KURTULUNMASI GEREKEN SUÇLULUK
KURTULUNMASI GEREKEN SUÇLULUK [1]
Mikroptan daha bulaşıcı değildir “merhamet”!
“Güven” de “umut” da!
Mikroptan, virüsten daha bulaşıcı olan, suçluluktur!
Kore yapımı Netflix dizisi “Hellbound” oldukça çarpıcı şekilde işlemiş bunu…
Kore’de gündelik hayat içinde bir gün birinin karşısına hayali bir silüet belirir ve ona der ki “filan gün filan saatte öleceksin ve cehenneme gideceksin”.
O gün o saatte 3 yaratık başka bir boyuta açılan bir perdeden fırlar gibi fırlar ve o kişiyi o gün o saatte öldürür.
Dizi, önü arkası olmayan bu olayın toplum tarafından algılanışını, anlamlandırılışını ve buna dönük sosyo-psikolojik tepkileri konu alıyor…
Ortaya çıkan silüet nedir, bu silüet insanlara neden cehenneme gideceklerini söylüyor, cehennem neresidir, öldürmeye gelen yaratıklar nedir, nereden geliyorlar, bu tuhaf olay örgüsünün anlamı “Tanrısal” mıdır yoksa başka bir nedeni mi var?
Bu ve benzeri soruların cevabı dizi de olmadığı halde, insanlar kendilerinin uydurdukları cevaplara nasıl da “kesin bir inanç” geliştiriyorlar, dizi bunu işliyor…
“Yeni doğru” adında bir tarikatın liderliğine soyunan genç bir adam, bu olayın tanrısal olduğunu, öldürülecekleri söylenen kişilerin hayatlarında affedilmez bir günah işlediklerini, bu olay nedeniyle cezalandırıldıklarını söyler.
Başlangıçta insanlar bu açıklamalara çekimser kalsa da olayların arkasının gelmesi tüm dünyanın bu kişinin söylemlerini doğru kabul etmesine neden olur..
“Günahtan ve suçtan arınmış” bir dünyanın kurulması için, “kutsal” üzerinden bir düzene ihtiyaç duyulur, bunun için bu genç adamın peşine takılırlar.
İnsanlar kısa bir zaman içinde önü arkası olmayan bu tuhaf olayı, “ölenlerin günahkar olduğu, bu nedenle öldürülüp cehenneme gönderildikleri” şeklinde yorumlarlar ve bu düşünceye şiddetli şekilde “iman” ederler.
Birkaç gün birkaç hafta içinde tüm dünya “suçtan ve günahtan arınma” düşüncesine o kadar saplanmıştır ki bu anlayışa muhalif olan herkes “suçlu” olarak tanımlanır ve cezalandırılır…
Dizi diyor ki;
Suçtan arınmış bir dünya yaratmak için önce “suç(u)” yaratmalısınız!
Michael Foucault’un “hapishanenin doğuşu” adlı kitabında tartıştığı “iktidar-suç ilişkisi” tam da bu paradoksuişler.
Ayrıca dizi şunu sordurtuyor;
İnsan denilen varlık,
gördüğü açılanamaz, tuhaf, dehşet verici olayları günahkarlık ve suçlulukla ilişkilendirerek algılama meyillidir.
Neden böyle olduğumuza cevap aramasa da böyle olduğumuz gerçeğini tokat gibi yüzümüze çarpıyor!
“Nevrozumuzu” yüzümüze vuruyor.
İşte,
Bir önceki yazımda bahsettiğim “kurtulunması” gereken suçluluk budur.
Bu suçluluk;
kişinin kendi değerleriyle[2] çatışmasının yarattığı vicdani bir yük/huzursuzluk değil, ilişkilere dair kaygılardan korunma çabasının yarattığı bir savunma davranışıdır.
Bu gerçek bir suçluluk değil, varoluşsal bir kaygıdan kaçıştır.
Bu suçluluk referansı kişinin kendisi değil, ötekidir.
Açayım…
***
Grupta çıktım.
İçim huzursuz.
Neden huzursuz olduğumu düşünürken fark ettim;
grupta üyelerden biri tarafından suçlandım ve kendimi savunmak için, olağan durumda yapmayacağım, yanlış olduğunu düşündüğüm bir davranış sergiledim.
Suçlanmaktan kaçınmaya çalışırken[3] normalde yapmayacağım, yapıldığında yadırgayacağım, yapmanın yanlış olduğunu düşündüğüm bir davranış sergiledim.
Grupta hiç kimse yadırgamadı davranışımı.
