ÜLTİMATOM!
Ültimatom;
isteklerin yerine getirilmesini sert bir biçimde bildirmek.
***
Fransızcadan çeviri bir kelime olan ültimatom,
daha çok “devletler” arasındaki hukuk için kullanılır.
İçinde savaş tehdidini de barındıran, nota vermektir.
“Kişilerarası” ilişkilerde de kullanılan bir terim artık.
Nişanlılıkta taraflardan birinin ağırdan alan diğer tarafı nikah tarihi konusunda zorlaması,
Evlenmek istemeyen tarafın evlenmek isteyen tarafından “ya ilişki ya nikah” tehdidiyle zorlaması,
Çocuk yapma konusunda,
İşçi işveren ilişkilerinde zam ya da pozisyon taleplerinde ve daha başka gündelik hayatın pek çok yerinde bu dili kullanıyoruz.
“Ya sinemaya gideriz ya da ben gelmem” gibi tonlaması düşük olanlar kapris olarak algılandığı için üstünde durulmaz, ama çıkış noktası aynıdır:
Tehdit edilip, zorlanarak talep edilen davranışın karşı tarafa dayatılması ve zorla yaptırılması.
***
Kadın erkek ilişkilerinde evlenmek isteyen tarafın diğerinin oyalayıcı davranışlarına karşı çözüm olarak getirildiğini sık sık görüyorum.
Peki işe yarıyor mu?
Evlenmek istemeyen taraf, ültimatom aldığında pozisyonunu değiştiriyor mu?
Bununla ilgili istatistik aradım.
Birkaç istatistik gördüm ancak güvenilir bulmadım,
yine de fikir olsun diye belirteyim;
Ültimatomun verildiği ilişkilerde işe yarama istatistiği yüzde 25 civarında.
İş hayatında bu yüzde biraz daha yüksek 30-40 arası.
***
Mesleki olarak benim gözlemim de bu istatistiği doğruluyor.
“Ya evleniriz ya da ayrılırız” ültimatomu sayıca az bir ilişkiyi evliliğe taşıyabilirken,
ilişkinin bitişini ise hızlandırıyor.
İş hayatında ve devletler arasındaki hukukta, çıkar ilişkileri söz konusudur.
Ültimatom, gerçekte çıkar ilişkileri içinde kullanılacak bir yöntemdir.
Çıkarınızı karşı tarafa dayatmanız olağandır.
Oysa kişiler arası ilişkilerde özellikle de bağlanma süreçlerinde ültimatom, ilişkiye zarar verir.
Çünkü ilişkilerin temeli çıkar değil, güven duygusudur.
Bunun sağlanabilmesi için saygı şarttır.
Saygıdan kasıt, karşı tarafın varlığının kabulüdür.
***
“Ya evleniriz ya ilişki biter” ültimatomu, verene de muhatabına da iyi hissettirmez.
Tehdit edilerek gerçekleştirilmiş bir evlilikten memnun olabilir misiniz?
Kendinizi değerli hissedebilir misiniz?
İstediği için değil de zorlandığı için, sevdiği için değil de kaybetmekten korktuğu için rıza gösterilmiş bir evlilik,
kimi memnun eder?
Böyle bir evliliğin temeli, iki taraf için de sorunlu bir bağlanma olacaktır.
Evlilik gerçekleşse bile ültimatomu veren karşısındakinin gerçekten sevdiği için evlendiğinden hiçbir zaman emin olamayacak ve bu nedenle kendini değersiz hissedecektir.
Belki de karşı taraf gerçekten istediği için evlenmiş olacak ama evlilik ültimatomla meydana geldiği için kişi bundan hiçbir zaman emin olamayacaktır.
Ültimatom alarak evliliğe girmiş kişi için de evlilik hep bir mide bulantısı olacaktır.
Her evlilikte olabilecek olağan sorunlar onunun için çok önemli sorunlar gibi algılanacak, büyütülecektir.
