KUSURA BAĞLANMA
“Aslında” dedi,
“İtiraf gibi olacak ama, onun işsiz oluşundan rahatsız olmadım hiç, aksine memnundum! İşsiz olmasaydı beni istemeyeceğini, başka birini tercihi düşünürdüm. Ben çalışıyordum zaten, onun çalışmasına gerek yoktu.”
Kuşkusuz bu cümleleri söyleyen bir erkek olsaydı farklı bir anlam çıkardı ve dikkate almaya değmezdi.
Ama öyle değil!
Sonuçta, olaylar benzer olsa da algılar değiştiriyor “yargılarımızı” ve “duygularımızı”;
Yaş farkı, erkeğin mi kadının mı büyük olduğuna göre anlam kazanıyor..
Ailede işsiz olanın erkek mi kadın mı olduğuna göre anlam kazanıyor değerlilik durumu..
Çatışmadan korkmak, şişman olmak, kadın mı erkek mi olduğuna göre anlam kazanıyor…
Bu algılar üzerinden kişilerin duygusal durumları üzerine yorumlar yapılıyor.
Kusurlu olduğu düşünülenin çok acı çektiği, kusurlu bakanınsa egosuna güç devşirdiği ve bundan sadistik bir haz aldığı düşünülse de,
Mesele bunun çok ötesinde…
Bence,
Kusurlu görülenin mi yoksa kusurlu görenin mi daha fazla “zorlandığı” hususu oldukça tartışmalıdır.
Yeterlilik kriteri toplumsal algılar üzerine gelişiyor ve burada eşitlik yok,
nesnellik yok.
“Ama adil değil!” tartışması, fikir egzersizi için faydalı ancak sorun çözmek için çok anlamlı değil.
***
“Adalet” tartışmasını kenara bırakıp, şu soruya odaklanalım;
“Kusurluyla mükemmelin buluşmasından yaratılan konfor nedir?
İki taraf nasıl bir konfor sağlıyor ki ortaya bir ilişki modeli çıkıyor?”
***
Oysa, insan “mükemmelin” peşinde koşar değil mi?
“Mükemmelliği aramak, kendimizi motive etmenin tek yoludur” der, Sullivan…
Bu nedenle daha güzeline, daha güçlüsüne, daha yeterlisine ve hatta bizden daha mükemmel olduğunu, bizi mükemmele taşıyacağını düşündüğümüze “aşık” oluruz!..
Bazımız için aşkın temeli mükemmellik arayışı gibi görünse de,
David Burns
“Mükemmellik insanın nihai yanılsamasıdır. Mükemmeliyetçiyseniz, ne yaparsanız yapın kaybeden olacağınız garantidir” diyerek,
buz gibi bir gerçeği yüzümüze çarpar,
her mükemmelin daha mükemmelinin kusurlusu olduğunu ima ederek!
Her ne kadar mükemmellik arayışı bağlanma biçimlerimizin temeli oluşturuyor gibi görünse de, bunun “tersi” durumlar da var.
Bir danışanım
“Özellikle anne-babası ölmüş kişiler beni daha çok çekiyor” demişti.
Bohem hayat yaşayan insanların “bazımız” için çekici olması da aynı sebepten olmalı,
Hapiste uzun yıllar yatanların bazıları tarafından çekici bulunması gibi.
Onunla “neden böyle hissettiğini” konuştuğumuzda,
Böyle birinin duygusal olarak “derin” olacağını, böyle birinin kendini yalnız hissedeceğini ve bu nedenle ona “sıkıca” bağlanacağını söylemişti.
Cümlenin tamamlanışı “ben bu bağa ihtiyaç hissediyorum” du,
ama devam ettirmedi.
Acaba?
Gerçekten böyle mi, bu mu sebep?
***
Yetersiz görülene, kusurlu bulunana ya da engelli olana “bağlanmanın” altında yatan motivasyon “gerçekte” nedir?
Aldatılmaya,
başka birine tercihe dilmeye,
terk edilmeye,
bu davranışlar karşısında yaşanacak “acıya” bir “güvenlik duvarı” mı?
Ya da bunların olma ihtimalinin yarattığı kaygıdan kaçınma çabası mı?
Ya da “sadistle-mazoşistin” bütünleşmesi mi bu güdülenmeyi yaratan?
***
Evlenmeden önce bekaretini kaybedenlerde ,
Çevre tarafından duyulmuş intihar girişiminde bulunanlarda,
ailesinden biri intihar edenlerde,
bedeninde jilet izi taşıyanlarda,
psikiyatr kliniklerinde yatarak tedavi görenlerde “defalarca” şahit oldum;
bu durumların “kusurluluk ilişkisine” nasıl dönüştüğünü…
“Kendini kusurlu görenle” onu “kusurlu bulan” arasında dile dökülmemiş bir anlaşma yapıldığını,
defalarca gördüm.
Bunun “karşılıklı” olmadığı düşünülebilir.
Kusurluluğun bir ilişki şablonu ortaya çıkartması, sadece “kusurlu görene” bağlanabilir.
Ve hatta kusurlu görünenin kendisinin kusurlu göründüğünü bilse o ilişkiyi sürdürmeyeceği de düşünülebilir.
Oysa, bu yorum gerçek değildir.
Yanılgı içerir, yanıltıcıdır.
Taraflardan biri kusurlu “görüyorsa” bunu hissettirir, bu kaçınılmazdır.
Kusurlu görülene 2 yol kalır;
ya açıkça söylenmeyen ama hissettirilen bu algının yarattığı duyguyu kabul eder ki bu duygu kabul edilirse o ilişki sürmez
Ya da açıkça söylenmeyenin açıkça söylenmesinin önü kapatılır ve böyle bir şeyin olmadığına kendi ikna edilir.
Sonuç,
Kendini kusurlu bulmak;
Bir bağlanma biçimi,
hayata dair bir tutunma biçimi,
Hayata anlam verme yoludur.
Bu nedenle” kusurluluğun” yarattığı bağlanma biçimi, karşılıklıdır.
Her iki tarafın “kusura bağlanması”dır.
Taraflardan birinin neden olduğu arızi bir durum değildir!
Bu nedenle meseleyi sadece kusurluya yaklaşanın “özgüven sorunu” olarak tanımlamak, eksik bir bakış açısıdır.
Kusurlu olduğu düşünülene bağlanmanın nedeni kişisel özgüvensizlik, terk edilme, aldatılma, tercih edilme kaygıları gibi görünse de,
“bence” mesele burada bitmeyecek kadar derin.
Burada ciddi bir “projeksiyon” var.
Yani kusurlu olduğu düşünülen, gerçekte karşıdaki değil kişinin kendisidir.
Kişi karşıdaki aynada seyretmektedir kendini.
Kusurlu olduğu düşünülene olan bağlanmanın altında, “kişinin kendine duyduğu acıma, bir tür kendini sevme hali” söz konusudur.
Ve bu bir patolojidir…
***
Son olarak dikkat çekilecek 2 husus;
ilki, kişinin seçimlerinin “hep” bir yanıyla toplum tarafından sıkıntılı, kusurlu bulunana “yönelmesi”,
diğeri, ilişki başladıktan sonra ortaya çıkan kusurluluk durumunun kişinin duygu/davranışlarında herhangi bir değişiklilik “yaratmaması”.
Her iki durum da kişinin “kusurluluk algısıyla” ilgili bir sorunu olduğunu işaret eder…