GOSTİNG
PATOLOJİK & YETERSİZ BAĞLANMA
Rüyalar, derinlerden gelen mesajlardır. (Dune)
“Ayakkabılarımı çıkartabilir miyim” dedi.
Çıkarttı.
Kahverengi mi kestane mi füme mi halen ne renk olduğunu bilmediğim üçlü koltuğumun ucuna bağdaş kurdu, koltuğun büyükçe sırt minderini kucağına aldı.
“Huzursuz görünüyorsun” dedim.
“Dünden beridir üzgünüm. Önceki gün gördüğüm rüyanın etkisi altındayım. Bugünü bekliyordum konuşmak için” dedi.
“Tamam o zaman konuşalım rüyanı” dedim.
“Rüyamda dedemi gördüm” dedi.
“6 yaşındayken kaybettim dedemi. Rüyamda, onu öldü biliyor muşum. Ama ölmemiş olduğunu gördüm, sarıldım, ağladım. Çok mutluydum. ‘Ben seni öldü zannediyordum’ dedim, sarıldım. Ağlayarak uyandım. Dedemi bugüne kadar hiç görmedim rüyamda” dedi.
“Yakın mıydınız” dedim.
“Evet, severdim. Ama 38 yıl sonra onu rüyamda görmek çok etkiledi beni. Çok özlemişim” dedi.
Durdum…
“3 gün önceki seansımızda hamile olma ihtimalinden bahsetmiştin, nasıl ilerliyor süreç” diye sordum.
“Yok, o konu kapandı” dedi.
“Ne oldu” dedim.
“Regl olacağım birkaç güne, belirtiler başladı” dedi.
“Ne zaman başladı” diye sordum.
“Önceki akşam” dedi.
“Yani rüyayı gördüğün gece” dedim.
Durdu.
Tuhaf, şakın bir yüz ifadesiyle bana baktı.
“Evet” dedi.
“Bu konunun rüyamla ilgisi mi var?”
“Sence?” dedim.
“Sanmam, ne ilgisi olabilir?” dedi.
“Hamilelik durumunu sorduğumdaki konuyu önemsemez tavrın burada bastırdığın bir duygun olduğunu gösteriyor. Hamile kalmak için çaba harcıyorsun ancak aynı çaba duyguların kısmında görünmüyor” dedim.
“Nasıl yani” dedi.
“Şöyle ki” dedim.
“Evliliğinin 15. yılındasın. Hiçbir engel olmadığı halde hamile kalmıyorsun ya da kalamıyorsun.
Uzun zaman istemedin çocuk sahibi olmayı. Son beş yıldır istediğini söylüyorsun. İstiyorsun, ama istiyor gibi değilsin! İstediğini gösteren davranışların var, ama duygun yok.”
“Çünkü emin değilim çocuk sahibi olmayı istediğimden. Sorunlu bir evliliğim var. Eşimle sürekli kavga ediyoruz, tek başıma çocuk büyütmek istemiyorum” dedi.
“Tek başına çocuk büyütmekten endişe edip hamile kalmadığın evliliğinin 15. yılındasın!” dedim.
“Yani” dedi
“Yani” dedim,
“Çocuk sahibi olmak için son 5 yıldır korunmayı bıraktın. Çocuk sahibi olmaya çalışıyorsun ama aynı zamanda evliliğinin sorunlu olduğunu, tek başına çocuk büyütmek istemediğin için duygusal olarak istekli olmadığını söylüyorsun. Davranışınla söylediğin örtüşmüyor” dedim.
“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu.
“Diyorum ki konu evliliğinle ilgili değil, seninle ilgili. Endişe ettiğin şey tek başına çocuk büyütmek değil, bağlanmaktan korkuyor olman. Gördüğün rüya bu yüzden. Hamile kalamamanın yasını başka bir nesnenin üzerine yansıtıp orada yaşantılıyorsun. Neredeyse hatırlamayacak kadar eski bir yası bugüne çıkartmanın anlamı bu, çocuk sahibi olma arzusu çok derinlerine bastırdığın bir duyguydu. Hamile kalma ihtimalinin ortaya çıktığı birkaç gün bu duygunu fark ettin, bu his seni içten içe mutlu etti. Duygunu hatırladın. Ölmüş ama ölmediğini görüyor olmanın anlamı bu.”
Şaşkın şaşkın bakmaya devam etti.
