KENDİNE RAĞMEN (Direnç 2)
Ahlaklı olmak lükstür.. hepimizin sınandığında kaybedeceği bir eşik vardır.
Korku ya da Arzu karşısında “çözülür” insan.
İnsanlık, insanın “kendine rağmen” öyküsüdür.
Freud bunun bedelinin “Nevroz” olduğunu söyler, “uygarlık din ve toplum”adlı kitabında…
Der ki;
Nevroz, hayvanın insan olabilmek için ödediği bedeldir.
Dinler bu cümleyi tersinde kurar
“Nevroz, insanın hayvan olmamak için ödediği bedeldir.”
Direnç, işte bu “kendine rağmen” öykümüzün somut hayata yansıyan, görünenyüzüdür.
***
Dirençiçin önceki yazımda
“İnsanın aklına meydan okuyan duygularının baskısı altında tutum belirlemesidir”
Demiştim…
Biliyorsunuz, bir süredir kendi “harcama alışkanlıklarım” üzerinde çalışıyorum.
Çevremdeki kişiler tarafından “cimrilik” olarak tanımlanan/yargılanan bu davranışım, “depremden sonra” başladı.
Tam tarihi kestiremiyorum ama 2000 yılında, 2. evliliğimden hemen sonra…
Bugün fark ettiğim en önemli husus,
harcama davranışımla babamla kurduğum ilişki arasında hem benzerlikvar hem de doğrusal bir ilişki var.
Hayata dair güven duygumu deprem öncesinde babamın varlığından alırdım.
Deprem ve sonrasında yaşadıklarım nedeniyle babamla ilişkim değişti, güven duygumu “para” üzerine aktardım.
Deprem öncesinde davranışlarımı belirleyen temel “kaygı zeminim” babamın benden beklentileri ve bana olası tepkileriyken,
deprem sonrasında kaygı zeminim parayı kazanma ve harcamadavranışlarıma evrildi.
Şöyle ki:
Babam hayata karşı “güven” nesnem iken çok rahat para harcardım.
Müsriflikboyutunda bir alışkanlığım vardı.
Patron emrinde çalışan işçi misali kendim için harcadığımı kar sayardım.
Fakülte döneminde diğer arkadaşlarıma kıyasla daha fazla para gönderilmesine rağmen, cebimdeki son lirayı minibüse saklayıp,
kendimi eve zor atardım.
Bazen o bile olmaz, taksi parasını eve gelince evdekilere ödetirdim, bu pek çok kez dalga konusu olmuştur.
Babam hayatımın güven kaynağı olduğu için onu kaybetmek ya da onun onayınıalmak tüm davranışlarımın temelini oluşturmuştu…
Hayatımı onun “hayat görüşü” üzerine kurmuştum,
lakin diğer yandan kendimden de vazgeçmemek için direnirdim.
İçimdeki bu çatışmanın dışa yansıması;
“Babamın yanında başka biri, onun olmadığı yerlerde başka biri olmam” oldu.
Kendimi onun beklentileriyle sınırladım.
Doğrularım, yanlışlarım onun fikirleriyle çerçevelendi.
Onun yanında olmadığım zamanlarda doğrularım ve yanlışlarım hem zihinsel hem de davranışsal anlamda çalkantıya ve değişime uğradı.
Depremden sonra babamla ilişkimi değiştirmek zorunda kaldım.
Değişen sadece ilişkimiz olmadı.
Bu beni hayata karşı yalnız bıraktı.
Yalnızlık güvensizliği getirdi.
Bu güvensizliği “para” üzerinden gidermek zorunda kaldım.
Ancak babamın yerine ikame ettiğim parayla ilişkim bu defa beni sınırlamaya başladı.
Para kazanmaya duyduğum “ihtiyaç”, kazanamamayla ilgili “endişe” yaşamımın davranışsal kalıbı haline geldi.
Parayla kurduğum bu ilişki,
kazanma baskısı/kazanamama kaygısının yanı sıra harcama davranışlarımı da etkiledi ve
“sürekli yatırım yapma planı ve bu plana uyabilmek için sürekli biriktirme çabası”içine sıkışmış bir gündelik rutinim oldu.
Uzun yıllar yaptığımın rasyonel olduğunu düşündüm.
Aksi yönde gelen yorumları, eleştirileri reddettim.
Bugün geriye dönüp baktığımda, bu davranışımın ilişkilerimi de olumsuz etkilediğini, ilişkilerime gerçekte hissettiğimden düşündüğümden farklı biri olarak yansıdığımıgörüyorum…
Parayla kurduğum ilişkide sorun var.