Herkes durumu “normal” algıladı, ancak onların böyle algılaması benim duygumu değiştirmedi.
Bahsettiğim kurtulunması gereken suçluluk bu olay sırasında benim hissettiğim duygu değil.
Arabadayım..
O’nunla yaşadığım çatışmayla ilgili sorgulama yaparken, o’nun aramızdaki gerilimi çözmemesinin nedeninin benim sergilediğim davranıştan kaynaklandığı düşüncesine saplandım…
Gerildim!
Saç diplerimin uyuştuğunu hissettim.
Nasıl yani!
Şimdi ortaya çıkan bu gerilimin nedeni ben miydim?
Ben bu gerilimi çözmezsem, bu gerilim bitmeyecek miydi?
Benim yüzümden miydi olup biten?
Suçlu hissettim kendimi!
Onun kırılmasının da bu gerilimin de nedeni bendim!
Bir şeyler yapmak istedim.
“Arayayım, iletişimi başlatayım, aramamı bekliyordur her şeyi normale çevirmek için” diye düşündüm…
Sonra durdum.
“Kaygılısın.. böyle zamanlarda yaptığın şeyler sonrasında kendini kötü hissettiriyor, dur” dedim.
Durdum.
Aradan birkaç saat geçti…
Aklıma, karşımdakinin ilişkiyi germeme neden davranışları geldi..
Hatırladım!
Öfkelenmeye başladım!
Suçluluk hissim kayboldu.
Öfkem sakinleştiğinde birkaç saat önceki kaygılı halde kendimi suçlu hissettiğim anlarımı/düşüncelerimi hatırladım.
“İyi ki bir şey yapmamışım” dedim, kendi kendime…
İşte, kurtulunması gereken suçluluk bu’dur.
“Şarap içmek istiyorum, ama içtiğimde suçlu hissediyorum kendimi.
Sonrasında başıma kötü bir şey gelecek diye kaygılanıyorum” dedi.
Bir sonraki seansa geldiğinde, şarap içtiğini söyledi.
“Ama” dedi
“İçmeye başlamadan önce o gün eve geçmiş bir borç için icra geldi.
İçimden ‘evet bu icra şarap içmeyi düşündüğüm için başıma gelen bir ceza’ diye düşündüm..
O akşam şarap içtikten sonra ertesi gün eşimle ciddi bir kavgaya tutuştuk.
Kavgadan sonra kendimi kötü hissederken aklımdan ‘şarap içmenin bedeli bu! kötü bir şey yaparsan Allah da seni böyle cezalandırır’ dedim kendime.”
Kuşkusuz bu suçluluk, dinle ilgili gibi görünse de değil.
İslam dini bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu söyler, doğru ama sınavın kaybedilip kazanıldığının öldükten sonra belli olacağını, ödül ve cezanın hesap görüldükten sonra olacağını söyler.
İşte bu “kurtulunması” gereken nevrotik[4] suçluluktur.[5]
SUÇLULUĞUN NEDENİ
Psikanalitik görüş;
Suçluluğun kökeni, dürtülerin sınırlanması ve bastırılması için “değer yargısı”nın araç olarak kullanılmasıdır.
Toplumsal kolektif bir bilinçaltı oluşur, bu düşünce üzerinden.
Bunun bir ebeveyn tutumuna dönüştürülmesi[6] çocuğun suçluluk duygusunu hayatının tamamında bir güvenlik alanı olarak kullanmasına neden olur.
Böylece yetişkin sınırlarını çizdiği bir dünya içinde[7] kalabilmek için[8], sınırları her ihlal ettiğinde kendini suçlulukla durdurur, suçlulukla denetler.
Bu nedenle suçluluk duygusu bir hissim ötesinde öğretidir de.
Öğrenilmiştir de…
Suçluluğun toplumsal kolektif görüntüsü kadar kişisel sebepleri de var..
Birkaç örnek vereyim…
Suçluluğun kişisel kökenlerinden biri, kişinin bastırdığı öfkeyi fark etmeye dair kaygı duymasıdır.
Siz fark etmeden bilinçaltınız bilincin çevresine ilişkiyi kaybetmediğinizi düşündüğünüz[9] bir koruma duvarı örer.
Öfkeyi bilinç düzeyine çıkarmamak, böylesi bir duvardır.
Kişi bu duvarı örse de ilişkideki her zorlanmada bu öfke bilince yaklaşır.
Öfkenin bilince her yaklaşmasında ise bilinçaltı bu öfkeyi fark etmeye dair kaygı duyar.
