerek!
Neden yapıyoruz “gelecek planlarını”?
Gerçekleştirdiğimiz her plandan sonra (ilişki bulma, evlenme, çocuk sahibi olma, iş bulma/kurma, statü atlama, ev alma, araba alma vb) neden yenisini yaparken buluyoruz kendimizi?
Ev almak için plan yap!
Plan gerçekleştiğinde araba almak için plan yap!
O gerçekleştiğinde başka bir gelecek planı yap!
Nesnelere ihtiyaç kalmadığında ise kendine odaklan…
Aksesuarlar, çocuk planları vb.
Ama hep bir gelecek planı!
Neden?
Derdimizin planını yaptığımız şey olmadığı ortada, yoksa hemen sonrasında hemen yeni bir planı hayata neden sokalım.
Derdimiz planını yaptığımız şey olsa, plan gerçekleştiğinde zihnin faaliyeti biter, sakinleşir, durağanlaşır.
Ta ki yeni bir ihtiyaç ortaya çıkıncaya kadar zihnin durması gerekir.
Ancak böyle olmuyor.
Plan gerçekleşir gerçekleşmez yeni plan devreye giriyor.
Neden?
Gerçek şu ki;
İhtiyaç duyduğumuz şey, planın kendisi değil “plan yapmak”.
Plan yapmaya / gelecek planına ihtiyaç duyuyoruz.
Yeni planı o kadar hızlı o kadar doğal bir süreçle yapıyoruz ki.
Hepimiz için “hayat bu” demek oluyor.
Böyle davranılmadığında bir sorun olduğunu düşünüyoruz.
“Hayat böyle bir yer” diyoruz.
Oysa, bu öyküde aslolan yoldur!
Peki derdimiz ya da bizi huzursuz eden şey planını yaptığımız şey değil de “plan yapmaya” duyduğumuz ihtiyaçsa;
Biz buna neden “ihtiyaç” hissediyoruz?
İşte bunun nedeni “anxiety’den kaçış”,
Gelecek planı ise anxiety’den kaçınmanın en yaygın davranış biçimidir.
***
“Yavaşlamayarak”, “durmayarak” içimizdeki kaygıdan kaçınmaya çalışıyoruz.
Yavaşlamak ya da durmak zorunda kaldığımızda ortaya çıkan kaygıdan kaçınmak için,
içki içer, sigara yakar, uyur, psikotroplara sığınır,
panik atak yaşar, birine bağlanır, bir gelecek planı yaratıp orada huzura ereceğimizi düşleyerek kaygımızı dindirmeye çalışırız.
Anxiety kabul edilmiş şekilde(kaçınılmadan) yaşantılandığındaysa şu belirtiler ortaya çıkar;
Göğüs kafesinde boşluk hissi,
içte dalgalanma,
kaygı yoğunlaştığında ortaya çıkan ağlama hissi,
çarpıntı,
uyuşma,
güçsüzlük hissidir.
“Anxiety’den kaçınma”, yukarıdaki bu duygulardan, bu duyguları hissetmekten kaçınma halidir.
Kaçınma, bu duyguya yaşantılamaya karşı “korku” geliştirme durumudur.
Korku; kaygının metabolizmada, zihinde, ruhta yarattığı acıdan kaçınma davranışıdır.
Kaçınmanın bilinçsizliğinin nedeni, bu tepki biçiminin çocukluk döneminde ortaya çıkmasındandır.
Çocukluk travmaları, kaçınma davranışlarını ortaya çıkartan korkuların zeminidir.
Çocuk kaldıramayacağı bir kaygıyla karşılaştığında acı çekmeye yani strese karşı bir savunma geliştirir. Kişi büyüdüğünde de bu davranış aynıyla sürdürür.
“Anxiety’den/varoluşsal kaygıdan” kaçınmak için geliştirdiğimiz belli başlı yöntemler üzerinde duralım
Hissizleşme
Haz saplantısı
Nevroz
Bağlanma arayışı
Kendini yüceltme
Arzudan çekiliş
Dürtüsel kaçınma
Öfke
HİSSİZLEŞME
Hissizleşme, kişinin yaşadığı acıya karşı duyarsız kalma çabasıdır.
Kendinizi kötü hissettiğinizde “böyle hissetmek istemiyorum dediğiniz olmuştur.
Bu tutum yasın ilk evresi olan inkar davranışıdır.
Acının reddidir.
Kişi bu retle “Ben bu duyguyu istemiyorum. Acı çekmek istemiyorum” demektedir.
Alkol ve uyuşturucu bu sözlerin davranışla söylenmesidir; bu davranışlarda hedef, hissizleşme, küntleşmedir.
Anxiety’nin belirtilerinden biri olan boşluk hissinin verdiği zorlanmadan kaçınmak içinse sıklıkla sigara içmeye ve karnın doldurulmasına yönelinir.
HAZZA YÖNELME
Bu yöntemle kişi acıdan/kaygıdan uzaklaşabilmek için haz duyacağı davranışlara yönelir.
