Kendini Suçlu Hissediyorsun, PEKİ SUÇLU MUSUN?
Suçluluk..
Kalbinin bir başkasının parmakları arasında buruşturulmasıdır.
Bir başkasının bulantısının senin ağzında bıraktığı tattır.
***
“Kendini suçlu hissetmek”le “kendini suçlu görmek” arasında “ayrım” olmadığını düşünür pek çok kişi.
Bu düşünce kuşkusuz davranış biçiminde belirleyici bir fark yaratır.
Soru şudur:
Kendini suçlu hissediyorsun,
Peki suçlu musun?
Kendini suçlu bulmak; [1] hayat görüşünüzle, değerlerinizle, ahlak anlayışınızla, kişilerarası ilişkilere bakış açınızla ilgilidir.. Yani sizinle ilgilidir, kendinizle ilgilidir.
İçinde suçlu bulmanın olmadığı suçluluk duygusu ise, karşımızdakinin bize bakışıyla, bize hissettirdiği duyguyla ilgilidir.
Bağımlılığınızın azalması,
kendine güveninizin artması,
kişilerarası ilişkilerdeki kaygınızın azalması,
Alınganlıklarınızın azalması,
İlişkilerdeki sorunları daha hızlı çözmeniz,
Kendinizi geliştirmeniz için;
Bunlardan biri hareket etmeniz gereken, diğeri durmanız gereken davranıştır:
Suçlu bulma durumunda adım atmalı, içinde suçlamanın olmadığı suçluluk duygusunda ise durmalısınız.
“Kendini suçlu mu hissediyorsun, yoksa kendini suçlu mu buluyorsun” sorusunun cevabı, karşınızdakiyle yaşadığınız gerilimde gerilimi çözmek için bir şey yapıp yapmamanız gerektiğini söyleyecektir.
Bu nedenle önemlidir, bu ikisinin arasındaki farkın ne olduğunu anlamak.
***
İnsan kendini suçlu gördüğü zaman da kendini suçlu hisseder.
Ancak, suçluluk hissetmesi için hata yapmasına ya da yanlış bir davranışta bulunmasına gerek yoktur.
Hata ya da yanlış olmasa da,
karşımızdakinin davranışımızdan rahatsız olduğunu bilmek,
onun bizim davranışımız nedeniyle üzüldüğünü, acı çektiğini düşünmek,
sergilediğimiz davranış nedeniyle bize öfke duyduğunu düşünmek de
suçlu hissettirir kendimizi.
Flört ilişkisinden örnekle devam edeyim:
Karşınızdakine öfkelendiğinizi varsayın, öfkelendiniz ve ona hakaret edip, onu yargıladınız, aşağıladınız.
Bu durumda, yanlış olduğunu düşündüğünüz bir davranış sergilediğiniz için,
hem kendinizi suçlu görürsünüz[2] hem de suçlu hissedersiniz.
Bu olayda, kendinizi hatalı da gördüğünüz için, hatanızı düzeltme arayışına gidersiniz.
Pişmanlık dile getirir, özür dilersiniz.
Yani kişinin “kendini suçlu bulması”, yanlış bir davranışta bulunması,
davranışıyla ilgili bir değişime gitmesine neden olur.
İkinci örnek:
İlişkiniz var, aynı zamanda başka birinden etkilendiniz.
Karşınızdakinin bunu bilmek isteyeceğini düşündüğünüz,
söylememenin onu aldatıyormuş gibi, kötü bir şey yapıyormuş gibi hissettireceği için bunu paylaştığınızıvarsayalım.
Bu duygunuzu karşınızdakiyle paylaştığınızda karşı taraf kırılır, üzülür, tepki gösterir, hatta öfkelenir, suçlar, ilişkiyi bitirmeye kalkar.
Gördüğünüz bu tepki karşısında da kendinizi suçlu hissedersiniz.
Kendinizi suçlu hissediyorsunuz,
Ama,
Peki suçlu musunuz?
Kişi duygularını tanımıyorsa, karşısındaki kendini suçladığında hata yapmadığını düşünse de kendini suçlar.
İnsanların büyük kısmı böyle bir durumda özür diler,
bunun bir hata olduğunu düşünür,
“bir daha böyle hissetmeyeceğini, o kişiyle görüşmeyeceğini,
kendisinin affedilmesini” ister.