Çünkü fark ederse ilişki bitebilir, bitirmek zorunda kalınabilir[10].
Bu kaygı bilinçaltını, ilişkiyi koruma için inşa edilen duvarı[11] korumak için kalkan oluşturmaya götürür.
işte “suçluluk hissi” bu duvarı korumak için kalkandır.
Öfkeyi fark etme kaygısı suçluluk duygusuna dönüştürülür.
Böylece, artık ne bastırılan öfke söz konusudur ne de onu fark etmeye dair bir kaygı.
Suçlu sensen, öfkeli olman mümkün mü?
Suçluysan öfkeli olmaya bile hakkın yoktur çünkü!
Böylece kişi,
suçluluk duygusunun desteğiyle öfkeyi gözünün görmeyeceği kadar uzağa itmiş olur!
“Özgürlük korkusu” suçluluk duygusunun bir başka kişisel nedenidir.
İlişkinin her durumu gibi “özgürlük” de iki değerlidir.
Bir yanı kişiye kendini değerli hissettirirken[12] diğer yanıyla bağsızlık, aidiyetsizlik, anlamsızlık, belirsizlik, güvensizlik hissettirir.
Yani,
insan özgürlüğe öykünse de bağımlılığa ihtiyaç duyar…
İşte suçluluk, özgürlükten korkan insanın özgürleşmemek için sigortasıdır.
“Kendini hapsettiği” ama “kendini güvende hissettiği” bir dünya içinde kalkabilmek için, bu dünyanın çıkış kapısında tuttuğu bekçidir suçluluk duygusu…
AYIRICI KRİTERLER
Kurtulunması gereken suçlulukla kabul edilmesi gereken suçluluk birbirinden nasıl ayrılır?
Bunların birbirinden ayırmadan ilişkilerdeki krizler nasıl yöneteceksiniz?
Üstelik hem hissedilen duygu hem de kişiyi manüple etme özellikleri açısından birbirlerine bu kadar çok benzerken…
- Kişinin sergilediği davranış neticesinde hissettiği suçluluk, bir değer yargısıyla çatışması[13]neticesinde oluşur. Bu çatışma kişinin kendi değerleriyle çatışması ya da ötekinin[14]değerleriyle çatışmasıyla ortaya çıkar. Bu nedenle ilki kabul edilmesi/sorumluluğun alınması gereken[15] ikincisi ise[16] kurtulunması gereken suçluluk hissidir. [17]
- Kişinin “kendi değerleriyle” çatışması durumunda ortaya çıkan suçluluk duygusu, sergilenen davranışa karşın pişmanlık ve kişinin kendine öfkesi şeklinde yaşantılanır. “Ötekinin değerleriyle” çatışmanın yarattığı suçluluk hissi ise ötekine karşı suçluluk, onu kaybetmeye dair kaygıyla yaşantılanır.
- Kişinin “kendi değerleriyle” çatışması durumunda önce içsel bir huzursuzluk sonrasında rahatsız edici duygunun kabullenilişi gelir, zaman alır.. “Ötekinin değerine” bağlı olan suçlulukta ise suçluluk duygusu karşıdakinin duygusal durumuna bağlıdır ve karşıdaki rahatsız olmuşsa ya da rahatsız olduğunu düşünülmüşse hızlıca gerçekleşir.
- Kişinin, “kendi değerleriyle” çatışması durumunda yaşadığı suçluluğu anlamak için üstüne düşünmesi gerekir. “Ötekinin değerine” bağlı olan suçlulukta ise genelde düşünmeye gerek yoktur.
- Kişinin “kendi değerleriyle” çatışması durumunda sorgulaması gereken kendisi, kendi davranışları, sözleridir.. “ötekinin değerleriyle” yaşanan çatışmada ise kişi karşısındakinin davranışlarını, duygu durumunu, sözlerini sorgular.
- Kişi “kendi değerleriyle” çatıştığında yaşadığı huzursuzlukla mutlaka eyleme geçer, bu çatışma durumunu sonlandırmak için gereken davranışları sergiler. “Ötekinin değeriyle” çatışma durumunda ise kişi yaşadığı kaygının yoğunluğuna göre hareket eder[18] Suçluluk[19] yoğunsa kişi hemen harekete geçer, değil se duyguyu kabul etmeye karşı direnç gösterir.