Her sorunda evliliğe karşı tarafın zorlamasıyla itildiğini gündeme getirecek, “sen istedin” suçlamasıyla tüm tartışmalarda sorun çözümlerine kendini de ilişkiyi de kapatacaktır.
Muhtemelen evlilik boyunca doğru evliliğin içinde olduğu hususunda hep kuşku duyacak, bunu karşısındakine de hissettirecektir.
Bir karar ya da bir davranış için hazır olmadığınızda ya da korktuğunuzda “zorlanarak” motive olmazsınız.
Kişiyi motive edecek olan şey, alması beklenen kararın ya da sergilenmesi beklenen davranışın meydana getirilmesinin kendisine değerli hissettirmesidir.
Kişi sergileyeceği davranışın bir değerinin, bir öneminin olduğunu hissettiğinde “sağlıklı şekilde motive olur”.
Aksi durum, karın ağrısıdır.
***
Peki ne yapmalı?
Ültimatom vermek sorun çözücü bir davranış değilse;
hem istatistik olarak istenen sonucu yaratma yüzdesi düşük hem de gerçekleşse de tatminsiz bir ilişki biçimi yaratıyorsa
askıda kalmış ilişkilerde evlilikle ilgili beklenti nasıl yönetilmelidir?
Diğer tarafın kabulü gelinceye kadar beklenmeli midir?
Ya hiç gelmezse?
Bunun bir zamanı var mıdır?
Kuşkusuz ilişkiler,
beklentiler ve bunların karşılanmasıyla ilgili umutlar üzerine kuruludur.
Taraflarda birinin evlenmeyi “istememesi” kadar, diğerinin “istemesi” de doğaldır.
Ve bunun bir zamanı da yoktur.
Yani evlilikle ilgili beklentinin konuşulması için ilişkinin geçirmesi gereken bir zaman limiti yoktur;
Kişi daha başlangıçta da bunu isteyebilir, söyleyebilir, yıllar sonra da…
Önemli olan konunun açıkça ifade dilmesi, duyguların, düşüncelerin paylaşılmasıdır.
İlişkiye ön verecek olan budur.
İlişkide genelde evlilik talebinde bulunan istediği şeyle ilgili “mahcubiyet” yaşar.
Sanki bu yanlış bir istekmiş gibi.
Zaman geçmeliymiş ya da oluşması gereken kriterler varsa bu kriterlerin karşılanması gerekiyormuş,
bu olmadığı sürece konu dile gelmemeliymiş gibi düşünür.
Çoğu zaman bu kaygının temelinde “diğer tarafın evlenmeyi istemediği” ve bu konudan rahatsız olacağı düşüncesi/endişesi vardır.
Bu kaygıya ek olarak, evlilik isteğine sahip olmak ve diğer tarafın bu isteğe sahip olmadığını düşünmek kişiye kendini değersiz hissettirir.
Hem karşı tarafın “tepki göstereceği kaygısı” hem de istemeyen birinden talepte bulunuyormuş olmanın yarattığı “değersizlik hissi” kişilerin evlilikle ilgili beklentilerini açıkça konuşmasını engeller.
Karşı tarafın direnci ise çoğu zaman kaygıdır.
Temeli bağlanmaya dair endişedir.
Bağlanma korkusu kendisini; boşanma korkusu, ekonomi, çevre yargısı ve daha pek çok gündelik rutindeki kaygılar olarak gösterir.
Bazen direncin nedeni kişinin karşısındakine hissettiği duyguyu yetersiz bulmasıdır. Ancak bunun da zemini yine bağlanma korkusudur,
ancak kişi bağlanma korkusunu manüple edip, döndürür.
