MÜTEKABİLİYET
24 haziran seçimlerinde iddiayı kaybetmiş olmanın faturasını ödemek için mağazaya girdik.
Kot ve tişört alacağız.
Klasik kotlara bakarken, “onun” aslında bu çizginin dışına çıkmak istediğini hissettim.
Dedim ki
“Yaşın genç, şurada yırtık modeler var, bunlardan dene, sen de çok hoş durur!”
Dedi ki
“Yapamam, eğer ben bunlardan alırsam eşim de istediği kıyafetleri giymek ister!”
***
Duygusal ilişkilerde de devletler arası ilişkilerde “sıklıkla” kullanılan mütekabiliyet kavramı sıklıkla karşımıza çıkar.
Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde ilişkilerde uygulanır.
Mütekabiliyet, “karşılıklılık” demektir.
Devletler arası ilişkilerde taraflardan birinin maruz kaldığı bir olumsuzluğa diğerinin de “aynıyla” karşılık verilerek maruz bırakılmasıdır.
Kendisine vize uygulanmışsa karşı tarafa vize uygulamak
ya da
bakanlarımıza yaptırım uygulanmışsa bizim de karşı tarafın bakanlarına yaptırım uygulamamız gibi..
Buradaki temel ilke, “aynıyla/misliyle” karşılık verme ilkesidir.
Flörtte ya da evliliklerde bu ilke karşımıza;
kıyafetten arkadaş ilişkilerine,
sosyal hayatın dizaynından ebeveyn ilişkilerine kadar
kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinin dışında kalan tüm alanlarda kendini gösterir.
Kişi kendisi neyi bekliyorsa onu yapar ve aynısını karşı tarafın yapmasını bekler, kendisi hangi davranıştan zarar görmüşse aynı davranışı sergileyerek zarar vermeye çalışır.
***
Mütekabiliyet eşitlikçi bir ilişkiyi öngörüyor ve olumlu bir durum yaratır gibi algılansa da durum böyle “değildir”.
Ilişkide karşılıklılık ilkesi gereğince şartların dile geitirilmesi ve uygulanması kişiler açısından daha “güvenli” bir ilişki zemini yaratır, kişilerin kaygılarını azaltır, doğru…
Ancak “tanımlılık ilişkisi”yle kendimizi sınırlamak,
ilk olarak “özgürlük hissimizi manüple eder”.
Böyle bir ilişkide “kendinizi güvende hissedersiniz”,
ancak,
özgür hissetmediğiniz için “arzunuzu kaybedersiniz”.
Arzu yoksa, ilişkiye karşı “ilgi” de yoktur.
***
Eşitlikçi gibi görünse de mütekabiliyetin kişilerde aynı yoğunlukta duygusal basınç “oluşturmaz”.
“Ailemle görüşmezsen ben de senin ailenle görüşmem” şartı, eşitlikçi gibi dursa da
herkesin ailesiyle kurduğu bağın derinliği, ailesiyle kurduğu ilişkinin biçimi “farklıdır”.
Sizin ailenizle ilişkiniz, bağınız derin “olabilir”, karşınızdakinin böyle “olmayabilir”.
Duygu yoğunluğu farkı mütekabiliyetin işlevselliğini tartışmaya açar.
Bu açıdan bakıldığında sorun çözücü “değildir!
Aksine sorunun üstünü kapatır, bulanıklaştırır, bu yönüyle derinleştirir.
***
Mütekabiliyet üzerinden oluşan ilişkilerin merkezinde,
iletişim, anlama, anlatma, tanıma, güvenme, bağ geliştirme yoktur; Kişinin o ilişkiyle ilgili hissedilebileceği kaygıların, korkuların tolresyonu yani “kendini güvende hissetme” ihtiyacı vardır.
Karşımızdakine güvene değil,
“kendimizi güvende hissetmeye” odaklı bir ilişki biçimidir.
Öncelik kendimizi güvende hissetme ihtiyacının “kısa yoldan” tercihi olunca
Ilişkinin merkezine iletişim değil, bu ihtiyacı karşılayacak “kurallar” oturur.
Bu ilişkide duyguların paylaşımı “sınırlıdır”, güven oluşturmak için “yetersizdir”.
“Bağ” ve “güven” karşımızdakine değil;
koyduğumuz kurallara, ahlaka, örfe, toplumadır.
***
Mütekabiliyette mağdur “yoktur”.
Ilk sorunu meydana getirenin meydana getirdiği soruna “odaklanılamaz”, sorunun çözümü gündeme “getirilemez”.
Aldatılmaya aldatmayla karşılık verdiğinizde,
ne mağduriyetiniz konuşulabilir ne de bu ilişkinin nasıl bu sorunu yarattığı, bu sorunun nasıl çözüleceği…
Böyle bir durumda mütekabiliyet ilişkiyi kendini tekrar eden
“Öfke-suçluluk” sarmalına yuvarlar.
***
Mütekabiliyette güç eşitliğinin olması gerekir.
Ve hiçbir ilişki “eşit” güce sahip değildir.
ABD’yle mütekabiliyet esasına göre tepki verdik, sonuç?
Aldatılmaya aldatmayla karşılık verdiğinizde hissettiğiniz acıyı karşı tarafa hissettirmiş olur musunuz, sizin kadar acı çeker mi karşı taraf?