Onu güvenlik nesnesi olarak görmemde bir yanılgıvar.
Para ihtiyaçları karşılar, ancak onu güven nesnesi olarak görmek onunla ilişkimi hastalıklı hale getiriyor, beni manüple ediyor.
Para insana kendini güvende hissettirmez.
Gerçekte bu dünyadaki hiçbir şeybana kendimi güvende hissettirmez.
Bu duyguyu banane para, ne mal, ne iş, ne anne/baba, ne aile ne de bir kişi verebilir.
Bu güveni sağlayacağını umduğum şeyler o an için kaygımı dindirse de olan,
kaygımı kaygımı dindireceğini umduğum “şey”e transfer etmem oldu.
Kaygı nesnen değişti, ama kaygım baki kaldı.
Bugün,
Fark ettiklerimin bana söyledikleri şunlar:
* Ne kadar biriktirirsem biriktireyim içimdeki kaygı dinmeyecek. Otuzlu yaşların başında kendimi güvende hissedeceğimi düşündüğüm hedeflere ulaşmama rağmen kaygım dinmedi.
* İşimi kaybetmekten duyduğum kaygının gerçeklikle bağı yok. Yaklaşık 30 yıldır çalışıyorum, işimi kaybetmedim. İş yapma potansiyelim başladığım günden bu yana artarak devam etti. Ancak bu artış kaygımı dindirmedi.
* Hayatım bir zamanlar babamla kendim arasında sıkışmıştı, şimdi parayla kendim arasında.
***
Günün sonunda yaşadığım şu:
Hayat içinde kendimi güvende hissetmemi engelleyen, kaygı yaratan pek çok olay oluyor. Günüm, zihnimin içinde kendimi bu kaygılardan uzaklaştırmaya çalışarak geçiyor. Kaygımı dindirmek için sürekli plan yapıyor, yaptığım plan kendimi uydurmaya çalışıyorum.. Plan dışına çıktığımda ise huzursuz olmaya başlıyorum, geriliyorum.. Yaptığım güvenlik planlarından ancak; ya daha kaygı verici bir durumla karşılaştığımda çıkabiliyorum ya da bende heyecan yaratacak arzu hissettirecek bir durum ortaya çıktığında. Sadece bu durumda plan dışına çıkmak gerilim yaratmıyor. O zaman harcama yapmakta zorlanmıyorum.
Yaptığım güvenlik planlarımın hiçbiri bana kendimi güvende hissettirmedi, kaygımı dindirmedi. Çünkü güven sağlayacağını umduğum planı gerçekleştirdiğimde zihnim hemen başka bir kaygı verici durum algılayıp, ona dair planlar oluşturmaya başladı… sonu gelmez bir döngü yarattım kendime…
Sonrasında bu durumdan rahatsız olmaya başladığımda,
“Kendimi analiz edeceğim, bu sorunuma neden olan her neyse onu bulacağım.. bulduğum şeyi keşfettikten sonra kaygım dinecek ve ben de harcama davranışımı değiştireceğim” diye düşünüp, bir süre kenarında durdum sorunun. Birkaç yılım da böyle geçti.. Sorunuyla/kaygısıyla yüzleşmek istemeyen tüm danışanlarımın yaptığı gibi kendimi manipüle ettim…oysa kendini analiz edip, sorunu anlamak kaygını dindirmez, anlamanı derinleştirir, Sen o kaygıyla yüzleşmediğin sürece anlama çaban zihinsel mastürbasyondan başka bir şey değildir. Bunu bilmeme rağmen, bu düşüncenin ardına sığındım.
***
Psikanaliz ’in en büyük yanılgısı, insana dair her şeyi bildiğini sanmasıdır.
“İnsanın hangi yönü kendisi, hangisi rağmen olanıdır” sorusuna Karen Horney,
“her ikisi” olduğunu söyler.
İnsan doğası itibariyle Nevrotiktir.
Varoluşsal bir trajedidir.
Bunca yıl,
önce anneme sonra babama ve sonra paraya sığındım!
Ne acım bitti, ne kurtulma çabam.
Nesnelerim değişse de onlarla kurduğum ilişki değişmedi.
51 yaşında bugün elimde,
kimseye veremediğim, alanların da karşılığında benden beni istediği varoluşsal bir sorumluluğum var.
Bununla ne yapacaksam artık