HERŞEYİ DÜZELTECEĞİM
“Dark”, haftalarca 1 numara oldu Netflix’te.
Senaryosu sondan başa doğru ilerleyen dizide, sonuç gibi görünen her olay başka bir olaya bağıntılandırılarak anlatılmış.
“Sonucun nedeni bir başka nedenin sonucu” olarak işlenmiş.
Dizi “zaman yolculuğunun paradoks yarattığı için mümkün olmayacağı” düşüncesine çok farklı bir açıdan yaklaşmış.
Dizi,
“zaman yolculuğu mümkün olsa da paradoks yaratamaz,
çünkü geçmişi değiştiremezsiniz,
değiştirdiğinizi düşündüğünüz şey sadece olaydır, sonuç değişmez” diyor.
“Zamanın kısa tarihi”nde zamanın sonsuz olmadığını ve bir başlangıcının ve sonunun olduğunu belirtir Hawking, Einstein ise göreceli olduğunu…
Dizi bu fizik teorilerinden esinlenip, doğu mistisizmindeki “başlangıç ve son aynı şeydir” mottosu üzerine kurmuş senaryosunu.
Ve adını hiç anmasa da baştan sona sürekli Freud’un psikanalizine gönderme yapmış;
Freud’un “uygarlığın nevroz, insanın nevrotik olduğu” düşüncesini kendine temel almış.
***
İçeriğe dair…
Dizi senaryosu “acı veren olayların geçmişe dönülüp değiştirilmesi” arzusuna dayanıyor.
Şu soruyor gizlice:
Suçluluğumuzun yarattığı pişmanlık, pişmanlığın uzantısı olan KEŞKE mümkün olsaydı, sonuç ne olurdu?
Diziyi kaleme almamın nedeni de bu soru.
Dizi karakterlerinin neredeyse tamamı geçmişe gidip, acı verici olayı ortadan kaldırıp, kendilerine acı veren olayı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Senaryosu kadar güçlü bulmadığım finali ise bize hiçbir şeyin değişmediğinigösteriyor.
3 sezon 28 bölüm boyunca da bunun neden mümkün olmadığınıgöstermeye çalışıyor dizi.
Neden değişmiyor peki?
Dizi ana karakteri Jonas’ın sürekli diline doladığı “herşeyi düzelteceğim” mottosu neden işe yaramıyor?
Geçmişe gidip bir kazayı, bir ölümü, bir cinayeti engellemek, bir yalanın, bir aldatmanın başlangıcını engellemek, neden sonucu değiştirmiyor?
Senaryonun cevabı insanı insan yapan temel özellikleri; arzuları, kişiliği, dürtüleri, saplantıları olmuş.
Bunu vurucu şekilde ise “davranışlarını seçmekte özgürsün ama isteklerini değil” diyerek belirtmiş.
“Duyguların iraden dışıysa nasıl özgürlüğünden bahsedebilirsin” sorusunu sorduruyor.
Senaryo“kader”meselesini getirip tam alnımızın çatısına dayamış.
Ceza yasamızı da şekillendiren “hiç kimse durduk yerde kötü olamaz, kötü olmak için kötünün de bir nedeni vardır” önermesini zihnimize zihnimize çakmış.
***
Kişilerarası ilişkilerde pişmanlığın ve suçluluğun bir işe yaramadığı, gerçek bir algılama olmadığı, bir savunma mekanizması olduğu yönündeki düşüncemin dizi senaryosu tarafından da paylaşılmış olduğunu gördüm.
Kaldı ki bunu cümle olarak bir yerinde de geçirmişler.
“Herşeyi düzelteceğim” diyen karakter, acı çektiği ya da pişman olduğu olayı değiştirse de sonrasındaki davranışlarla yine aynı sonucu yaratıyor.
Bu örgünün bizi getirdiği nokta;
Pişmanlıkla sergilenen davranışların sorunu çözmediğidir.
