Öfken Ne Zaman Biter, Biliyor musun?
“Kendime kızıyorum. Herşey farklı olabilirdi. Benimle birlikte fakülteden çıkan ve benden daha yetersiz adamlar Amerika’da okudular. Bugün onların mükemmel bir hayatı var, bense bu gerizekalı şehre sıkıştım kaldım! Hergün kendime saydırarak güne başlıyorum”
“Onu hiçbir zaman affetmeyeceğim. Hayatımın içine edip bıraktı. Onun yüzünden yıllardır kimseye güvenemiyorum, kimseye bağlanamıyorum. Yalnızlığa mahkum etti. Nefret ediyorum ondan!”
“Çevremdeki herkes bir şekilde hayatını yoluna koymuşken, ben kaç yaşıma geldim, hala birini bulup evlenemedim. Bir sürü iyi insanla tanıştım. Onun şu’su bunun bu’su eksik deyip, bir kusur bulup gönderdim herkesi yanımdan. Sanki ben mükemmelmişim gibi. Şimdi bir başıma kaldım, başkalarının hayatlarına imrenmekle, neden evlenmiyorsun sorularına sinirlenmekle geçiyor günlerim!”
“Keşke okusaydım. Bırakmasaydım. Şimdi bu rezil işi geçinemediğim üç kuruş için hergün yapmak zorunda kalmazdım. İnsanlar ne iş yapıyorsun diye sorduğunda, utanıp saklamaya çalışmazdım. Hergün çocuklarımın yüzüne baktığımda beni yetersiz bir baba olarak gördüklerini düşünüp, kötü hissetmezdim kendimi!”
Hayata dair mutsuzluk kabullenilmediğinde, ilk açığa çıkan öfke’dir.
Kişi mutsuzluğa neden olan sonuçları yarattığı için
ya kendine öfkelenir, ya da ötekine.
Öteki bazen birisidir bazen ailedir toplumdur bazen kaderi yaratandır.
Öfkeyle birlikte suçlama gelir.
Yakınma, hakaret, sitem, hayıflanma…
Kabullenilmemiş mutsuzluğun yarattığı öfke de bilinç tarafından Kabul edilmezse kişi depresyona girer.
Psikanalizde depresyonun tanımı bu nedenle “bastırılmış öfkedir”.
Duyduğunuzda öfke gibi görünen bu duygu, “gerçek” bir kızgınlık değildir.
Suçlamalar “gerçek” bir suçlama değildir.
Kişinin suçladığı ya da kızdığı şeyi “onaylarsanız”, bir müddet sonra “aksini” söylemeye başladığını görürsünüz
“Haklısın şerefsizin tekiydi!” dediğinizde, size bunu açıkça gösterse de göstermese de söylediğiniz onda “huzursuzluk” yaratır.
Geçmişi geçmişte bırakamamak ve geçmişi bir pişmanlık olarak sırtında taşımak,
sadece geçmişi mutsuz etmekle kalmaz, bugünü de bir lanete çevirir.
İnsan geçmişe dair kendine öfkeliyse de başkasına/başkalarına/başka şeye öfkeliyse de bunu bırakmalıdır.
Lakin “bunu bırak” demek kolaysa da bırakmak kolay değildir.
Kişi kendine öfkeliyse eğer, kişi geçmişte yaparak ya da yapmayarak hayatını mahveden davranışlarıyla yüzleşmekten kaçınır, çünkü o davranışların benzeri ya da içerik olarak benzerleri bugün de devam ediyordur. Kişinin kendine olan öfkesini bırakması için, kendine, kızdığı şeyi neden yaptığını ya da yapmadığını açıklamak zorundadır. Bu açıklama kendi hayatına gerçek anlamda bir ihanet duygusu yaratıp, bir yandan acı verirken, diğer taraftan da kendine kızdığı o davranışlara aslında ne kadar ihtiyaç duyduğunu, bu davranışlara ne kadar bağımlı bağımlı olduğunu, bunların kendisinde önemli bir takım duygusal ihtiyaçları karşıladığını görür ve çaresiz hisseder. Bu davranışları değiştirmenin o kadar da kolay olmadığını ve hatta yıllar boyunca neden bu öfkenin devam edip, bunun neden bitmediğini anlar. Anlamak, farkında olmak değişimi getirir ve değişim sancılıdır.
Başkasına/başkalarına/başka şeylere öfkeliyse eğer, kendi hayatıyla ilgili gerçek anlamda sorumluluk almıyordur. Başına gelen olumsuzlukların nedenlerini kendi dışında görüyordur. Egosunu yetersizlik, değersizlik, başarısızlık duygularından böyle koruyordur. Bu öfkenin neden bitmediğini kendine açıklamak zorundadır. Bunu yaptığında ise ilk ortaya çıkacak olan, kendine olan güvensizlik olur. Yetersizlik, değersizlik hissi kişiliğini allak bullak eder. Kendi olumsuzlukları için başkalarına öfke duymaya, onları suçlamaya neden bu kadar yöneldiğini, bu duyguları neden yıllarca üstünde gezidip hayatını mahvettiğini, buna duyduğu ihtiyacı farkettiğinde anlar. Böyle hissetmeye ve davranmaya çaresizce bağımlı olduğunu farkettiğinde anlar. Değişmenin ne kadar zor olduğunu görür.
Değişmeden geçmişi geçmişte bırakamazsınız, Nokta.