Böylece bir başkasına hissedilmiş duygu, suç olarak değerlendirilir ve buna göre bir davranış biçimi geliştirilir.
Peki bu sağlıklı bir tepki midir?
Kişi suçlu mudur?
Hayır!
Kişi bir hata yapmış değil, bir suç da işlemiş değildir.
Asıl sağlıksız olan, duygu durumunu bir hata olarak algılayıp, karşısındakine böyle yansıtması ve özür dilemesidir.
Böyle yaparak kendi doğrularını, kendi yaşamını karşısındakinin duygularıyla çevrelediğini gösterir.
Yani doğru-yanlış, iyi-kötü kriterini karşısındakinin duygu ve düşüncelerine göre tanzim etmiş demektir.
İşte bu, kişinin, kendinin kendine ihanetidir.
Ve bir suç varsa, kişi kendine karşı suç işlemektedir.
***
Kişinin suç[3] teşkil etmeyen bir davranış karşısında hissettiği suçluluk duygusu,
patolojiktir.
Bu duygu, bilinçaltının[4] bir savunma mekanizmasıdır.
Arkasında “kaybetme korkusu” vardır.
Çocukluk döneminde anne babadan öğrenilen, öğretilen, verilen
“Kaybetme korkusundan kurtulmanın yolu, kendini suçlu hissetmen ve benden özür dileyip af dilemen, beklentimi karşılaman.. ki ben de seni affedeyim ve senden vazgeçmeyeyim, sen de beni kaybetme” mesajıyla ilgilidir.
Ebeveynin çocuğuna kendisinin özür dileyerek öğretmesi gereken bir davranışı (yani modelleyerek öğretmesi gereken davranışı),
“özür dilemelisin” emir kipiyle öğrettiğinde ortaya çıkan patolojidir bu.
Egosantrik bir algılamadır.
Böyle bir durumda çocuk karşısındakini incitecek bir davranış sergilediğinde, karşısındakinin üzüntüsü için üzülmez;
onu kaybetmekten kaygı duyar, korkar.
Korkan kişi korkusu yüzünden karşısındakinin duygusunu göremez, hissedemez.
Kendini suçlu hisseden birinin ilgilenebildiği tek şey, karşısındakini kaybedip kaybetmediğidir.
Bu nedenle yetişkinin çocuk kalmış, egosantrik döneme takılı kalmış halidir suçluluk duygusu.
İşte bu nedenle “suçluluk duygusuyla” bir ilişkiyi düzeltmeye çalışmak,
hem kişiye iyi hissettirmez hem de sorun çözmez.
Peki, kişinin karşısındakiyle yaşadığı gerilimi çözmek için bir davranış geliştirmesi gerekip gerekmediğini;
“kendini suçlu bulmayla” “içinde kendini suç bulma olmayan suçluluk hissini” nasıl ayıracağız?
Bu anlamanın ilk yolu yazının başlığındaki soruyu kişinin kendine sormasıdır:
“kendimi suçlu hissediyorum,
Peki kendimi suçlu buluyor muyum?”
Bu sorunun cevabı “hayır” ise, kişi kendini suçlu bulmamakta, karşısındakinin hissettiği duyguyla manüple olmaktadır.
Doğal olarak böyle bir duyguyla olayı yorumlamak, kendini haksız bulmak, kendini eleştirmek, özür dilemek sağlıklı bir tutum değildir.
Böyle bir durumda kişi dilediği özürden mutlu olmaz, sonrasında ilişkide benzer durumlar döngüsel olarak tekrar eder.
Kişi kendini suçlu buluyorsa genelde ilk tepkisi kendini suçlu bulmadığı düşünmek olur. İnsan eleştiriyi sevmez, kendini suçlu bulmayı sevmez, suçlanma karşısındaki ilk refleksi reddetmektir. Bu nedenle olası suçlu bulmak durumunda kişinin kendi içindeki ilk tepkisi, suçluluk düşüncesine öfkeyle, sürekli itirazla, tekrar eden iç konuşmayla karşı çıkmaktır.
Dışarıdan bakıldığında hata olarak görülecek davranışlar, “ama” diye başlayan ve karşı tarafın davranışlarının neden olduğu gerekçesiyle savunulmaya çalışılır. Bu durumda da kişi kendini suçlu görmektedir, ancak kendini suçlu hissetmez.