“Çocuk sahibi olmayı istiyorsun ama bunu istediğini açıkça söylemekten kaçınıyorsun. Hayal kuruyor musun çocukla ilgili? Erkek mi kız mı, kime benzer, görüntüsü nasıl olur, kaç yaşındadır vs.. bunları hiç düşünüyor musun?” diye sordum.
“Hayır” dedi.
“Bahsettiğim şey işte bu! İstemiyormuş gibi davranarak istiyorsun. Duygunu kendine açıkça söylemeden deneyimlemeye çalışıyorsun. Bağlanmaktan korktuğun için çocuk sahibi olmadın. Bağlanmaktan korktuğun için evliliğin başında 2 yıl süren vajinusmus sorunu yaşadın, o ilişkiye kendini bırakmadın. Hala bırakmıyorsun, bağlanmaktan korktuğun için mastürbasyon dışında ilişkinde tatmin olamıyorsun” dedim.
“Her şey normal olmasına rağmen hamile kalamayışının nedeni bu, bir yanının buna direnmesi. Bedenin bu dirençle itiyor gebeliği. İstediğin şeyi yine sen engelliyorsun. Böyle düşünüyorum” dedim.
&
İnstagram ağırlıklı yeni dönem ilişkilerinin sorun tanımlayan kavramları içinde en sık kullanılan üçlü:
Love bombing;
Hızlı başlayan, yoğun ilgi ve sevgi bombardımanı olarak tarif ediliyor. Bu tanımlamayla İlişkinin hem duygusal hem iletişimsel olarak normal olmayan, yoğun bir süreç yaşaması kast ediliyor. İnternetin sağladığı olanaklar iki kişi arasındaki iletişimi anormal şekilde hızlandırıyor, yoğunlaştırıyor. Dün hayatında olmayan kişi bugün hayat akışının ortasında yer alıyor. Karşıya odaklanma, tüm gün mesaj trafiği, telefonla iletişim, karşı tarafın online takip, stolklama, saatlerce süren konuşmalar ve iletişimin süratle cinsel içerikli konuşmalara kayması…
Gosting;
Yoğun bir ilgi ve sevgi bombardımanın ardından, ilişkinin enerjisinin hızlıca azalması ve kişinin ortadan kaybolmasını tanımlanıyor bu kavram. Aramalar, mesajlar birden kesiliyor. Karşı taraftan gelen aramalara cevap dönülmüyor. Bir süre sonra belki engellemeyle kişi yok oluyor. Bir gün öncesine kadar 24 saat paylaşımda bulunulan kişi, birden ortadan kayboluyor, yok oluyor. Bu davranışa maruz kalan taraf kendini büyük bir şaşkınlık ve boşluk içinde, duvara çarpmış gibi hissediyor.
Gastlihting;
Yoğun ilgi sevgi bombardımanın ardından meydana gelen kayboluş, bir süre sonra gidenin “her suçlu suç mahalline geri döner” düşüncesine atıfla geride bıraktığını merak etmesiyle sonuçlanıyor. Geride bırakılanın durumu, birden ortaya çıkan beğeniler, bakılan hikayeler, gelen mesajlarla öğrenilmeye çalışılıyor. Kaybolmuş olan birden ortaya çıkıyor. Her şey allak bullak oluyor. Diğer tarafta haz, öfke, kuşku, güvensizlik arasına sıkışmış bir ruh haliyle karşılanıyor gastlihting durumu.
&
Freud;
“aşkın anneden ayrılmadan önceki ‘bir olma’ evresinin kişi tarafından yeniden deneyimlenme arzusu” olduğunu düşünür.
Bağlanma ihtiyacının ve güdülenmesinin altında, bu “arzu” söz konusudur.
Bu nedenle aşık olduğumuzda, anneyle ayrışma dönemindeki bağlanma biçimlerini, zorlanmaları tekrar ettiğimizi düşünür.
Freud’un yakın arkadaşlarından Psikanlist Otto Rank da buna yakın bir görüş dile getirir;
Ona göre insanın ilk evi anne karnıdır. Doğmamış çocuk anneyle bütündür, anne karnı onun ilk yaşamıdır. Rank’a göre çocuğun oradan ayrılması, onun ölmesidir.
Ona göre doğum bir yaşam korkusudur ve aşk (bağlanma arayışı) anne karnındaki yaşama dönme arzusudur.
