İNSANIN ANLAM ARAYIŞININ ÇARESİZLİĞİ ÜZERİNE..
Eğilip yerden bir dal parçası alırsam, Monty hemen koşmaya başlıyor. Beklenen o harika şey oluyor: Artık bir görevi var. Bu görevi değerlendirmek aklına hiç gelmiyor. Kendini sadece görevini yerine getirmeye adamış durumda.O dal parçasını almak için mesafe farketmeksizin koşmaya, yüzmeye, her türlü engeli aşmaya hazır.
Dal parçasını bulunca geri getiriyor çünkü görevi sadece dal parçasını bulmak değil,, aynı zamanda geri getirmek. Ama bana yaklaşırken daha yavaş hareket ediyor. Bana vermek ve görevini tamamlamak istiyor ama görevinin bitmesinden ve yeniden bekleme pozisyonuna geçmekten nefret ediyor.
Benim gibi onun da kendisinin ötesinde bir şeyin hizmetinde olması gerekiyor. Ben hazır olana dek beklemek zorunda. Benim gibi dal parçasını fırlatacak birine sahip olduğu için çok şanslı. Ben de Tanrı’nın benim için bir dal parçası atmasını bekliyorum. Uzun zamandır bekliyorum. Kimbilir bir daha ne zaman dikkatini bana çevirip benim Monty’ye yaptığım gibi bir görev hissi duymama izin verecek?
The Listener, Allen Wheelis
Kuşkusuz bu anektod, insanın anlam arayışı hususundaki çaresizliğine iyi bir göndermede bulunuyor.
İnsanın en büyük çaresizliğinin ona ne yapması, nasıl yaşaması gerektiğini söyleyecek birinin olmaması olduğunu dile getirmek, çarpıcı duruyor, insanın içine dokunuyor.
İnsan,
ona ne yapması gerektiğini söyleyecek biri olsa yani Tanrı bir gün çıkagelip görünse ve insana hayatının anlamının ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini söylese herhalde çok şey değişirdi.
Lakin anlamsız ve amaçsızlık batağındaki acımızı dindirir miydi, şüpheliyim.
***
“Böyle biri olmadığını göre,
Insan, anlam ve amaç sorunsalını kendisi çözmek zorunda kalır” diyor,
Irvin Yalom.
Nasıl?
İnsan gerçekte varolmayan bir amaç bulur kendine ve bu amacı gerçekmiş gibi sahiplenmeye çalışır diyor.
Kendisi üretmeli ama aynı zamanda kendisi üretmemiş gibi hissetmeli, davranmalı.
Öğretmenin hasta olup derse gelmeyeceği yalanını uydurup, yalan dönüp dolanıp başka bir arkadaşında kendisine geldiğinde ona inanan öğrencinin safdilliğine sahip olmalı.
Din, başarı odağı, aşk, sanat, bilim, spor’a vs adanmak gibi der, Yalom.
Örneğini verdiği bu amaç durumlarının ortak özelliği;
bunlardan birine adanmış olanın adanmış olduğu şeyle ilgili kendini sorgulamaya kapatmasıdır.
Anlamın bozulmaması, belirsizlik çukurunda boğulmamak için bu algılma durumunun gerekli olduğu açık.
Yalom’un kendini ateist olarak tanımladığını da yukarıdaki yorumlarına ve benim onun sözlerine eklediğim yorumlara ekleyerek,
amacın gerçekte varolmayan, ihtiyaç nedeniyle üretilmiş bir aygıt olduğu sonucuna varabiliriz.
***
Başa dönelim;
Köpek,
Sahibi tarafından atılan sopayı bulmaya giderken çok heyecanlı ve hızlı,
dönerkense yavaştır ve sallana sallana gelir…
Neden?
Sahibi memnun etme arzusu..
Atılan sopayı bulabilecek mi bulamayacak mı?
Sahibini memnun edecek durumu yaratabilecek mi yaratamayacak mı?
Bu kaygının güçlü bir etkisi var köpeğin davranışında.
Yani amacın arkasında duygunun, dürtünün onu güdülemesi var.
Peki,
Insan-Amaç arasındaki ilişkide de duygu-dürtünün baskısı söz konusu olabilir mi?
Boş bir yorum olmaz;
çocukluk döneminin sorunsalı olmayan anlam ve amaç sorununu
“onanma (bağımlılık) ihtiyacı” ve “ölüm korkusunun” güdülediği düşüncesi…
***
Beyin kemiren, cevapsız sorular;
Kimim ben?
Yaşam ne demek?
Varoluşun gerçeği nedir?
Bu soruları anlamsızlığın yarattığı bunalım nedeniyle mi soruyorum kendime?
Yoksa ölüm korkum, yalnızlık korkum mu beni güdüleyen?
Başa çıkılmış bağımlılık ve kabul edilmiş ölüm, hayatıma bakışımı değiştirir mi?
Anlamsızlık ve amaçsızlık sorunsalımı azaltır ya da bitirir mi?
Adanmış hayatların ardından yapılan sorgulamalar,
özellikle de travma yaşayanlar (kanser gibi hayatı sorgulamaya götüren travmalar) neden hayatlarının sonraki bölümünde yakın ilişkilerine daha fazla eğilir, hayatlarını yavaşlatır, iş, başarı istekleri, yatırım yapma tutkuları azalır?
***
Amaç ve anlam arayışında hayat, yarındadır.
Bugün kaçırılır.
Hepimiz için güçlü bir sorudur;
Hayatı bugüne getirmenin, bugünü yaşamanın yani yaşamı yaşamanın yolunun amaç ve anlam arayışından kurtulmak olup olmadığı.
***
Konuyu kapatmadan şu düşüncemi belirtmeliyim;
“Amaç” ve “adanmanın” karıştırıldığını düşünüyorum.
Yalom’un bunu görememiş olması tuhaf geliyor.
Belki de evlenip hiç ayrılmamış olması halen aynı kadınla evliliğini sürdürüyor olmasıdır bu farkı göremeyişinin nedeni, kimbilir.
Belki de benim yorumlamamdadır sorun.
Bilmiyorum.
Bence yaşamak yaşamın amacıdır zaten.
Hergün sabah kalkarım, film izlerim, siyasetle ilgilenir, ofise gider çalışırım,
Rüzgarla, ailemle arkadaşlarımla vakit geçirir, bazen spor yapar, okur, yazar, keyif aldığım ne varsa onları yaparım..
Bunları hergün kendiliğinden yaparım.
Bir anlam aramam bu yaptıklarımda.
Severim bunları yapmayı.
Yaşamayı severim.
Bence sorun amacımızın olmaması değil, amaç zaten ortada, yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz, bence sorun insanın kendini bir şeye “adama” ihtiyacı.
Adanma ihtiyacı…
Kendini bir şeyler için yok etme ihtiyacı..
Ölüm arayışı…