İNSANI YİNE İNSAN İYİLEŞTİRİR
ANXİETY’DEN KAÇIŞ-2-
Önceki yazımda belirttiğim üzere ben de “kişiler arası ilişkiler” üzerine çalışıyorum,
Sullivan gibi…
Meslekte 28 yıl,
“Kişiler arası ilişkilere” ilgi duyalı ise neredeyse 20 yıl oldu…
Sıklıkla aldığım dönüşlerden biridir,
“Siz ilişki üstüne çalışıyorsunuz ama psikolojik sorunlarla da ilgileniyor musunuz?”
Bazen tebessüm bazen çaresizlik hissiyle karşıladığım bir sorudur bu.
Gerçi çoğu zaman soru gibi de algılamam.
İçinde “kinaye” olan bir aşağılama hissederim bu soruda.
Kişilerarası ilişkilerle uğraşmak “gereksiz”, “önemsiz” bir işmiş gibi!
Bu algıya göre;
ilişki hakkında konuşmak “dedi kodu” etmek, “laflamak” gibi bir eylem, derinliği olmayan bir davranıştır.
Bu algıya göre;
Psikoloji, karmaşık, ortalama birinin anlamadığı bir terminolojiye sahip kelimelerden oluşan, külliyatlı bir şey olmalıdır.
Freud’un ortaya attığı pek çok psikanalitik kavram gibi bir terminolojisi olmalıdır!..
Oysa gittiğiniz hangi terapist, sözü döndürüp dolaştırıp ilişkilerinize getirmez ki?
Sözün özü,
ilişkiler hakkında konuşabilirsiniz ama ilişkiyi “nevrozu” açıklayan bir teori olarak kullanamazsınız,
çünkü ilişki de ilişkiler hakkında konuşmak da boş bir iştir!
Sullivan yıllar önce bu düşünceye meydan okumuştu.
Kendi teorisini “kişilerarası ilişkiler” üzerine oturtmuştu.
Bu teori şunu söylüyordu;
İnsanların “nevrotik” ya da “psikotik” hastalıklara yakalanmasının,
bağımlılık, narsizm gibi kişilik bozukluklarının,
insanın kendinde kendine açıklayamadığı ve kendine rağmen sergilediği davranışlarının nedeni;
insanın ötekiyle/diğeriyle kurduğu ilişkidir.
İnsan, diğer insanlarla
yetersiz ya da çatışmalı ilişkiler kurarak bu sorunları ortaya çıkartır.
Yani insanın nedeni anlaşılmayan tüm davranışların nedeni/kökeni;
İnsanın diğer insanlarla kurduğu ilişkilerin yetersiz ya da çatışma içerikli olmasıdır.
Sullivan bu nedenle,
“insanı bağ kurduğu insanlar hasta eder, insanı yine başka insanlar iyileştirir” der.
***
Ben de böyle düşünürüm uzun yıllardır.
Okumalarım, mesleki tecrübelerimin bana öğrettiği bu oldu.
Böyle düşünmem nedeniyle Sullivan’la yolum kesişti.
Bu nedenle yazdığım kitaplar, makaleler hep “kişilerarası ilişkiler” üzerine oldu.
Bu nedenle,
15 yıl önce yazdığım “ilişkilerin psikolojisi” adlı kitabımda
“ilişki insanın her şeyidir, insan ilişkidir” demiştim.
Geçen yıllar bu düşüncemin kökleşmesini sağladı.
Sullivan,
insan davranışların kökeni olarak öne sürdüğü “kişiler arası ilişkilerdeki yetersizliğin ya da çatışmalı ilişkilerin iki temel/önemli sonuç yarattığını,
bu sonuçlarla baş edemeyen insanınsa psikoz, nevroz ve sorunlu davranışlara yöneldiğini,
hastalıklı/anomali davranışlarla bu sonuçlarla baş etmeye çalıştığını belirttir.
Çatışmalı ve yetersiz ilişkilerin kişilerde ortaya çıkardığı iki temel/köken sonuçsa;
Anxiety ve Yalnızlıktır.
İnsan bu ikisiyle baş edemediğinde dağılır ve bütünlüğünü koruyabilmek için “savunma mekanizmaları geliştirir.
Bastırma, yüceltme, yön değiştirme, rasyonel hale getirme gibi bilince yakın savunma mekanizmaları “anxiety” ve “yalnızlık” derinleştiğinde yerini daha patolojik sorunlara bırakır.
Peki,
böyle mi gerçekten?
Harry Stuck Sullivan ne kadar gerçekçi bir yorumda bulunuyor bu düşünceleriyle?
Sırasıyla buradaki temel sorunsalları tartışacağım;
Anxiety, Yalnızlık, Yetersiz ilişki, Çatışma içerikli ilişki…
***
Şimdi size anxiety ve yalnızlık sorunsalından biri olan Anxiety’nin nasıl bir baş edilemez canavara dönüştüğünü ve insanın hayatını nasıl yuttuğunu anlatmaya çalışacağım…
Bu anlatımın adına da
“anxiety’den kaçış” diyeceğim….
2006 yılı yapımı, başrolünü Kurt Rusell’in oynadığı “Poseidon’dan kaçış” adlı bir film vardı,
sinemaya ilgi duyanlar bilir.
Yanılmıyorsam 80’lerde benzeri çekilmişti, çekildiğinde çok ses getirmiş ve 2006’da yeni versiyonu çekildi.
“Batacağı hiç akla gelmeyen bir geminin yolcuları, her şeyden habersiz gündelik rutinlerine, kaygılarına odaklanmışken,
gemi birden 30-40 metrelik dalgalarla batma ihtimaline yakalanır.
Yolcuların kısa bir an önceki hayatları varlık-yokluk mücadelesinin arenasına dönüşür.
Gemi batmanın telaşında, içindeki yolcularsa labirent bir geminin içinde kapana kısılmış halde bir oraya bir buraya kendilerine çıkış bulmaya çalışırlar.
Bu o kadar yoğun bir korku, paniktir ki
az önce ne yaşıyordum ben, şimdi hangi haldeyim sorusunu soracak zaman aralığı bile bulunamaz…
Bir kaçış başlar!
Panik içinde bir kaçış!
Dışına çıkılamayan geminin içinde bir kaçış!”
Anxiety ile olan maceramıza metaforik bir gönderme yapmak istedim…
Kim bilir filmi yapanların bir muradı da buydu belki.
Şimdi gelelim “anxiety’den kaçış” serüvenimize…