İLİŞKİ NASIL KURTARILIR?
Terapistler danışanlarının hayatlarıyla ilgili “karar verici” olmaktan kaçınır.
İşler yolunda gitmediğinde kendilerinin sorumlu ve suçlu gösterileceği kaygısı yaygın olsa da, benim gibiler buna çok aldırmaz.
Bir çok terapistse “danışanı yönlendiren uzman” olmayı diğer meslektaşları tarafından yargılanacak bir durum olarak görür ki olan da budur..
Ben danışanın yönelendirilmesini “yanlış” bulmam, işe yarar bir sonuç durum ortaya çıkaracağını düşünürsem, yönlendirmekten de kaçınmam.
Bu, aynı zamanda bir “nevroz teorisi”dir.
Neo freudyen akımdan Amerikalı Psikiyatr Harry Stuck Sullivan’ın “İlişkiler Kuramı”nı kastediyorum.
Bu kuram merkezine;
“kişiler arası ilişkilerin tüm nevrozların kökeni olduğu” düşüncesini alır.
Benim çalışmalarımın da özü budur.
Karşı cins (romantik bağlanım içeren ilişkiler) ilişkilerinde uzman olduğum algısı kısmen eksik kısmen de çarpıtılmıştır.
Benim ismimle karşı cins ilişkilerinin bu kadar öne çıkmasının nedeni bir neden yetişkinlerle çalışmam (çocuk ve ergenlerle çalışmıyorum), diğer nedeni ise yetişkinlerin dünyasındaki en yaygın bağlanma sorununun karşı cins (romantik) bağlanımları olması.
Her ne kadar bağlanma sorunlarının temeli “birincil aile ilişkileri” olsa da kişiler anne-babalarıyla ilgili sorunlar gelmezler çoğu zaman görüşmeye.
Meselenin oraya kayması terapi sürecinin seyrinde olur genelde.
Sullivan’ın da belirttiği gibi “Terapistin kendi enerjisini hastası için kullanması”, hastanın vevroza yol açan sorunlarının çözümünde önemli bir “dayanak” oluşturur.
Hasta terapiste “bağlanıp” ondan aldığı güçle hayatına, sorunlarına bakar ve sorunlarının çözümü için adım atar.
Terapistin kendi enerjisini hastası için kullanmasının bir boyutu, danışanın ilişkileriyle ilgili yönlendirilmesi, attığı adımlarla ilgili desteklenmesidir.
Elbette bu kuramda destek ilişkin kurtulması değil, danışanın güçlenmesi, kaygılarının yavaşlaması, kendine güveninin artması, küçük yaşlarda yaşanan travmalar nedeniyle ortaya çıkmış sorun oluşturan kalıp davranışların değiştirilmesidir.
Özne ilişki değil, danışandır.
Karşı cins ilişkinizi “stratejik” bir şekilde kurgulamak isteyebilir, hatta terapi sürecini bu şekilde yapılandırmak isteyebilirsiniz.
Yani sizin için,
kişisel gelişiminiz, bağlanma sorunlarınız ya da başkaca terapötik meseleler önceliğiniz olmayabilir,
sadece ilişkinizde sizin talep ettiğiniz duygu davranışların ortaya çıkmasını önemsiyor olabilir ve terapistten bunun için destek istiyor olabilirsiniz.
Doğrusu yanlışı, işe yarar olup olmaması ve sonuçlarıyla ilgili ayrı bir tartışma konusu.
Buna saygı duyarım.
Bunun ipuçlarını vermeye çalışayım…
Stratejik plan yapmak için insanın ilişkiyle ilgili “sorunsallarını” biliyor olmanız gerek.
İlişkide ihtiyaç duyulan, bağlılık/bağımlılık yaratan hususları, kaygı/korku hissedilen davranışları biliyor olmalısınız.
Ki buna göre tutum/davranış geliştirerek karşınızdakinde “arzu” ya da “bağlılık” geliştirebilesiniz (bu stratejik planı kendinizde de benzer duyguları geliştirmek için yapabilirsiniz, ben yazıda bunu karşı taraf üstünden irdeleyip açıklamaya çalışacağım).