- Kişinin kendi değerleriyle çatışmasının yarattığı suçluluk ve bunun tolerasyonu kişiyi geliştirir, kişiler arası ilişkilerle ilgili becerilerin gelişimine katkıda bulunur. Kişiler arasındaki çatışma düzeyini yavaşlatır, krizi yönetme becerilerini geliştirir. Kişisel etik, kişisel ahlak, kişisel değerlerin gelişimini derinleştirir. Zamanla kişi giderek daha tutarlı bir kişilik Daha ön görülebilir, güven duyulabilir biri olur. Ötekiyle çatışmanın yarattığı suçluluk ve tolerasyon ise, gelişimi değil bağımlılığı derinleştirir. Aynı davranış kalıpları aynı düzende devam etmesine rağmen, yaşın ve zamanın ilerlemesi kişinin kişisel gelişim, kişilerarası ilişkilerdeki becerilerin artması hususunda yerinde saymasını bırakın daha geri gitmesine neden olur.
***
Suçluluk devrimin koşuludur.
Ve her devrim kendinden öncesinin suçlusudur.
Suç işlemeden devrim olanaksızdır.
Kişisel değişim aynı zamanda bireysel bir devrimdir.
Kişinin değişimi[20] de ancak ve ancak;
kendini suçlu hissetmeyle ve bu suçluluğun üstesinden gelinmesiyle mümkündür.
[1] Bu başlıktan kurtulunmaması gereken bir suçluluğun da mümkün olduğu yorumu çıksa da söylemek istediğim bu değil. Suçluluk hissi kişi tarafından anlaşılması ve yönetilmesi gereken bir “sorun”dur. Çünkü bu duygu, kişiye verdiği rahatsızlık kadar kişilerin davranışlarını manüple ederek kişilerarası ilişkileri de olumsuz anlamda manüple eder. Bir sorundur.
Hepimiz kendimizi suçlu hissettiğimizde rahatsız edici bir duygu yaşarız. Ve bu kötü duygudan kurtulmak için yol ararız.
Bu yol bazı kişiler için “yok saymak” bazıları için suçluluktan kurtulmak için suçlu olmadığına dair “kendini ikna çabası” bazıları içinse “suçluluğu giderecek(tolere edecek) bir davranış sergilemektir”.
Bunların her biri kişi açısından ayrı zorlanım alanıdır.
“Yok sayınca” yok olmaz.. Yok olması için oradan oraya savrulmanız bir şeyi değiştirmez, bu savrulmayı yaşarken ne olduğunu bilmediğiniz bir “huzursuzluk” hali içinde olursunuz.
Kendinizi ikna çabanız da işe yaramaz, çünkü her ikna durumundan kısa bir süre sonra kendinizi yine kendi içinizde kurduğunuz mahkemede bulursunuz. Sanığı, savcısı, avukatı, hakimi siz olan ama bir türlü karara bağlanamayan bir duruşma sahnesi tekrar tekrar oynar içinizde.
Suçluluk duygusundan kurtulmak için eyleme geçmekse, suçluluk duygusunu ortadan kaldırsa da yerini suçluluğa sebep olan huzursuzluğa bırakır. Suçluluk gider, yerine ne olduğu bilenemeyen o huzursuzluk gelir.
[2] Kendi doğrularıyla
[3] Kendimi savunmaya çalışırken
[4] Kurtulunması gereken suçluluk duygusunun nevrotik (döndürülerek ya da hastalıklı şekilde) yaşantılanmasıdır.
[5] Böylece suçluluğun 3 halini açmış oldum.
[6] Çocuğun dürtülerini bastırmak ya da sınırlamak için yargının araç olarak kullanılması
[7] Bunun güvenli olduğunu düşündüğü için
[8] Böyle yaparak yetişkin içinden çıkamayacağı bir daire çizer kendi etrafına
[9] Düşündüğünüz.. çünkü bu koruma duvarını inşa eden bilinçaltı böyle olduğunu, olacağını varsayar. Bu varsayım, genelde birincil ilişkilerindeki deneyimlerini temel alır.
[10] Burada bilinçli bir eylemden bahsetmiyorum, oluşmuş bir savunma mekanizmasının yapısını aktarmak için süreci kişileştiriyorum.
[11] Öfkeyi bastırmak
[12] Ve bu nedenle kendini var hissettirir.
[13] Ve aynı zamanda değerin yarattığı beklentiyle çatışmak
[14] Karşısındakinin, toplumun
[15] Kişinin kendi değerleriyle çatışması
[16] Ötekinin değerleriyle/beklentileriyle
[17] Kuşkusuz bu gereklilik bana göredir.
[18] Doğal olarak hissedilen suçluluğun yoğunluğuna göre
[19] Ve aynı zamanda kaybetmeye dair kaygı
[20] Bana göre aynı zamanda gelişimi