İLK ACI
İnsanın “ilk günahı” ve “ilk acısıyla” bir derdi var.
İnsanlık tarihi bunun öyküsünü anlatıyor.
İlk günahın bedeli cennetten kovulmayla ödendi.
Ya ilk acının bedelini?
***
Bizimkiler dizisinde Uğurtan Sayıner’in canlandırdığı meşhur “sarhoş cemil” karakteri vardı.. sokakta ya da oturdukları binada seyirlik bir olay olduğunda pencereye koşar,
“sevim koş koş” diye çağırırdı eşini.
Millet olarak biraz hevesliyizdir başkalarının hayatıyla meşgul olmaya..
Başkalarına bakıp kendi hayatımızın kıymetini bilmek, kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak yeterli, değerli hissetmek kişisel sorunlarımızla baş etme biçimimizdir bizim.
“Birilerine acırken, kendimize dair gizli bir sevinç duyarız”.
Şu sıralar Netftix’de izlenme rekorları kıran “bir başkadır”,
TRT 1 deki “Masumlar Apartamanı”,
TV 8’deki “kırmızı oda” ya gösterilen rağbet, sarhoş Cemil’i hatırlatıyor bana…
Başkalarının hayatlarına duyulan merakın yansıması mı bu dizilere olan yoğun ilgi?
Seyirci bu niyetle mi bakıyor emin olamasam da bu dizilerle ilgili beni rahatsız eden asıl şey de bu değil zaten!
***
Bu dizilerin verdiği ortak mesaj şu:
Hepimizin bugün mutsuz olan yaşamlarının nedeni, geçmişte yaşadığı “acı verici” olaylardır.
Anne baba ilişkilerini merkeze alan, hepimizi kader mahkumu haline getiren, insanı etken değil de edilgen bir varlık konumuna indirgeyen sinir bozucu bir yaklaşım bu.
Ne kadar zalim olursak olalım affedilecek bir yanımız var.
Çünkü biz özümüzde iyiyiz.
Kendi kişisel hayatımızı mahvetsek de seçimlerimizle, bunun nedeni biz değiliz;
bizi bugün böyle yapan şey, “geçmişte” yaşadıklarımızdır.
O kadar eski ki hatırlayamayacağımız kadar uzak.
Hatırlayamadığımız için anılarımız bize ait olmaz.. bu bugün yaşadığımız her sorundan ya da yanlış davranıştan kendimizi ari kılma imkanı yaratır.
Çocuklarının mutsuzluğundan kendini suçlu hisseden bir uygarlık yaratmak mıdır niyet?
***
Bu diziler,
izleyenlerin zorlandıkları durumlara karşı tolerasyonlarını artırmıyor, olayı kapatıp devam etmelerine imkan sağlıyor.. kendilerine zarar veren insanları anlamalarını değil affetmelerine, kendi hatalarıylayüzleşmelerine değil kendilerini haklı görmelerini sağlıyor.
Bu, ne gerçekçi ne de sorun çözücü bir bakış açısı!
***
Bu dizilerdeki yanlış enformasyonlardan bir diğeri ise “sorunlarımızın çözümünün geçmişte aranacağıyla” ilgili mit.
“Geçmişle yüzleşme”,
insanın kendini anlaması, sorunlarının çözümü için bir araç değil amaç haline dönüşüyor bu mitle birlikte.
Geçmişin acı yaratan ve unutulmuş travmalarıyla yüzleşmenin kişilerin hayatına katkısı yadsınamaz.
Ancak,
bunu iyileşmenin ön ve yeter koşulu olarak görmek, “psikanalize tapınmaktan” başka bir şey değil!
Yıllardır çalışırım,
bugün yaşanan sorunların nedeni olduğu düşünülen travmatik anıyla yüzleşip,
ister öfke ister acıyla ortaya çıkan katarsisin sorun çözdüğünü görmedim.
Tek başına katarsis “duygusal mastürbasyondan” başka bir şey değildir!
Katarsis anları kişilerin sorunlarının ne olduğunu anlama yönündeki bilişlerini derinleştirir, ancak sorun çözmezler.
Sorunu çözmeleri için ne yapmaları gerektiğini, üzerinde yürüdükleri yolun doğru olup olmadığını gösterirler,
ancak,
yolun kendisi değildir travmayla yüzleşme.
***
“Kendini analizin araç olmaktan çıkıp, amaca dönüşmesi” bir meslek hastalığıdır bizde.
