Suçluluk Patolojisi
SUÇLULUK PATOLOJİSİ
“İğrenç” bir duygudur!
“Kötü bir şey yapmışsın” gibi hissetirir sana kendini…
Böyle hissettirir, çünkü derinde bir yerde böyle görmüyorsundur sen kendini.
Ama bu düşüncen o kadar derindedir ki, sen bile görmez olursun.
O’nun seni böyle gördüğünün sende yarattığı korkudur; suçluluk hissi.
Bir “üzüntü” değil, “acı” değil!
Yapmaman gereken bir şeyi yapmanın verdiği pişmanlık “bile” değil.
Karşı tarafın bakış açısını senin üstüne yapıştıran ruh halidir!
“Suçlusun” yargısının, içselleştirilmiş halidir.
***
Dün aradı yoldayken…
Annesini bırakıp gidiyor olmanın yarattığı “suçluluk hissini” anlattı.
Annesini incitecek bir şey yaptığını düşünmese de, o “lanet” duygudan kurtaramıyordu kendini.
O lanet duygu, annesini incitecek bir davranış sergilemesinden değil, annesinin onaylamayacağı, rahatsız olacağı bir “şey”i yapıyor olmasındandı.
Bir de gizli yapmak, “suçluluk hissi”ni katmerlemiş, annesini beyninin içindeki bir ur gibi zihnine yapıştırmıştı.
Annesi, sürekli “mırıldanıyordu” beyninin içinde:
“Kötü bir şey yapıyorsun!”
***
“Suçlu hissetmemeli miyiz?” demişti bir başkası.
“Suçlu hissetmezsek, kötü şeyler yaparız!”
“İnsan kendini suçlu hissetmezse, yoldan çıkar, ben bu duygudan kurtulmak istemem” demişti.
“Eğer kendimi suçlu hissetmezsem, başkası da beni kırdığında suçlu hissetmez, hep kırarlar beni, ne hissettiğimi önemsemeden…”
“Suçlu hissetmeli insan kendini, bu insan olmanın gereğidir” diyordu…
***
Suçluluk hissi “yaşamamaktan” korkmak!
Olmalı mı insan yüreğinde, o kavurucu duygu?
***
Dinlerde insan,
Ya doğuştan suçludur ya da suçlu olmak onun kaderidir…
Hayatı, günahkar doğmanın ya da günah işlemek zorunda olmanın kefaretini ödemekle geçer.
“Kötülük insanın doğasında var” diyor, peygamberler…
“Ancak Tanrı, insanın yüreğindeki o kötülüğü alabilir.”
Diyorlar ki,
“Ademin suçu, insanın boynunda asılıdır…”
***
Suçluluk insanın “doğasına” ait bir duygu değildir oysa.
İnsana “öğretilen”, aşılanan, hissetmeye zorlanan bir duygudur.
İnsana “bir başkasının” hissettirdiği bir duygudur.
Kendine ötekinin gözünden bakmanın “sonucudur”.
***
İnsan ötekinden bakar kendine, çünkü ona ihtiyacı vardır.
Ötekine bağımlıdır.
Ötekine olan bağımlılık, ona duyulan ihtiyaç; onun gözleriyle kendine bakmasına neden olur.
O’nun istediği, sevdiği, kabul ettiği, onayladığı gibi biri olma ihtiyacını duyunca insan; Karşısındakinin onaylamadığı biri olmanın yarattığı kaybetme korkusunu, karşısındakinin gözüyle kendine yaftalamayla/yargılamayla yaşar.
Bu yüzden bir duygu değil bir yargıdır, suçluluk hissi.
İnsanın kendini ötekinin gözüyle “yargılamasıdır.”
“Ötekini kaybetme korku”sunun, “toplumsal bir yargıya” transferidir.
Tıpkı, “kendini güvende hissetme” duygusunun toplumsal bir yargıya dönüşerek “kendini değerli hissetme”ye dönüşmesi gibi.
İnsan toplumsal nesne olduğunda;
Güvenlik hissi değere, kaygı/korku hissi suçluluğa dönüşür…
İşte medeniyet denilen şey, budur!..
***
Suçluluk hissinin dereceleri vardır.
Ne kadar derinse/yaygınsa suçluluk hissi, kişi o kadar “inkar” etmiştir, kendini…
***
Fiziksel şiddetin, bağırıp çağırmanın, yalanın, aldatmanın, suçlayıp yargılamanın, hakaret etmenin sonrasında ortaya çıkan suçluluk hissi anlaşılabilirdir, benim için bir şey ifade etmese de…
Anlaşılabilir olmayanlar da var:
Karşısındakinin onaylamayacağı duyguları hissetmekten, seçimlerde bulunmaktan, düşünceler içinde olmaktan dolayı yaşanan suçluluk hissi…
Yaşanan her ilişki krizinde, her gerilimde ortaya çıkan suçluluk hissi…
Başka birinin acısında, mutsuzluğunda ortaya çıkan suçluluk hissi…
Kendi mutluluğundan, kendi hazzından sonra ortaya çıkan suçluluk hissi…
İşte bunlar, kişinin varlığını inkar eden duygulardır.
İş bu raddeye varınca, artık karşımda biri yoktur, öteki vardır, toplum vardır.
Kendini inkar edeni, ben de inkar ederim bu yüzden…
***
Suçluluk hissi derinleştiğinde, kişi duygularını “iyi” ya da “kötü” olarak yargılar, sonra da bu duygular üzerinden kendini yargılar.
Hissetmen gerekenler, hissetmemen gerekenler vardır:
Öfke, korku, endişe, arzu, seks ve daha başkaca hissedilmemesi gereken duygulardır bunlar, hisseden suçludur!
Bir de hissedilmesi gerekenler vardır:
İnsanları sevmek, şefkatli olmak, yardım sever ve cömert olmak, iyi niyetli olmak, nefret etmemek, hissetmiyorsa insan, yine suçludur!..
Bunları hissetmiyorsa, kötü, suçlu, vicdansız biridir!
Kendine neden böyle hissettiğini ya da hissetmediğini soramaz bile, yargılar, anlattığında başkalarının ona yapacağını, o peşin peşin kendine yapar!..
Yargılar, hükümü verir.
Ceza;
Ya bir şey yapmayıp, haftalarca, aylarca, yıllarca süren suçluluk hissi içine hapsolmaktır,
Ya alttan almak, görmezden gelmek, özür dilemek, karşındakini ikna etmenin yolunu aramak, yalvarmak, yakarmaktır.
Ya da suçluluk hissinden kurtaracak bir “arınma” yolu bulmak, kendini ona adamaktır.
***
Peki suçlu hissetmek ne işe yarar?
Neden istemem, beni inciten birinin kendini suçlu hissetmesini?
Çünkü, suçlu hisseden, beni üzdüğü için değil, beni kaybetmekten korktuğu için hisseder o duyguyu…
Ben onun gözünde, duyguları olan, canı yanan, anlaşılması gereken biri değil, sadece ihtiyaç duyulan biriyimdir.
Beni kaybetmekten korktuğunda canımı yakmaktan imtina ederken, kaybetmekten korkmadığında, yine yakar canımı…
Ben o’nun hayatında, sadece “şey”imdir, bu kadar…
Beni incittiğinde suçlu hisseden, beni değil, kendini görüyordur, bu yüzden anlamı yoktur bu duygunun benim için…
***
Ölümün nedeni budur.
Öldürmenin nedeni budur.
İnsanlık ne zaman ki suçluluk duygusundan kurtarır kendini, o zaman durur,
Akan kan…
O zaman insan, “gerçekten” sever…