Hep Biri Daha Fazla mı Sever?
Herkes eşit olsa!
Kimse kimseden daha güzel ya da daha zengin olmasa…
İster misiniz?
Belki bazınız buna “evet” der, lakin buna yığınla insan kalben “evet” demeyecektir.
Zira demedikleri için dünya eşitsiz ve adaletsiz bir yer değil mi zaten!
Rousseau’nun “insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı üzerine” adlı kitabını okuduktan sonra ona bir mektup yazan Voltaire şöyle demişti
“Bizi yeniden hayvan yapmayı istemek için bunca zeka şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı; eserinizi okuyup bitirince insanın içinden dört ayak üzerinde yürümek isteği geliyor”
Voltaire’in bu eleştirisinin bilinçaltında “insanlar arasındaki eşitsizliğin itirazına” bir tepki var.
Yoksa yazımın başında sorduğum sorunun cevabı, Jung’un ortaya attığı “kollektif bilinçlatımızda” mı yatıyor?
Hep birimizin daha fazla seviyor olmasının cevabı mıdır, eşitlikten hazzetmeyişimiz?
***
Taraflardan biri kendini diğerinden üstün, değerli, özel ya da karşısındakini kendinden üstün, değerli özel buluyor olmalı ki biri diğerinin onun sevdiğinden daha fazla seviyor olsun!
Birbirimize söylemediğimiz gerçek bu mu?
Bu düşünceler nedeniyle mi bu duygulara kapılıyoruz?
Kimbilir!
Şimdi,
Bunu kenara bırakıp, çok daha başka bir açıdan ele alacağım “hep birinin daha fazla sevmesi”yle ilgili bahsi.
***
Taraflardan biri her zaman diğerini daha fazla mı sever?
Hayır!
Taraflardan biri diğerini daha çok arzular,
Daha çok İster,
Kaybetmekten daha çok korkar,
Karşısındaki tarafından daha çok sevilmeye ihtiyaç duyar,
Ancak,
diğerini onun kendisini sevdiğinden daha fazla sevemez.
Benim sorguladım yer şurası;
Soru neden “aşık mı/mıyım değil mi/miyim, hoşlanıyor mu/muyum” diye gelmiyor da
“seviyor mu/muyum sevmiyor mu/muyum” diye geliyor?
Sorgulama neden “sevgi” kavramı üzerinden yapılıyor?
Düşüncem odur ki:
Sevgiyle “ilk” karşılaştığımız yer, anneyle kurduğumuz ilişkidir.
Sevgiye dair olumlu olumsuz tüm deneyimler annemizle kurduğumuz ilişkiyle yaratılır.
Temel güvenlik gereksinmelerimiz bu ilişki, bu ilişkiye duyulan bağlılık ve bu bağlılığın yarattığı güven üzerinden karşılanır.
Bu nedenle “sevgi” meselesi bizim için varoluşsal bir konudur.
“Varoluşsal” sorunlarımız bu kavram etrafından şekillenip, tanımlanır.
Bu nedenle “sevgi” kavramı hayatla ilgili zorlanmamızın, sorgulamamızın, çözüm arayışımızın “nesnesi” olur.
Yetişkin olarak sevgi kavramını kullanarak yaptığımız tüm tanımlamalar, algılamalar, kıyaslar, beklentiler hep bu ilişki üzerinden,
anneyle kurulan kompleks ilişki üzerinden yapılır.
Yetişkinin dünyasındaki “sevgi sorunsalı” anneyle çözümlenmemiş kompleks ilişkinin devamıdır.
Açarsam,
Sevgi sorunsalı;
Anneyle Yaşanmışın arayışı, Çatışmanın tekrarı ya da Yokluğunun tolerasyonudur.
İlişkilerinde “sevilip sevilmeme” meselesine “kafayı takanların”,
ilişkiye dair tüm beklentileri ve sorgulamaları bu kavram üzerinden yapanların;
anneyle ilişkilerinde “çözümlenmemiş” sıkıntıları vardır.
Daha da açık konuşayım:
- “Sevildiğimden emin olursam seveceğim”
- “Sevildiğimden emin olursam evleneceğim”
- “Sevildiğimden emin olursam çocuk yapacağım”
- “Sevilmediğimden emin olduğumda ayrılacağım/boşanacağım”
- “Sevdiğimden emin olursam bağlanacağım”
- “Sevdiğimden emin olursam evleneceğim”
- “sevdiğimden emin olursam çocuk yapacağım”
- “Sevmediğimden emin olursam ayrılacağım/boşanacağım”
Bu cümlelerin hiçbirinin gerçekliği yoktur ve saçmadır!
