İliş -ki- İlişkin Olsun
Sıkça duyulur;
“hiç böyle değildi, aylarca, yıllarca beraber olduk, gezdik, onca şey yaşadık ama şimdi birden değişti!”
ister evlilik öncesinde, ister evlilik başlangıcıyla meydana gelen bu değişiklikler nereden kaynaklanıyor?
Bu noktaya gelinmeden önce, her şeyin mükemmele varan kusursuzlukta işlediği ilişkiler, neden, aniden duvara çarpmış gibi hayal kırıklığı yaratıyor?
Hayal kırıklığının hemen öncesindeki o; duyarlı, anlayışlı, sorumlu, destekçi sevgili nerede kaldı?
Onun yerine “türeyen” bu; bencil, sadece kendisini düşünen, tüm sorumlulukları karşı tarafa yükleyen, sürekli mazeretleri ve yorgunlukları olan karakter de nereden çıktı?
“İnsan bu, çiğ süt emmiştir” düşüncesinin merkeze alındığı bir heyulayı, kendi içinde barındırır çoğu zaman bu yakınmalar…
Hani, insan öyle nankördür ya, her şey iyi giderken bile birden sırtını döndürüverir ya!
Öyle tanımlanınca insan, bu “ağıtların da” dikkate alınması gerek elbet.
“Ben seni böyle tanımamıştım Tarık” türünden klasik Türk filmlerini andıran bu sahneler; aldatılanın tamamen masumluğu üzerine kurgulanırken, aldatana ise, insanın doğuştan hainliğine gönderme yapılarak bir “çare” bulunmuştur…
Öyle midir peki?
Özellikle erkeklerin nankörlüğünden, kadınlarınsa nasıl da aldatılmış masum insancıklar olduğundan dem vuranlar, haklı mıdırlar gerçekten?
Bu uzun bir mevzu…
Bizim toplumumuzun ilişkilerinin büyük bir çoğunluğu, “gerçek ilişki”ler değildir!
Gerçek ilişkiyle sahte ilişkiyi birbirinden ayıran en önemli nokta; kişinin yada kişilerin ilişki içinde “gerçekliğidir”…
Kişiler eğer, ilişki içinde, “gerçek kişiliklerini” sergiliyor, kırgınlıklarında, kızgınlıklarında, arzularında “ikircikli” tavır sergilemiyorlarsa, bu gerçek bir ilişkidir.
“Bir insan, neden ilişki içinde yapay bir kalıpla ortaya çıkar” sorusunun cevabı ise; kişinin ilişkiye dair yoğun ihtiyaçları olarak karşımıza çıkar…
İlişkiyi “yaşayanın” ilişkiye olan “ihtiyacı” o kadar fazladır ki, o ilişkiyi elinde tutmak için normalde yapmayacağı bir sürü şeyi yapar!
Mesela;
“Kırgın” olmuştur ama kırılmaz, içine atar. “Kızmıştır” ama öfkelenmez, içine atar. “İstekleri” karşılanmıyordur ama söylemez, içine atar.
İçine atar, çünkü; içine attıklarını dışarı çıkartırsa ilişkiyi kaybedeceğinden, karşıdakinin onu istemeyeceğinden “korkar”!
“İlişkiye sahip olmak”, kendinden bile önemli olduğu için, tüm duygularını erteler.
“Zanneder ki”; ileride bir gün, ilişkileri tamamen onların olunca, tüm bu sorunlar ortadan kalkacak!
Farkında değildir; bu gün ertelediği tüm duygusal sorunlar, yarın problem olarak önüne çıkacak!
Şimdi ertelediği tüm duygusal tepkilerini “sonsuza değin” ertelemiş zanneder.
Ama öyle olmaz…
İlişki onun için “önemini yitirdiğinde” ki evlilik başlangıcı genellikle bunu sağlar; artık sakladığı tepkilerini saklamaya “gerek kalmamıştır”, kendini artık rahat bir şekilde ifade edebilecektir, kendini kasmaya, zorlamaya gerek yoktur.
Şimdi rahattır yani, içinden nasıl geliyorsa öyle davranabilir,
Yani kendisidir artık…
Aldatmıştır karşı tarafı!
Ancak, kendisinin bile farkında olmadığı bir aldatmadır bu!
Bu yüzden bir çok erkek, evlilik öncesindeki romantizminden eser kalmamış olmasına;
“hem şaşırır hem hayıflanır…”
Bizde ilişkiler ilişkiden ziyade “alış” ve “veriş” üzerine oturmuştur.
Oturmuştur, çünkü ilişkide gerçek kişiler yoktur…
Bir ilişkinin ilişki olabilmesi için ilişkiye “ilişmek” gerekir…
Ki bu eylem, “gerçek kişilerin” ilişkiye ilişmesiyle hayat bulur…