Pişmanlık sonrası karşı tarafın olayın üstünü geçmesi, pişmanlığın sorun çözücü olduğunu değil affetmeye ihtiyaç duyanın beklentisini gösterir.
Pişmanlık ve suçluluk, kişi tarafından bilinen/kabul edilen/içselleşmiş bir algı/düşünce şekli değil, ötekinin düşüncesi/yorumudur.
Bu nedenle sürdürülebilir değildir, bu nedenle sorun çözücü değildir.
Kişi farkında olmadan, bilmeden yapmış değildiro yıkıcı davranışı.
Farkında olunmadan yapılanlara takılmayız, yıkıcı da değillerdir.
Takıldığımız rahatsızlıklar, bile isteyeyapılan davranışlardır.
Pişmanlık,
bile isteye sergilenen davranışın sonuçlarını reddetmektir!
“Ben bir seçim yaptım, ama bu seçimin sonuçlarının acı verici olacağını düşünmedim, buna katlanmak istemiyorum ve eski haline döndürmek istiyorum” demektir.
Meselenin (yaşanan acının) karşı tarafa verilen zararla, karşı tarafa hissettirilen acıyla bir ilgisi yoktur,
mesele tamamen kişinin kendisiyleilgilidir.
Öteki tarafından reddedilmenin, yoksunluğun acısıdır.
Bağımlılığın “ilkel” bir halidir.
Freud’un uygarlığın nevroz olduğunu düşünmesinin nedenlerinden biri de budur zannımca.
Bize çocukken öğretiliyor, toplumun onaylamadığı bir davranış sergilediğimizde suçluhissetmemiz gerektiği.
Rüzgar’a (oğluma) bir davranışın yanlış olduğunu anlatmakta duyduğum çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum.
Ona bir davranışın “yanlış” olduğunu kendini suçlu hissettirmeden nasıl öğretebilirim?
Hatırlamıyorum şimdi, çocuk psikoloji üzerine yazılmış bir kitapta okumuştum “çocuklara bir miktar suçluluk duygusunun öğretilmesi” gerektiğini.
Zira çoğunun psikopatoloji olduğu yaygın bir kanaat!
Başka türlü çocuğa doğru ve yanlışı öğretemeyiz, onu toplumsal bir varlık kılamayız diyordu kitap.
Toplumsal bir varlık olabilmemizin bedeli bu!
Suçlu hissetmek!…
İnsan şu anın zorlanmasıyla başa çıkamadığında,
ya geçmişi değiştirme arzusu duyar ya da geleceği bugünden farklı yapmak için arzu duyar.
Bu ikisi de kaçınma davranışıdır, başa çıkma değildirve bu nedenle kişi her defasında aynı sonla aynı hayal kırıklığıyla karşı karşıya gelir.
Acı karşısındaki zorlanma nedeniyle ortaya çıkan “olayı değiştirme” arzusu kişinin kendinedönmediği sürece,
“hata-pişmanlık” döngüsü sürekli tekrar eder.
Bu nedenle;
Suçluluk ve pişmanlığın kendisi de ona affederek cevap vermek de;
nevrotiktir!
Kişiler arası ilişkilerde sorun çözme yöntemi olarak “suçluluk-pişmanlık ve özür-affetme” döngüsünden çıkmanın bir yolu var mı?
Varsa nasıl?
Kim bilir belki de kişiler arası ilişkilerde sorun çözmek, “suçluluk-pişmanlık ve özür-affetme” döngüsünü tekrar tekrar yaşamaktır.
İlişki denilen şeyin kendisi belki de budur.
İlişkinin bizzat kendisi belki de nevrotiktir.
Kimbilir!
Son söz olarak şunları mı söylesem;
“Oysa, hiçbir şeyi düzeltemezsin, anlar ve yoluna devam edersin…
Ve yine oysa, kimseyi affedemezsin, anlar ve umudun tükeninceye yoluna devam edersin.”