Bu iki düşünceyi “interpersonal teory” adı altında bir “nevroz teorisine” dönüştürür Amerikalı Psikiyatr Harry Stuck Sullivan.
Meşhur sözüyle teorinin çatısını şu cümleyle kurar:
“İnsanı hasta eden insanlardır, onu tedavi edecek olanlar da yine insanlardır.”
&
“Bağ kurmak” duyguyla değil davranışla mümkün olur.
Çünkü bağ bir duygu değildir.
Bağ, davranışlarla yaratılan bir ilişkidir.
Kaygılandığınızda birine bu ifade edebilmek için o kişiyi tanımanız, onunla bu süreçleri deneyimlemeniz gerekir.
Bunları deneyimlemeniz gerekir ki ona kendinizi anlatıp anlatamayacağınızı bilesiniz.
İçinizde güven oluşsun ve zamanla kaygı duyduğunuzda aklınıza o gelsin. Aklınıza gelmesi size kendinizi güvende hissettirsin.
Aklınıza geldiğinde “beni anlar mı, yargılar mı, umursar mı” diye kaygı duymadan zihniniz telefonunuzdaki ilk kişi sekmesinde olduğu gibi onu çaldırsın.
Cinsellikle ilgili dürtünüz yükseldiğinde aklınıza gelen ilk o olsun.
Yardıma ihtiyaç duyduğunuzda aklınıza gelen ilk o olsun.
Liste uzar gider…
İşte biz bağı bu ihtiyaçlarımız için kuruyoruz.
İşte tam burada bağ kurma konusunda yukarıda örnek verdiğim iki “sorun” öne çıkıyor;
- Patolojik bağlanma,
- Yetersiz bağlanma.
Patalojik bağlanmada (şema terapinin kavramlarıyla kaçıngan, kaygılı, düzensiz bağlanma) kişilerin bağlanmamasını/bağlanamamasından söz edilmez. Kişi bağlanmıştır. Sorun bağlanmanın patolojik (hastalıklı, anormal) olmasıdır. İşte bu nedenle bağlanma korkusuyla başlayan tüm ilişkiler çarpık bağlanma yaratır. İlk düğmenin yanlış ilişkilenmesiyle ceket giyilmiş olsa da işlevini tam olarak yerine getiremez. Patolojik bağlanmalarda kişi ilişkiden çıkamaz, çünkü kendini bırakıp beklentilerini tüketemez. İlişkiden ya çıkamaz saplanıp kalır ya da başka birine bağlanıp öyle çıkar. Patolojik bağlanma kişi ayırt etmez, Kişi kendisi dahil herkesle ilişkisine bu patolojiyi yansıtır. Bu nedenle bir ilişkideki değişim tüm ilişkilerine dala dalga yayılır.
Yetersiz bağlanmada ise derinleşmeyen, sığ bir bağlanım söz konusudur. Bu durum kişilerin yalıtılmış kişiliklerinden kaynaklanır ya da dışsal etmenler sonucu ortaya çıkar ve yine ya da tükenmemiş, bağ kopmamış önceki ilişkinin sonucu olarak ortaya çıkar. Sosyal medya üstünden yaşantılanan ilişkiler yoğun görünse de bağ açısından yetersiz ilişkilerdir.
Yukarıda rüyasını paylaştığım danışanın bağlanma durumu patolojiktir.. Yaşadığı ilişkiye bağlıdır, ancak bu bağlanma sorunludur. Bu kişi bu ilişkiden ne gidebilir ne de içinde rahat edebilir.
Sosyal medyada love bombing, gosting durumlarıyla kendini gösteren ilişkiler ise yetersiz bağlanımların göstergesidir.. Bu yüzden başlarken de biterken de hızlı gelişir.
Bu kavramlarla tarif edilen ilişkilere nasıl yaklaşmalı?
Bunu eleştirmeli mi yoksa bu çağın ilişki biçimi olarak mı görmeli?
İlişkilerde yaşanan kişisel hazlara odaklanıp, aile kurmak, çocuk sahibi olmak gibi güçlü bağlantılar önemini yitirmeli mi?
İnsanın hayat içinde kendini ifade etme, varoluşsal anlamı için başka erekler mi bulunmalı?
Bu mümkün mü?
Ancak, mesele şu ki eğer bağlanmayı önemsiyorsanız, böyle bir arayışınız varsa sosyal medya bunun için yanlış yerdir.
Burada bağ değil, egosantrik bir ilişki gelişiyor.