Bir ilişkide “duygusal” seyri belirleyen temel süreçleri ben dört ana kategoriye ayırıyorum:
1. İlişkide “özgürlük” ihtiyacı,
2. “Değerli hissetme” ihtiyacı,
3. Varoluşsal kaygı (“güvenlik ihtiyacı”) tolerasyonu,
4. kaybetme endişesi (korkusu)
İlişkilerin seyri, sorunları, çözümleri bunların varlığı yokluğu ya da derecesi üzerine şekilleniyor…
Açarak devam edeyim..
Hepimiz ilişkide kendimizi “özgür” hissetmek isteriz.. insan, ancak kendini özgür hissettiğinde “arzu/tutku/istek/aşk” hissedebilir.. Özgür hissetmiyorsa bu duygular başlangıçta olsa bile yok olur.. İlişkinizi kurtarmak istiyor ve bunun için bir strateji geliştirmek istiyorsanız, karşınızdakine “kendini özgür hissettirmelisiniz”, bu, stratejik planınızın olmazsa olmazıdır.
İkinci husus, değerlilik ihtiyacımız yani sevilme arzumuzun ilişkide tatmin edilmesi.. Hepimiz “arzulanmayı, sevilmeyi” severiz, buna “bağlılık” geliştiririz. Tutku duymadığımız kişilerden bile bu yüzden ayrılmakta zorlanırız. Sevilmek, arzulanmak; kendimizi cinsel kimlik açısından değerli hissettirir. Bize hissedilen arzu, bağlılık, yapılan iltifatlar kendimizi güçlü, değerli, istenir birisi gibi hissetmemizi sağlar, bu da kendimize olan güveni artırır. Hissettiğimiz bu duygular da bağlanmamıza neden olur.
Üçüncü husus, güvenlik tolerasyonudur. Güvelik duygusu tolerasyonu, kişinin karşısındakinin hayatında onun kişisel varoluşsal sorunlarının çözümünde işlevsel bir role sahip olmasıdır.. Bu, karşınızdakinin size ihtiyaç hissetmesini sağlar. Onun varoluşsal kaygısını üstlenmek size bağlanmasını, bağımlı olmasını sağlar (bu tür bir bağda “bağlanma” ya da “bağımlılık” terimleri birbirinden farklı bir içeriğe sahip değildir). Bu işlevsel rol, ekonomik destekten psikolojik desteğe kadar maddi manevi açıdan pek çok hususu kapsayabilir (karşı tarafın ihtiyacı olan neyse bu buna göre şekillenir).
Dördüncü husussa açmaya çalıştığım bu üç hususun sonucu olarak ortaya çıkacak olan “kaybetme endişesi” ya da korkusudur. Karşınızdakine hem kendini değerli hissettirip, hem de ihtiyaçlarını karşılarsanız onu size bağlar/bağımlı kılarsınız. Bu bağ, çoğunlukla bunları yapanın beklentilerini içerdiği, beklenti yansıtıldığı için karşı tarafın özgürlük hissini manüple eder. Bunun sonucu arzu kaybı, karşımızdakinin ilişkiden uzaklaşmasıdır. Bu sebeple öyle davranmalısınız ki karşınızdaki hem bir yandan değerli hissetmeli, ihtiyaç hissetmeli ve hem de bunlar onun özgürlük hissini manüple etmemeli. Onun duygusal ihtiyaçlarını karşılarken özgürlük kaygısını da üstlenmelisiniz. Bunu da ona “kendisinin vazgeçilmez olmadığını” hissettirerek ya da ilişkiden gitme ihtimalinizin olduğunu hissettirerek yapabilirsiniz. Ancak bu duyguları hissettirirken de ona kendini “değersiz hissettirmemeli”, size “ihtiyaç duymasını engellememelisiniz”.
Tüm bunların sağlanması durumunda,
bağ ve kaygı aynı anda hissedilir ki bu durum;
“arzu, istek, tutku, aşk”ın kaynağıdır.
Bu meseleyle ilgili en karmaşık bölümse bundan sonra başlar;
Örneğin;
Karşımızdakine kendini değerli hissettirken kendimizi nasıl cepte hissettirmeyeceğiz?
Yani sınırlar meselesi…
Bu kısmı uzun ve karmaşık bir mesele…
“İlişki politikası” adlı kitabım bu konuları geniş şekilde işleyecek…
Başlık açıp bırakmış olayım.
Haftaya görüşmek üzere,