Kendini mutlu hissedeceği aktivitelere, ilişkilere, eğlence hayatına, tatlıya/şekere vb davranışlara yönelir…
NEVROZ
Nevrotik durum, sıklıkla kaygının “başka bir kaygı bozukluğuna” dönüşmesiyle ortaya çıkar. Örneğin, ayrılıkla ilgili yoğun arzu duyan ya da bağlanma korkusundan dolayı ilişki dışına çıkma isteği duyan birinin fobik enxieyt geliştirmesi…
fobik anxiety böyle bir durumda yalnız kalmaya korku geliştirme ya da ayrılmak istenilen kişinin yokluğu durumuna korku geliştirmek olarak ortaya çıkar..
obsesyonların ortaya çıkışı ya da obsesyonların artışı, somatik yakınmaların ortaya çıkışı, conversif sorunların yaşantılanması da anxiety’den kaçınma davranışları olarak meydana gelebilir..
Bu durum çok daha patolojik düzeyde bilincin dağılmasına/bölünmesine neden olan
psikotik versiyonlara kadar varabilir.
BAĞLANMA ARAYIŞI
Bazı kişiler yoğun kaygı yaşadıklarında bir “ilişkiye bağlanarak” kaygıdan kurtulmaya çalışırlar.
Yaşadıkları kaygının sebebi yaşadıkları bir ilişki ise ya da ayrılıkla ilgili bir kaygı yaşıyorlarsa başka bir ilişkiye bağlanmaya çalışarak kaygıdan kurtulmaya çalışırlar.
Yaşadığı ilişkide kişinin zorlanmayla baş edememesi, ayrılık girişimlerinde stresle baş edemeyip başka bir ilişki yaşayıp ilişkiden ayrılma planı yapması buna bir örnek sayılabilir.
Benzer bir şekilde kişinin ayrılık sürecine girdiğinde hemen başka bir ilişki arayışına girmesi ve ya nedensiz şekilde kişinin birden fazla ilişkiye ihtiyaç hissedip sürekli yeni ilişki arayışında olması kaygıya karşı bağlanmanın savunma mekanizmalarına örnek gösterilebilir.
YÜCELTME
Kişilerin anxiety’den kaçınmalarının bir başka yolu kendilerini yüceltme eğilimidir. Bu yöntem kişinin öz güvenini artırır, stresi azaltır.
Artmış özgüven duygusu kişinin kaygı duyduğu duruma karşı “endişe verici bir durum yok” mesajını kendine vermesi sağlar.
Ayrıca ortaya çıkardığı öförik duygu durumu nedeniyle dopamin seviyesi artar, kaygı yavaşlar… Bu savunma süreğen bir davranış biçimiyle yani bir kişilik durumu olarak da karşımızda çıkabilir; spor, sanat, bilim, siyaset gibi ya da dönemsel olarak yaşanan kaygıdan uzaklaşma çabası olarak kendini gösterebilir; kadınların temizliğe odaklanması, kişisel bakımlarına daha fazla odaklanmaları, erkeklerin iş hayatlarına, arabalarına daha fazla odaklanması, geçici spor faaliyetlerinin ortaya çıkması gibi…
çocuk sahibi olmaya odaklanma, çocukların ihtiyaçlarına aşırı odaklanma, çocuk merkezli hayat modellerinin sebebi budur; varoluşsal anxiety’nin bu davranışlara transfer edilmesidir.
ARZUDAN ÇEKİLİŞ (hayattan çekiliş)
Din ya da din türevi yönelimler… bu yöntemde kişi kaygıdan
kaçınabilmek için hayattan da kaçınır.
Ölüme sığınma.
Baş edilemeyen varoluşun reddedilmesi.
Diğer yöntemlerden farklı olarak burada bilinçli bir yönelim söz konusudur; yani içki,
uyuşturucu, bağlanma arayışı, nevroz, tatlı gibi dürtüsel bir şekilde değil kişinin bunun
bile isteye kendini bu sürece yönlendirmesidir.
ÖFKE
Sıklıkla kullanılan savunma mekanizmalardan biri öfke duygusu ve öfke davranışına yönelinmesidir.
Kaygı insana kendini zayıf, güçsüz, yetersiz, değersiz hissettirirken, öfke güçlü hissettirir.
Özellikle çocukluk döneminde edinilen bu davranışlar, çoğu zaman öfkeli ya da suçlayıcı ebeveyn tutumuna karşı tepki olarak gelişir. Ve yetişkinlikte de uyaran-tepki düzeneğiyle devam eder.
***
Tüm anxiety’lerin temeli ayrılık anxietysi’dir.
Ayrılık anxietysi’nin temeli ise varoluşsal kriz, varoluşsal anexiety’dir.
Çünkü “varoluşsal anxiety” çocuğun anneyle kurduğu ilişkiye transfer edilir.. Böylece varoluşsal anxiety ayrılık anxietysine dönüşmüş olur.
Anxiety’ye karşı geliştirdiğimiz bu tepkilerin pek çoğu bilinçsiz dönemde yaşanan travmalara karşı verilen cevaplardan oluşur.
O zamanlarda işe yarayan olan bu davranışlar, bir süre sonra hayatla uyum sağlanıp bırakılmadığı için hayatı verimsizleştiren bir bataklığa dönüştürür.
Yazımın devamında, bu savunmaların kişisel hayatlarımıza zararlarını ve neden terkedilmesi gerektiğini, anxiety’nin neden kabul edilmesi gerektiği üzerinde duracağım…