KARŞILIKSIZ SEVİYORSAN, NEDEN ACI ÇEKİYORSUN?
Bir önceki yazımda insanın ilişki krizlerinde ve ayrılık süreçlerinde yaşadığı zorlanmanın (acının) “sevgi”den değil “yoksunluk”tan kaynaklandığını dile getirmiş,
bu haftaki yazıda da neden böyle düşündüğümü açıklayacağımı belirtmiştim.
***
Bir hafta önce ofisimin merdivenlerinde bir kedi yavrusu dikkatimi çekti.
Büzüşmüş haldeydi, ofisin çatı kısmına girip çıkan kedilerden birinin yavrusu olduğu düşündüm.
Iki gün ofise her giriş çıkışımda onu merdivenlerde görünce bir tuhaflık olduğunu düşünüp ofise aldım yiyecek verdim ama yemedi.
Sonra veterinere götürüp yardım istedim, hasta dediler, ilacını aldım, dört beş gündür ilacını veriyorum.
Şimdi iyileşti.
Ilaç vermek için salamla kendime yaklaştırıyordum,
dünden bu yana kendisi yaklaşıyor.
Ofise girmek istiyor.
Bacaklarıma sürtünüyor, elimi sırtına götürdüğümde yatıyor ve karnını “sevmem” için bacaklarını kaldırıyor.
Galiba kedi beni sevdi.
Yoksa Cem Yılmaz’ın dediği gibi aramızda “para-çokomel ilişkisi” mi oldu?
Parayı verdim, çokomeli aldım!
Amerikalı bir psikolog (adını hatırlayamıyorum) sevginin yeme eylemine karşı gelişen bir tepki hali olduğunu söyler.
Annenin bebeğini emzirdikten sonra bebekten ona dönen tepki!..
“Para çokomel” ilişkisi yani.
***
Türkçe, fransızca, ingilizce sözlüklerinde, felsefe ev ruh bilim sözlüklerinde “sevgi” genel olarak şunlarla tanımlanır;
“İnsanı yüksek özverilere götüren ilgi duygusu,
gönülden bağlı olma,
derin dostluk ve sevecenlik duygusu,
başka bir kişi ya da varlığa karşı duyulan cinsel yönü olan ya da olmayan güçlü bir yakınlık ve bağlılık duygusu”
Freud’a göre sevgi;
yüceltilmiş ve değişime uğramış “cinselliktir”,
Sartr’a göre “benmerkezcilik, bireysellik”,
From’a göre ise hayatın anlamı, insan ruh sağlığının tek kurtuluşu.
Adler’se “sevgi” için, içtenlikle ilgilenme eğilimi der…
İla ahir…
***
Tüm bu cümleler zihinde bir sürü fikir kabarcığı oluşturuyor.
Ne olduğu tam olarak netleşmeyen düşünceler.
Yürümek yürümektir değil mi, hepimiz aynı şeyi anlarız.
Masa, kaşık, koşmak vs.
Sevgi söz konusu olduğunda,
“aşk”ın ne olduğundan bile daha karmaşık bir tanımlama ortaya çıkıyor!
İbni Arabi onun “tanımlanamayacağı” ancak deneyimlenebileceğini söyler.
Bir de işin içine “karşılıksızlık” giriyor ki mesele bu noktada hepten arapsaçına dönüyor.
Sevgi kavramını “sahte” ve “gerçek” olan zemininde tartışmaya açan bu özellik, hemen hepimizin zihninde sevgiyle ilgili neredeyse değişmez ana kriter.
Sevgi “karşılıksız” olmalı.
Karşılık bekleniyorsa o sevgi “değildir”.
Sevgiyi sadece “bağlanmak”, “güvenmek”, “cinsel arzu”, “ilgi”, “yakınlık” ve benzeri kelimelerle tanımlamak hiçbirimizin hoşuna gitmez, buruk bir tat bırakır!.
Çünkü bunların hepsinde nesne değil özne vardır,
karşımızdaki değil biz varızdır.
Böyle bir duyguya güven duyup bağlanamayacağımız için,
bu tanımlamalardan rahatsız olur, daha başka bir özellik ararız sevgide.
“Karşılıksızlık” ve “gerçek sevgi” beklentisi böylece ortaya çıkar.
***
Şimdi,
eğer gerçek sevgi “karşılıksız” bir duygu ise o zaman şunları söyleyebilirim:
Sevgi şudur denemese de hem hissedende hem hissedilen kişi ya da varlıkta pozitif (olumlu, iyi) ruh hali yaratan bir duygudur. (Marks, sevgi hisseden kişinin karşısındakinde de kendisine yönelik sevgi açığa çıkarması gerektiğini, bu yoksa hissedilenin tam bir sevgi olmayacağını söyler)
“Sevgi” kelimesini dilimize doladığınızda ruhumuzda pozitif bir iyimserlik hali oluşur.
Sadece “sevgi” kelimesi yalın haliyle iyimser bir duygu yaratır insanda (aşk bile bunu sağlayamaz).
İşte bu nedenle sevgi yoksunlukla yani acıyla yanyana gelemez.
Karşılıksız seviyorsa insan,
yoksunluk hissetmemelidir.
Bu noktada konuyu netleştirmek için acının ne olduğunu netleştirmek gerekir ki “sevginin acı yaratmayacağı” önermemi bir yere bağlamış olayım.
Haftaya konum bu;
Acı nedir?