“İKİNCİ EL” HAYATLAR
Mutfak dolabındaki buzdolabı, yerini doldurmamış, küçük, tek kişilik, ikinci el.
Salondaki koltuklar da öyle.
Yerdeki halılar, camlardaki tül ve güneşlikler, estetik kaygısı güdülmeden alınmış,
sadece ihtiyacı karşılıyor, o kadar.
Televizyon bile alınmamış, daha büyüğünün, daha pahalısının ileride alınacağı düşünülerek.
Evin kendisi dışında her şey “ikinci el hayat” gibi duruyor.
Daha iyisinin yaşanacağı zamana kadar, “idare edilen” bir hayat!
Paranın yokluğu değil mesele, hayatın ertelenişi…
***
Böyle mi olmalı?
İlk bakışta akıllıca duruyor.
Yarın evlendiğinde her şeyin yenisi alınacak, doğal olarak bir sürü para boşa gitmiş olacak.
Lakin,
Akıllıca gibi görünen, ancak temelde irrasyonel bir davranış bu.
Evleneceğinin garantisi mi var?
Birinin seni seçeceğinin, senin birini evlenecek kadar isteyeceğinin garantisi mi var?
İstesen de istese de evlenip ayrılmayacağının garantisi mi var?
Üstelik böyle yaparak,
bugünkü hayatının konforuna yatırım yapmayarak;
ertelediğin yarın geldiğinde, hayatı kaçırdığın korkusuna yenik düşüp ya da daha iyisini kendin için yaratamayacağın kaygısına kapılıp,
olağan durumda hiç istemeyeceğin birine kerhen “evet” deme ihtimaline kapı aralamış olmuyor musun?
***
İnsan ne için çalışır?
Neden kazanır?
Bu soruya o kadar insan az insan “konforu için” cevabını verir ki!
“Rahat etmek” cevabı bunu karşılamaz.
Rahattan kasıt konfor değil, güvenlik kaygısıdır çünkü.
***
Hayatın yarına ertelenişi, evlenmek için yaşamayı bekleyerek yapılmıyor sadece.
Emekli olmayı bekleyenler,
Ev alıp, borcunun bitmesini bekleyenler,
Arabanın taksitini,
Çocuğunun büyümesini bekleyenler,
İşinde terfi, maaşına zam bekleyenler…
İnsanın yarına dair umudu bitmiyor, lakin o gün bir türlü gelmiyor.
Geleceği de çok şüpheli!
Schopenhauer
“İnsanın hayatla ilgili en büyük yanılgısı, hayatın onu mutlu edeceğini düşünmesidir” der.
Bu düşünce yüzünden mi “ikinci el hayat”lar yaşıyoruz?
Aslında daha iyisini bugün yaşayabilecekken, bunu yapabilecek imkana, kazanca, güce sahipken;
bugüne yatırım yapmak yerine, geleceğe yatırım yapmamızın, hayatı yarına ötelememizin nedeni bu mu?
Yoksa,
Yalom’un söylediği gibi “bugün, burada ve şimdi de” yaşamayı bilmeyişimizden mi bu ertelemenin nedeni?
Oysa, yaşamın doğası bugün, burada ve şimdi de değil mi?
Bir aslan, bir ceylan doymak için, uyumak için, çiftleşmek için yarını bekler mi?
***
Belki de Norman Brown’un belirttiği gibi,
Ölümden duyulan korkudur, yaşamı reddetmenin nedeni.
İdam mahkumunun intihara sürüklenmesi gibi bir şeydir, yarın yarın yarın dememizin nedeni…
Ya da Horney’in söylediği gibi “parçalanmış bağın sancısıdır”;
bir yandan yaşamak isteyip, diğer yandan korkup ertelemenin nedeni.
Bilinen ve görünen şu ki;
Hayatı yarına erteleyerek, bir umuda tutunarak yaşamak anlamlı gelse de,
Başka türlü nasıl yaşanır, bilmesek de,
Geleceği düşünmekten vazgeçip, umut ettiğimiz yaşamın hiçbir zaman var olmayacağını düşündüğümüzde Camus’un “saçmalığına” gömülmekten, her şeyin tatsız tuzsuz görünür olmasından endişe etsek de;
Kurtuluş belki de kurtulma çabasından vazgeçmektedir.
Teslim olmak değil bu,
Yüzleşmektir!
***
Bugünü yaşamak, bilmediğimiz bir şey!
Tecrübe etmediğimiz bir şey.
Belki de unuttuğumuz, bize unutturulan bir şey!
Belki de yeniden hatırlamamız gereken bir şey!
***
Cebinde paran var.
Paranla evi içinde kendini iyi hissedeceğin şekilde donatabilirsin.
Ama bunu yapmak demek, evlenme fikrinden vazgeçmek demek değil mi?
Yarın evlendiğinde onca paranın, emeğin ziyan olması demek değil mi?
Yok, değil!
Bunların hepsi boş, saçma sapan, insanın aklını, ruhunu hapseden kaygılar!
Yaşamaktan korkanın,
Bağlanmaktan korkanın,
Mantıklı gibi görünen ama içi boş kaygıları…
Üstüne korkuluk asılmış tarlalara döndürmek için hayatı,
Herkesin mantıklı gibi görünen bir nedeni var kuşkusuz.
İşe yarıyor gibi görünse de, geçip giden bir ömür oluyor.
“Bir ömür yaşamak için bir ömür harcıyoruz” dediği gibi Can Yücel’in…
Mesele eşya değil,
Anlaşıldım değil mi