KABULLENİŞ
“Biliyorum.
Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.”
***
“Bulantı” romanın kahramanı Roquentin’in güncelerindeki bu paragraf, aynı zamanda tüm romanın bir özeti gibi..
Bu cümleleri kuran, bu duyguları hisseden, bunarı düşünen biri nasıl bir ruh haliyle bunları yazmıştır?
Roman, adı üstünde topluma ve kendine tiksintiyle bakıp bulantı hisseden “birinin” bu bakışını anlatır.
Romanın “varoluştan başka bir şey yok” diyen “varoluşçuluk” akımının çıkış noktalarından biri olarak görülmesinin nedeni, romandaki karakterin gerçekliğin bizzat kendisine duyduğu “tiksintidir”.
Bu yorumdan sonra şu soruyu soralım;
varlığın içindeki herşeyi “olduğu” gibi değil olmasını istediği şekilde görme alışkanlığından vazgeçip, gerçekliği tüm çıplaklığıyla deneyimleyen birinin ruh hali midir,
Roquentin’in günceleri?
Romanı okuduğunuzda ortaya çıkan “gerçekten” de çok çıplak bir gerçeklik oluyor.
O kadar gerçek ki rahatsız edici…
Tiksindirici yanı ise;
bu gerçekliğin insan tarafından reddedilmesi, bunu yaparken birbirlerine karşı sergiledikleri samimiyetsizlik, iki yüzlülük, birbirleri hakkındaki yargılara acziyet derecesinde önem verme, diğerinin onayını alabilmek için şaklaban görüntüsünü kabul eden kişiliksizlik yansımaları, ötekini kaybetmekten duyulan korkunun ezikliğin dibini bulması.
***
Bulantıyı okuduğunuzda bu gerçekliği rahatsız edici şekilde hissediyorsunuz.
Lakin romanın sadece gerçekliği yansıttığı konusunda şüphem var.
Eleştiri yapanların “nevrotik” emareler görmesini orada yazılanların bir hakikat olduğunu kenarda tutarak dikkate almak gerek.
Varoluşun gerçekliğini tiksintiyle dile getirmenin Jean Paul Sartre açısından kişisel bir boyutu var mı?
Roquentin gerçekten kendini sorgulamanın sonucunda mı varmıştır bu algılama ve yorumlama biçimine?
30 yaş bu algılama “netliği” için erken değil mi?
(bu benim kusurum da olabilir☺)
Yoksa gerçekliğin bu kabulleniş hali, kabulleniş gibi görünse de Any’ye karşı hissedilen duyguların, ona dair beklentilerin ve geçmişte yaşanmış ilişkilere duyulan hayal kırıklıklarının bir sonucu mudur?
Kustadığı bir aşktan vazgeçen birinin öfkesi mi var bu tiksintinin altında?
Ya da yoksa,
39 yaşında bi seksüel olduğunu farkedip ilk orgazmını hemcinsiyle yaşayan bir sevgiliyle olmanın, 20 yüzyılın en özgür ilişkisine sahip olurken özgürlüğün bedelini bağlanamamanın acısıyla ödeyen bir yazarın romanının kahramanı olmak mıdır,
Roquentin’e bunları söyleten?
İlaa ahir!..
Bu soruları sordurtan şeylerden biri kuşkusuz,
Roquentin’in kendine ve topluma bakışıyla Camus’un “Yabancı”sındaki Meursault bakış açısındaki farktır.
Aynı gerçekliğe karşı Mersault umursamazdır, gerçeği kabullenmiş olduğunun bile farkında değildir, kendine bile yabancıdır, uzaktır ta ki ölümle burun buruna gelinceye kadar.
Meursault ve Requentin;
gerçekliğe karşı biri umursamazdır diğeri öfkelidir.
Meursault’un umursamazlığı Requentin’in öfkesine soru işareti gönderiyor…
***
İçinde duygunun olması gerçekliği değiştirir mi?
“Seni bu kadar çok sevmeme değmezmişsin” dediğimizde,
bu cümleyi bir öfkeyi ifade etmek için kullanıyor olsak da çoğu zaman bu cümleler bir gerçekliğin itirafı değil midir?
Kim bu denli çok sevecek kadar “diğerlerinden” daha değerli olabilir?
Gerçek bazen bir öfkeyle “dile” gelir.
Bazen öfkedir gerçeği “kabullenmenin” yolu.
Duyulan öfkenin nedeni, gerçekliği kabullenmenin acısıdır çünkü.
Öfke onu kusurlu yapmaz.
Aksine bir vazgeçiş anıdır ve kıymetlidir.
Bu cümleyi kurup, ardından şu cümleyi kuryor musunuz;
“Keşke bu kadar çıplak görmesem herşeyi, bende başkalarının gördüğü gibi baksam, takılmasam, tıpkı eskiden yaptığım gibi yapsam, hissetsem ve devam etsem”
Morpheus’un Neo’ya söylediği gibi “gerçekliğin çölüne” hoşgeldiniz o zaman!..
Ne kadar kabul edebilirsiniz, buna ne kadar dayanabilirsiniz bilmem, lakin “gerçek” tam da şu anda bu bakışınızda…