KENDİ HAYATINI BAŞKASIYLA KIYASLAMAK
“İnsanların hayatlarına bakıyorum, en kötüsü benimki gibi geliyor.
Baktığım insanlar genelde evli veya iyi görünen bir ilişkileri var.”
“Sanki hiç bir zaman istediğim erkekle beraber olamayacağım.”
“Benim tanımak istediğim erkekler beni tanımak istemiyor.
İsteyenleri de hiç bir zaman ben istemedim ve varlıkları hep külfet gibi geldi, sonra da derin bir yalnızlık hissine kapıldım.”
“Hayatımdaki bu eksiklik sahip olduklarımı görmemi engelliyor.
Hiç birşeye sahip değilmişim gibi hissediyorum, sanki hiç birşeyim yokmuş gibi.”
“İnsan bir defa bile mi istediği kişi ile bir ilişki yaşayamaz?
Karşılıklı istenmek nasıl bir duygu, anlayamıyorum.”
“Yaşıtlarımın evli ve hamile olmasını görmeye tahammül edemiyorum.”
“Dayanılmaz bir acı, yaşıtlarımın evli ve mutlu olması.”
Bu mektupta ilk kendini gösteren,
danışanın kendini başkalarıyla yoğun şekilde kıyaslıyor olması.
Kendi yalnızlığını yalnızlığın yarattığı zorlanma üzerinden değil, başkalarının yalnız olması ya da olmaması üzerinden kıyasla duyumsuyor.
Yalnızlığın kendisi acı vericidir, kabullenilinceye kadar.
Kişi anlamsızlık hisseder, varoluşla ilgili kaygı yaşar.
Ancak, yalnızlığı başkalarının hayatları üzerinden algılamak yalnızlıkla ilgili bir durum değil,
kişinin ilişkileri algılayışı, yaşama biçimiyle ilgili bir durumdur.
Bu tür kıyaslar kişiye kendini değersiz/yetersiz hissettirir.
Kişi hayatının bir yerindeki bir sorunu böyle algılıyorsa muhtemeldir ki hayatının pek çok yerinde de bu eğilimi gösteriyordur.
Doğal olarak böyle biri için her zaman bir kıyas söz konusu olacaktır.
Ve hiçbir şey onun içinde sızlayan yarayı dindirmeyecektir.
Evlenmiş olsa çocuğunun olup olmamasını, çocuğu olsa çocuğunun gelişimini, eşiyle ilişkisinin kalitesini vs her konuda kendini başkalarıyla kıyaslayacak bir husus bulacak ve kendini yetersiz görüp, kaygılanacaktır.
Muhtemel ki danışanım,
hayatının önceki dönemlerinde de bu kıyasları başka konular için yapmıştır ve bunlardan dolayı yine kendini değersiz/yetersiz hissedip,
bundan dolayı açı çekmiştir.
Hayatındaki tek eksik buymuş (ilişki) gibi algılaması ve hayatının diğer yönleriyle ilgili sorunları görememesinin nedeni de budur.
Bu kıyası her neden yapıyorsa o sebep hayatın her yerinde varolduğu için,
ortaya çıktığı anda kişinin hayatını durdurmaktadır.
Başarı odaklı bir yaşamı mı var?
Başarılı olmadığı sürece sevilmeyeceğini mi düşünüyor?
Başarısızlık korkusu mu var?
Başarısız olduğunda sevilmeyeceğini mi düşünüyor?
***
Bu mektubun gösterdiği ikinci husus, ilişki yaşama biçimiyle ilgili sorundur.
Her “duygusal” bağlanım bilinçsiz bir tercihtir,
yani farkında olmadığımız ihtiyaçlarımız bizde o kişiye karşı o duyguyu hissetmemize neden olur ve buna göre bir ilişki şekli dayatır.
Danışanım,
hayatında ilişkiler “olmamasından” değil,
karşılıklı,
aynı yoğunlukta duyguların yaşandığı ilişkileri olmamasından şikayet ediyor.
İlişkinin doğası;
Özne-nesne ilişkisi düzlemindeki “kaygı”dır.
Ve bu kaçınılmazdır.
Arzunun bir ilişkide dengeli dağılması söz konusu değilidir.
Ayrıca “arzu” stabil de değildir, değişir.
Sizin arzunuz yoğun karşı tarafın arzusunun sizden daha az yoğun olduğu durumda kendinizi değersiz hissedersiniz,
bağı yeterince hissedemediğiniz için “kaygı” yaşarsınız.. Karşınızdaki her an ilişkiden gidebilirmiş gibi hisseder, endişelenirsiniz.
Karşınızdakinin duyguları yoğun sizinkiler daha az yoğunluktaysa karşınızdakinin sizin için doğru ilişki olduğu hususunda kaygı yaşarsınız (yeterince yoğun duygu yaşamadığınız için ilişkinizde sorun görürsünüz),
karşı tarafın bağlanmasından endişe eder,
özgürlüğünüzle ilgili stres yaşarsınız.
Söylemeye çalıştığım;
İlişkinin doğası, kaygıdır.
Danışanım, “karşılıklı” yani “eşit” duygu isteyerek aslında
“Ben ilişkilerimde bu iki kaygıyı da yaşamak istemiyorum” demektedir.
Ki bu istek, ilişkinin doğasına aykırıdır.
Danışanım, bu iki kaygıyla başedememektedir.
Bu iki kaygıyla başetmenin gerçek ve tek yolu;
kişinin bunları kabul edip, bu duyguları yaşaması yani ilişkisine yansıtmasıdır.
Bu da danışanımın bilinçlatında ilişkinin kaybıyla ilgili endişes ya da bağlanma endişesi yaratmaktadır.
Bu noktada kişi kaygısını paylaşıp ilişkide yaşantıladığında;
ilişkiye bağımlıysa ayrılık korkusu yaşar;
bağlı değilse paylaşım sonrasında ilişkinin derinleşmesinden yani bağlanma korkusu yaşar.
Kişinin ilişkinin doğasına ait olan duygularını yaşaması yani savunma mekanizması geliştirmek yerine ilişkisine yansıtması,
bu iki endişeden birinin yaşanmasına neden olur.
Bilinçaltı bu noktada devreye girer ve kişiyi,
bu iki duygudan birini ortaya çıkaracak davranışların geliştirmesine engel olur.
***
İki yorumu birleştirirsem,
kıyas ve yetersizlik hissi danışanın gerçekte “acıdan kaçınma” eğilimidir.
Bir tür kendine “acıma” durumudur.
Böylece daha derinindeki kaygılarıyla yüzleşmekten kaçınmaktadır.
Asıl sorun;
bağımlılığı ya da bağlanmaktan duyduğu korkudur.
Bu korkuları nedeniyle ilişkide hissettiği şekilde davranmamaktadır.
Davranış korkuları korkular davranışları beslemekte ve bir kısır döngünün içinde danışan kendini tekrar etmektedir.
Danışanımın ilişkileri sürerken değil de ilişkilerin bitiminde görüşme talep etmesi,
Ilişki devam ederken aldığı görüşmelerde ise konu hislerine ve bunları ilişkiye yansıtmaya geldiğinde görüşmelerin aralıklarının uzamaya başlaması,
yaptığım yorumun somut göstergesidir.
İyi pazarlar…