Bu cümleler, bu cümlelere yüklenen anlamlar;
anneyle kurulan/kurulamayan ilişkideki patolojiyi, patolojinin ardındaki anxiety’i gösterir.
Bu cümleler,
anneyle ilişkinin tekrarından, anneyle ilişkideki kaygıların yeniden yeniden yaşantılanmasından başka bir şey değildir.
Çok gerçekmiş, içi çok dolu bir tartışmaymış gibi görünse de boştur!
Terkedilmeyeceğine dair güvence, onun ya da kendisinin duygularının olası değişiminin yaratacağı gerilimleri, ayrılıkları göze alamama;
Bu kaygılardan emin olma ihtiyacı…
Aldatılmayacağından, karşısındakini her durumda yanında bulacağından, destek göreceğinden, her zaman arzulanacağından emin olmayı isteme…
Eminlik!
Bunun saçmalığını görebiliyor musunuz?
Bu arayışın nasıl bir patoloji olduğunu görebiliyor musunuz?
Bu arayışı normal bulanlara diyeceğim şudur;
“Siz annenizi arıyorsunuz.
Kuşkusuz buna soyunmak isteyenler olacaktır, lakin bir sevgiliden anneniz olmasını beklemek hayaldir.
O sizin anneniz değildir, annenizin yerini almaya duyduğu heves, sizden almak istediği başkaca bir hesaplar içindir…”
İşte bu nedenle eşinizle/sevgilinizle ilişkide;
sevildiğinizden daha fazla sevemezsiniz.
Çünkü karşınızdaki anneniz değildir.
Sizi “karşılıksız” ya da sizin onu sevdiğinizden “daha fazla”
sadece “anneniz” sevebilir.
Karşınızdakinin çocuğu olamayacağınıza göre, ondan annenize duyduğunuz güveni, bağlılığı, korumayı, desteği beklemek;
Patoloji yaratacak bir ilişkiye kapı aralamaktır.
Yine bu nedenle ilişkilerde
“hep birinin diğerinden daha fazla sevdiği” düşüncesi temelsizdir.
Sevgiye dair illa bir ölçü koyacaksanız,
Ne kadar seviliyorsanız, ancak o kadar sevebilirsiniz.
Bence,
Bir yetişkin kendini
“seviyor muyum, sevmiyorum”
“seviliyor muyum, sevilmiyor muyum” üstünden sorgulamamalı, bunun üzerinden ilişkilerine bakmamalıdır.
Bence bir yetişkinin ilişkisinde sorması gereken sorular
“Hoşlanıyor muyum,
Heyecan duyuyor muyum,
Anlaşılıyor muyum,
Kendimi yalnız hissediyor muyum,
Kendimi değerli hissediyor muyum,
Arzu duyuyor muyum,
Onunla birlikteyken başka birine ihtiyaç duyuyor muyum,
Onu açık ve dürüst buluyor muyum,
Mutlu muyum”
sorularıdır…
“Sevilip sevilmediğine” ya da “sevip sevmediğine” odaklanmak, boş bir arayıştır.
İnsan zaten sever.
Eğer sevgiyi “deneyimleyemeyecek” kadar derin bir travma yaşamamışsak, severiz.
İlişki kurduğumuz her şeyi severiz.
Bu nedenle ilişkilerde sorun hiçbir zaman sevgi olmaz.
Benim mottom olan cümlede dediğim gibi
“sorun hiçbir zaman sevgi olmadı”
Şu soru sorulabilir
“Kişinin sevgi kavramı üzerinden yaptığı obsesif sorgulama anneyle kurulmuş patolojik ilişkinin çözümlenmemiş tekrarı mıdır,
yoksa kişinin duygularını tanımamasıyla ortaya çıkan bir kavram kargaşası mıdır?”
Soru dikkat çekici ve manidar duruyor.
Bazımız sevgi kavramını “karşı tarafı arzulamak” anlamında kullanıyor.
“Kaybetme korkusunu” sevginin bir göstergesi olarak görenler var.
“Güvenmeyi ve bağlanmayı” sevgi olarak tanımlayanlar,
Sevilmeye karşı duyulan “hazzı” sevgi olarak tanımlayanlar var.
Bazıları “birinin hayatında olmasını, yalnız olmama halini” karşısındakine sevgi olarak tanımlıyor.
Hayatın daha erken dönemlerinde “beğenmek, hoşlanmak” sevgi olarak tanımlanabiliyor…
Bu karmaşa nedeniyle “sevgi” konusundaki sorgulamanın anneyle kurulan patolojinin tekrarı değil de kavram kargaşası olduğu düşünülebilir.
Ben böyle düşünmüyorum!
Neden mi?
Buraya girersem bu yazı bitmez
Görüşmek üzere…