ANXİETY’DEN KAÇIŞ -1-
İNTERPERSONAL THEORY
Kişiliğin tam olarak ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu biliyor değiliz.
Ancak bununla ilgili teorilerimiz var.
Her kişilik teorisi kendine göre bir çerçeve oluşturup, insan davranışlarının nasıl oluştuğunu, kişiliğin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışıyor.
Buna ihtiyacımız var,
çünkü nedenini anlamadığımız davranışlarımız var.
Bu davranışlar hem kendimize hem çevremizdekilere zarar verebiliyor,
bizi çaresiz bırakabiliyor.
İşte nedenle insanlığın “psikoloji” denilen davranış bilimiyle ilişkisi “zorunlu” bir ilgidir.
“Nevrozlar” ve “psikozlar” bu zorunluluğun temelidir.
Bir temizlik hastasının,
kontrol obsesyonuna sahip bir nevrotiğin,
deprosyona girip çökkünlük yaşayan bir depresyon hastasının,
nedensiz ağrılar, huzursuzluklar yaşayan insanların,
kendi kendine konuşan, başkalarının görmediği şeyleri gören ya da duyan, gerçeklikten kopuk düşünceler içinde yaşamla bağ kuranların,
yıkıcı bir öfkeyle insanlara yaklaşan ve insanları kendisinden uzaklaştıranların ya da bağımlılığıyla çevresindekilerin kaçınmasına sebep olanların
neden böyle davrandıklarını anlamanız gerek ki bu sorunları çözebilesiniz.
Hepimizde, sorunlu olarak addettiğimiz bu davranışlardan az çok vardır.
Bu davranışların neden ve nasıl ortaya çıktığını anlamak için o kişilerin kişilik yapılarındaki farklılığa, o kişilerin diğer insanlarla kurdukları ilişkiye, bu kişilerin geçmiş öykülerine bakarız.
Kişilik teorileri bu bakışın bir sonucudur.
Psikoloji içindeki pek çok alt disiplin ve teorisyen bu soruya kendince cevap vermeye çalıştı.
Hepinizin kulağına aşina olan fallik dönem, anal dönem, genital dönem gibi kavramlar bu çabanın ürünü olan terminolojilerdir.
Freud, Erikson, Kohlberg, Jung, Adler, Rank ve daha pek çok “kişilik kuramcısı” insan davranışlarını açıklayacak teoriler geliştirmeye çalıştı.
Bugün halen bu teoriler üstüne eklenerek kullanılmaya devam ediyor.
Terapilerimizde bu teorileri halen sorunlu davranışların neden oluştuğunu anlamak ve ortadan kaldırmak için kullanıyoruz.
***
İnsanının hayatı boyunca devam eden psiko-sosyal bir gelişim içinde olduğunu düşünen ve bu evreleri 8 alt başlıkla açıklayan,
geliştirdiği gelişim modeli bugün bile çok ilgi görüp kullanılan Alman kökenli psikanalist Erik Erikson,
Amerikalı bir psikologdu.
Onun akranı ve onunla pek çok kez tartışma imkanını bulan Amerikalı psikiyatri profesörü Hary Stuck Sullivan da bu işe kafa yoranlardan biriydi.
Ama pek dikkat çekmedi Sullivan.
Ya da çekti ama öne çıkarılmak istenmedi…
İstenmedi çünkü söz konusu “eş cinsellik” olduğunda Türkiye’de olduğu gibi dünya da işler değişiyor.
Bir fizik yasası bile bulmuş olsanız, eğer eşcinselseniz kuşkuyla bakılır.
Sullivan eş cinsel miydi değil miydi tartışması yıllarca yapıldı.
Genel kanaat böyle olduğu yönündeydi ve eş cinselliği onun üretimlerinin her zaman “değer” kriteri oldu.
Hem yargılanma korkusu duyulduğu için sahip çıkılmadı onun teorilerine (yoksa sen de mi eşcinselsin!)
hem de kelin ilacı olsa başına sürer deniyordu.
Kendi eşcinselliğine çare bulamamış birisi (yani kendisi hasta olan birisi)
nasıl doğru düzgün bir kişilik terosi ortaya koyabilirdi!?
kuşkusuz şişman bir diyetisyene gösterilen tolereasyon bile gösterilmez,
eşcinsel bir psikolog ya da psikiyatr’a.
Siz gider miydiniz eşcinsel bir psikoterapiste?
Bir de yüz yıl öncesini düşünün!
Bugün bile halen göz ardı edilmesinin nedenidir, Sullivan’ın eşcinselliği.
Sullivan hiç evlenmedi.
Çocuk sahibi olmadı.
Bilinen bir karşı cins flörtü hiç olmadı.
Henüz dokuz on yaşlarındayken kendisinden birkaç yaş büyük bir erkek arkadaşı vardı, hayatı boyunca hep onunla arkadaşlık etti.
Sonraki yıllarda bu iki arkadaş da doktor oldu, ikisi de psikiyatr oldu.
Sullivan arkadaşından farklı olarak akademik kariyer yaptı ve profesör oldu.
27-30 yaşları arasında olduğu bir dönem var ki kapalı kutu!
Nerede olduğu, ne yaptığı bilinmiyor!
Sullivan’ın mesleki hayatı da özel yaşamı gibi çalkantılarla doludur.
Başka bir meslek sahibi olmayı düşlese de ailesinin zorlamasıyla tıp fakültesini okudu.
Uzunca bir süre bunu kabullenemedi, farklı alanlar denedi, olmadı, sonrasında önce psikanalize sonra psikiyatriye ilgi duydu.
İlişkilerindeki karmaşa,
yalnızlığı,
hayatına her zaman kuşku ve yargıyla bakılması onu insanın diğer insanlarla olan ilişkilerine
yani “kişilerarası ilişkilere” odaklanmasına sebep oldu.
“İnterpersonal theory” i böyle yarattı.
Yürüdüğü yol, kendini anlama çabasının onun getirdiği yerdi…
Sullivan’ın dilimize çevrilmiş çok az eseri var.
Bu nedenle onun hakkında tafsilatlı bir bilgiye sahip olmak zor.
Neden böyle olduğunu yukarıda aktarmaya çalıştım.
Ancak geliştirdiği kişilik kuramı (interpersonel theory; kişilerarası ilişkiler) çağdaşlarının kuramlarından aşağı kalır değildi.
Bana sorarsanız interpersonal theory ayakları yere sağlam basan, insan davranışlarını açıklama hususunda tatmin edici derecede açıklayıcı bir yaklaşım sergiliyor.
Sullivan’ın özel hayatı nedeniyle ilgi görmemiş olması, insanlık adına önemli bir kayıp olmuştur.
Ben de “kişilerarası ilişkiler” üstüne çalışıyorum uzun zamandır…
Buradan devam edeceğim…