Geçmişte bırakılmış bir eşe, sevgiliye dair tükenmemiş beklentinin şu anki ilişkiye direnç olarak ortaya çıkması
Ya da direnci gösterenin başkaca bir ilişki yaşıyor olması farklı bir psikolojik bir zemine bağlıdır ve kişiye has süreçler içerebilir, analiz edilmesi gerekir.
Taraflardan birinin “tepki görme kaygısı” ve “kendini değersiz hissetmekten kaçınması” nedeniyle evliliği dile dolamaktan kaçınması,
Diğer tarafın “bağlanmayla ilgili korkular” ve “duygu karmaşası” nedeniyle konunun açılmasına mesafeli durması,
iletişimi kilitler.
Evlilik kararıyla ilgili sorunu çözecek olan, kişilerin hissettikleri “duyguları, düşünceleri” açıkça ifade etmeleridir.
Konuşmak sorunu nasıl çözer?
“Kişilerin kararı neyse o değil midir, konuşulsa ne değişir” diye düşünmeyin.
Kişiler evliliğe dair ne hissettiklerini açıkça konuşabildiklerinde,
daha derininde olan duygularını da fark ederler, farkında oldukları duygular ve aynı zamanda kendilerini ifade edebilmiş olmak kaygılarını yatıştırır.
İletişimle talepte bulunanların hissettikleri baskı azalır, değersizlik hissi azalır, geleceğe dair kaygıları yavaşlar. Kendini ifade etmiş olmak tüm bu duygusal sorunları sükûnete erdirir, diğer tarafı anlar, sorunun çoğu zaman kendisiyle ilgili olmadığını fark eder, bu farkındalığın yaratacağı anlayış ilişkiye “sorunları çözmek” için zaman yaratır.
Konuşmak “bir kez” yapılıp bırakılacak bir eylem değildir.
Her iki taraf da konuya dair bir konuşma isteği duymuşsa bu konuşmayı yapmalıdır.
Bu konuşmalar başlangıçta rahatsız edici gibi görünse de iletişim açıldıkça konuşmaların iki tarafa da iyihissettirdiği görülecektir.
Konuşmak sorunu çözmese?
Karşı taraf anlamaya direnç gösteriyorsa, korkularını kaygılarını diğer tarafa dayatıyor ve evlilik konusunun üstünü örtmeye çalışıyorsa, ne yapmalı?
Kişi gerçekten duygularını açmışsa ve bu konuyu konuşmak için içinden artık konuşmak gelmeyinceye kadar konuşmuşsa,
beklentisi tükenir.
Yani artık konuyu konuşmak istemez, içinden gelmez.
Bu durum aynı zamanda kişide diğer tarafa karşı kırgınlık yaratır ve kişinin kendini yalnız hissetmesineneden olur.
İşte iletişimin tıkandığı yerde yapılacak olan, “ilişkiyi kaybetmekten korkup evlilik konusunu kapatmak” değil,
karşı tarafın hissettirdiği kırgınlık ve yalnızlığı ilişkiye yansıtmaktır.
Yani lisan-ı haldir.
Kişi kırgın ve yalnız hissettiği ilişkide “hiçbir şey yokmuş” gibi davranırsa kendini değersiz hisseder, kendine saygısı zedelenir, kendine olan güveni sarsılır.
İşte bu noktada kişiye düşen,
kendine olan “saygısının zedelenmeyeceği”, kendini “değersiz hissetmeyeceği” noktaya kadar ilişkiden geri çekilmektir.
Kişinin sözünün bitip davranışlarının dile dönüşmesi, iletişimin son evresidir!..
Konuşmak yani iletişimi açık tutmak, evliliği gerçekleştirmeye de bilir!
Zaten iletişim kurmak,
sonucun başından belli olmadığını baştan kabul etmek demektir.
“Konuşacağız ama benim dediğim gibi olacak” dendiğinde, ortada olan bir iletişim değildir.
İletişim ilişkideki tüm sorunların çözümünün zeminidir.
Sorunun çözümü asla “ültimatom olamaz”.