Kişi kendini suçlamamak için suçluluk duygusunu da reddeder, kendini suçlu hissetmeyerek ya da bu duyguyu reddederek, kendini suçlamaktan kaçınır.
Kişinin karşısındakine karşı tarafın sergilediği davranıştan bağımsız olarak yalan, bağırma, şiddet vs toplumca yanlış bulunan bir davranış söz konusuysa, kişi sergilediği bu davranıştan dolayı kendini suçlu bulur.
Ancak,
kişinin kendini davranışıyla ilgili hatalı bulması, kendini ilişkideki gerilimin sorumlusu gördüğünü göstermez.
Kişi kendi davranışının sorumluluğunu üzerine alır, ilişkideki gerilimin değil.
Özür ilişkideki gerilimin ortadan kalkması için değil kişinin kendi davranışına kendisinin koyduğu hüküm nedeniyledir.
Suçluluk duygusunda ise kişi, ilişkideki gerilimi ortadan kaldırmak için adım atar.
Suçun Kökeni?
Suçun kökeninin ne olduğu hususu oldukça karmaşıktır.
Neden suçlu hissediyoruz?
Suçluluk doğamızda mı var?
Dostoyevski der ki: “Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur.”
Sartre[5] “işte bu sorumluluk nedeniyle kişi sorumluluğunu yerine getirmediğinde kendini suçlu hisseder” der.
“Suçluluk sorunu başkalarının bize yönelttiği bir sorudan ziyade, bizim kendimize yönelttiğimiz bir sorudur. Bu soruya kalbimizin en derininde verdiğimiz yanıt, mevcut varlığımızı ve bilincimizi temellendirecektir.” der Karl Jaspers..
Jaspers, insanın politik bir varlık oluduğunu düşünür, ona göre kişiler politik seçimlerinden dolayı suça ortaktır, ona göre politik suç, kişinin siyasal anlamda kendine düşeni yapmamasıdır.[6]
Varoluşçular suçluluğu varoluşsal sorumluluk olarak görürken,
Michel Foucault,
Suçu iktidarın yarattığını söyler.
İktidar suçu hem tanımlar hem de nasıl cezalandırılacağını belirler.
Yetmez, insanın zihnine, duygusuna baskı uygulayıp, bunu his olarak da yaşantılamasını sağlar.
Foucault’a göre İktidar toplum değildir,
İktidar devlet de değildir,
İktidar bir sınıf, bir zümre değildir;
İktidar, güçle ortaya çıkan[7], gücün bizatihi kendisi ile ilgilidir.
İktidar gücü ele geçirenle tezahür eder, ancak güçten de onu ele geçirende de bağımsızdır.
Suç iktidarla ilişkili olduğu için;
suçlu hissedenle suçlu hissettiren arasındaki ilişki,
iktidarı kullananla üzerinde iktidar olunan arasındaki ilişkidir.
Suç bir erkek yaratımıdır, kadınsa taşımaya pek heveslidir!
Öyle midir?
Kim bilir!
Psikanaliz suçluluğun insanın içsel çatışmalarının tezahürü olduğunu söyler.
Freud kökenini, tarihin hatırlanamayacak kadar eski zamanlarında, kabile lideri babalarından istediği payı alamayıp kabileden sürülen oğulların babalarını öldürmelerinin huzursuzluğunda görür, bu nedenle “dinin temelidir” der.
Klan toplumlarında klan olabilmek için, kısıtlanmış, bastırılmış cinselliğin suçluluk olarak geri dönüşü düşüncesi köklü bir düşüncedir.
Suçluluğun “oedipal ve elektra komplekslerinde yasağa duyulan arzunun, bastırılmış öfkenin geri dönüşü” olduğu düşüncesi ise, eski popülaritesinde değildir.
[1] doğru ve yanlış, iyi ve kötünün kriteri
[2] Davranışınızı hatalı bulursunuz
[3] yanlış, hata, kabahat
[4] Bilinçdışının.
[5] Jane poul Sartre, varoluşçuluk felsefesinin kurucusu
[6] Bir varoluşçu olarak karl jaspersın suç konusundaki fikirleri, Yahudi olan eşinin haklarını dönemin Alman iktidarı nazilere karşı verdiği mücadeleden etkilenmiştir. Ona göre suça tepki göstermemek suça ortak olmak demektir.
[7] Gücün özneyle ilişkisiyle ortaya çıkan