MOTOR & KAŞAR
Bu iki kavram kadını yargılamak için ve sıklıkla da yanyana kullanılır.
Üstelik oldukça yaygın bir şekilde.
Ve yine üstelik sadece “erkeklerden kadınlara” yönelik değil,
kadınlar da kendi hemcinsleri için bu tanımlamaları kullanıyorlar.
Bunun bende şaşkınlık yarattığını belirtmeliyim.
Sadece kadınlar ve erkekler kadınlar için değil,
eş cinseller de birbirleri için bu tanımlamaları kullanabiliyorlar.
Altında,
Kendisinin erdemli ve ahlaklı olduğuna dair bir kendini yüceltme arzusu hissediliyor, bu tanımlamada.
Lakin, kendini yüceletmek için kendi cinsini aşağılamak,
istenen yüceltmeyi sağlar mı gerçekten?
***
“Motor” ve “kaşar” kadın tanımı,
kişiden kişiye değişen oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyor.
Bazıları için bu tanım/yargı alanı;
kadının erkekle el sıkışmasına kadar genişleyebiliyor.
Tanımı genişletmek işe yarar bir durum mu?
Kişiye getirisi, sonuçları nedir?
İlişki kurulabilecek kişi sayısını azaltmanın kişiye nasıl bir sonucu olur?
Bu da yapanın sorusu ve sorunu olsun.
***
Peki,
Neden “motor” ve “kaşar” kelimeleri tercih ediliyor?
Motor’un çalışan bir makine, kaşar’ın bir peynir türü olması,
hangi açıdan bir ahlaki yargı için nesne işlevi görüyor?
Neden ağaç, böcek, masa, tahta değil de bu kavramların seçildiği, açık…
Kişileri tanımlamak ya da olayları açıklamak için herkes “metafor” kullanabilir.
Onları “genel kalıp” haline dönüştüren, daha çok insan tarafından kabulünü sağlayan;
metaforla metaforu yapılan şey arasındaki benzerliğin genel algı tarafından kabul edilmesidir.
Edilmiş ki bu kadar sık kullanılıyor,
özellikle 40 yaş altı ergen, genç ve yetişkinler tarafından.
Kabul edilen metafor şu:
kadının bakire olmaması motorun çalışan bir makine olmasıyla,
fazla/sık flört etmesi ise “kaşar”ın pürüssüzlüğüyle ilişkilendiriliyor.
Bu iki kavramın kullanılmasının özünde;
kadının yargılanan durum ya da davranışı nedeniyle,
hem cinsel açıdan hem de ruhi açıdan “aşındığı”, “duyarsızlaştığı” hükmüne varılıyor.
***
Kadınları motor ve kaşar “olanlar” ve “olmayanlar” olarak ayıran kişiler için kadın;
evlenmeyi hak edenler ve etmeyenler olarak ikiye ayrılır.
Etmeyenlerle eğlenilir.
Bir kadının evlenmeyi hak etmesi için, “nasıl” olması yada olmaması gerekir, “ne” yapması ya da yapmaması gerekir sorusunun cevabının cinsellikle ne kadar ilişkili olduğu ortada.
Bu da şu teoriyi destekler;
Bir “şey” (cinsellik) ne kadar dışlanırsa (bastırılırsa) o kadar merkezdedir.
***
Bu yargıların kadın erkek ilişkilerine yoğun bir etkisi var, giderek de artıyor.
Erkekler daha önce ilişkileri olmuş (cinsel ya da duygusal) kadınlar için çevre tarafından böyle bir yargıyla karşılaşmaktan endişe ediyorlar.
Bu endişe kadınla olan ilişkilerine yansıyor;
Güvensizlik, çatışma, öfke…
Daha öncesinde kendisi de bu tanımlamaları kullanıyorsa o kişi açısından durum daha dramatik bir hal alıyor.
Bu tanımlamalar kadınlar açısından da önemli bir “kaygı” alanı.
Bu kavramlarla tanımlanmaktan, böyle algılanmaktan duyulan endişe, kadını erkekle ilişkisinde;
“tutuk”, “iki yüzlü” yapıyor.
Bastırılmış olan bazen “kışkırtılarak” bazen “nevrotik” şekilde geri döner psikanalitik yorumundan hareket edersek,
kadının bu sıkıştırılmışlığından ortaya sadece anomali değil,
her iki cinsi de içeren büyük bir “sorun” çıkıyor.
***
Bu kavramlarla kadın cinselliği bastırılıyor, gün gibi ortada.
Kadının “arzusu” salt erkeğin kendine olan güvensizliği nedeniyle mi bastırılıyor?
Iyi bir sorudur bu.
Bu soruya,
kadının evlilik dışındaki cinsel eylemi yasaklanarak “neslin” ve “aile kurumunun” devamı sağlanıyor cevabı, durumu ne kadar karşılar,
tartışılır…
Tartışılmayacak olan, böyle bir cevabın “zahmetsiz” olduğudur!
***
Görünen o ki;
değişen toplumumuz ve değişen kültürümüz kendi “yargı” kalıplarını, kendi “kavramlarını” üretiyor.
Eskiden “orospu” “fahişe” kavramlarıyla tanımlanan yargı alanı, şimdilerde “motor” ve “kaşar” kavramlarıyla dolduruluyor.
Bir farkla;
Eskiden kullanılan kelimelerle yapılan yargılama alanı çok daha “kısıtlı” bir alanı kapsarken,
bugün kıyafetinden davranışlara, karşı cinsle iletişim tarzından flörte ve hatta kişisel yaşam tarzlarına dair kadar çok “geniş” bir alanı kapsıyor.
Kişisel hayatlarımızın büyük bir alanı cinsellik üzerinden bir ahlaki tanımlamanın nesnesi, hedefi haline gelmiş durumda.
İlk evliliğine bakire olarak “başlamayan” kadın sayısının giderek artıyor olması, durumun gittiği yeri gösteriyor.
Bu durum ahlakı yüceltenler açısından, ahlakı aşındıran tehlikeli bir süreçtir.
***
Bu yazıyı yazarken oldukça rahatsız oldum.
Sanırım okurken siz de rahatsız oldunuz.
Neyse ki bitti.
Yazması beni okuması sizi bu kadar rahatsız etmesine rağmen,
bu kavramların gündelik yaşamımızda yoğun bir şekilde kullanılması hepimizin üstünde düşünmesi gereken bir husus.
Herkese iyi pazarlar…