Analiz insanın kendini anlamasını sağlar,
ama bu bir amaca dönüşürse kişinin hayatını tanımlayan şey olur ve insanın kendisi olması yönündeki en büyük engel haline gelir.
Bu sorunu en net kendini analiz ederek beni manüple eden danışanlarımda görürüm.. bu danışan seansta danışan olmayı bırakır,
benimle birlikte kendini analiz etmeye başlar.. böylece odada iki psikolog onu analiz etmeye kalkarız.. tuhaf, anomali bir görüşme çıkar ortaya.. ben durumu kavrayıncaya kadar ortada görünen; danışanın ne kadar çok iç görü sahibi olduğu, görüşmenin de ne kadar derinlik yaratan bir görüşme olduğu yanılgısıdır.
Terapiler başlar başlamaz “hadi çocukluğuna dönelim” arzusu, terapiyi böyle bir çalışma biçimi olarak görmek,
“terapi seyrinin kişiyi geçmişe götürmesi” değil de bizzat “terapistin görüşmeyi manüple edip geçmişi kurcalamaya çalışması”,
aracın amaca dönüşmesine neden olur.
Bana göre bu bir sağaltım seansı değil, terapistin danışanını bölüp-parçalara ayırdığı bir çalışmadır.
Görüşme sonunda ortaya çıkan şey bir kavrayış derinliği değil, bölünüp-parçalanmış bir zihindir.
Oysa geçmiş,
terapi seyrinin terapisti de danışanı da götüreceği bir yerdir.
“Geçmişi bugünün tamiri için çözüm yeri” olarak görmek, yanılgıdır.
Travma değildir kişiyi hasta eden, ona karşı geliştirilen savunma mekanizmalarıdır.
Ve bunlar bir kez geliştirilip, kişiliği inşa etmezler.
Günler, haftalar, aylar, yıllarca her durumda aynı savunma tekrar ede ede kişinin bilincine, kişiliğine işlenir…
Bu nedenle bir lahananın yapraklarını teker teker açmaktır terapi ve sağaltım
Bu nedenle,
“tüm seanslar travmayla yüzleşilecek tek bir seans” için yapılmaz.
Her seans bir adımdır.
Yalom’un “burada ve şimdi” ısrarının nedeni budur.
***
Geçmişi,
anlamanın değil de affetmenin parçası haline getirmek adalet anlayışımızı da kökünden sarsıyor.
Suçluları suç işleyen biri olarak görmek yerine rehabilite edilmesi gereken hasta gibi algılamaya varıyor işin sonu.
Her suçlunun suçlu olmasına neden olan bir geçmişi vardır kuşkusuz.
Lakin, ne yapacağız?
Kadınları öldüren, çocuklara tecavüz edenleri cezalandırmak yerine tedavi mi edeceğiz?
***
Dizilerin bakış açısı bizi ilişkilerimizde tutuk hale getirecek bir konsepte sahip aynı zamanda.
Kişilerin yaşadıkları elim olaylardan sonra da ilişkilerini devam ettirmelerini sağlayan,
“karşı tarafı anlama konusundaki yoğun çaba” oluyor.
Gördüğü her ezadan sonra “aslında niyetinin öyle olmadığını, aslında sevdiğini, aslında onun da öyle olmasına neden olan kötü bir geçmişinin” olduğunu düşünülüp;
empati yapma patolojik ilişki biçiminin aparatına dönüştürülüyor.
Ortada olan şey empati değil “empatinin sırtına binmek” oluyor,
dizilerin travmanın sırtına binmesi gibi.
***
Bu dizilerin çekimlerine, oyunculuklarına laf etmiyorum, haddimi aşar.
“Masumlar apartmanı” ve “kırmızı oda” dizileri Gülseren Buğdayıcıoğlu’nun “madalyonun içi” kitabından uyarlanmış ve dizilerin tanıtım fragmanında hem ondan hem de psikologlardan danışmanlık alındığı yazıyor.
Ancak,
bana göre kurgu gerçekçi değil, çok fazla abartı var.
Geçmişle bugün arasında kurulan bağlantılar çok mekanik.
Annesinin kırdığı kurşun askeri çöp tenekesinde aramak,
Annesine hissettiği suçluluğu onun obsesyonunu üzerine alarak tolere etmek,
Aynı aileden herkesin obsesyona bulaşması…
Flim gibi.
Ama hayat bir film değil!