Hayat Durduğunda Ortaya Çıkan “Huzursuzluk” Neyin Nesi?
Hepimizin önünde duran soru şu;
1 ay evde nasıl geçecek?
“Nasıl”,
“ne yaparak geçirelim” anlamında bir soru değil, zorluğu ve çaresizliği ima eden bir yakınma olarak duruyor önümüzde.
Benim gibi zaten daha öncesinde de kendinizi ilişkilerden büyük oranda “izole” ettiğiniz bir yaşamınız varsa,
karantina hayatınızda pek bir şey değiştirmez.
Ancak böyle bir yaşantınız yoksa, SIKINTI kapınızı çalacak demektir.
Pek çoğumuz kilo alacak.
Hareket azlığı, üstüne “huzursuzluktan” kurtulmak için kendimizi yemeye vermek
kilo artışını, kilo artışı da hareket azlığını tetikleyecek.
Kimimiz regressif bir davranış gösterip, şekeri artıracak.
Kimimiz midesini doldurup, huzursuzluğa nedenmiş gibi hissettiği boşluktan kurtulmaya çalışacak.
Her halükarda sonuç belli;
kilo artışı!
Kilo aldıkça kendinize güveniniz azalacak,
azalan güven stresi tetikleyecek,
stres daha fazla şekere daha fazla yemek yemeye götürecek.
Kısır bir döngü başlayacak…
İlk dikkat etmeniz gereken yer, burası.
Sıkıntıdan kurtulmak için başka yollar da arayacaksınız.
Ancak, hiçbiri yeme, sigara, mastürbasyon/seks, içki, ilişki kurma çabası kadar “zarar verici” olmayacak.
İlk zamanlar herkesin yaptığı gibi filmler, netflix dizleri, coronovirüs programlarını izleyeceksiniz.
Muhtemelen 1 hafta sürmeden bıkkınlık geliştireceksiniz.
Sonrasında, “sıkıntıdan kurtulmak için ne yapılabilir” üzerine programlar izleyeceksiniz.
Birkaç girişimde bulunacaksınız, ancak sürdürülebilir olmadığını görüp, sıkılıp, bırakacaksınız.
Çalışan biriyseniz her gün eşofman ya da pijamalarla ortalarda dolaşmak ilk zamanlarda rahatlık hissi verecektir, ancak süre ilerledikçe bundan “rahatsız” olmaya başlayacaksınız.
Huzursuzluktan kurtulmaya çalışmak!
Bu çaba, sorunun çözülmesi bir yana olduğunuz yeri eşelemenize neden olur.
Kurtulmak için atılan her adımdan sonra “kurtulamamak” kişide;
hayal kırıklığı,
başarısızlık,
değersizlik hissi,
başkaları bununla başa çıkıyormuş ama siz yapamıyormuşsunuz gibi hissettiren bir yetersizlik yaşamanıza neden olur.
Ve bu durumu sürekli tekrarlamaya başladığınızda çukurunuz derinleşir.
Kim yapsa benzer duyguların yaşanacağı durumu kişiselleştirir, sadece siz yaşıyormuş gibi algılarsınız.
Kusurlusunuzdur!
Durdurduğunuz hayatınızla ne yapacağınızı bilememenin yarattığı huzursuzluk neyin nesi?
Sıkıntı!
Varoluşsal huzursuzluk.
Hepimizde varoluşsal olarak olan, bazımızın açıkça hissedip yaşantıladığı, bazımızın savunma mekanizmalarıyla üstünü örttüğü, zaman zaman güvenlik krizi yaratan olaylarla kendini gösteren,
dozunu arttırdığında psikiyatrik tanı gerektiren nevrotik ifade midir bu huzursuzluk!?
Varoluşçular buna varoluşsal kaygı, varoluşsal bunaltı da diyor.
Neitzche’nin “yaşamak acı çekmektir” derken, ima ettiği rahatsızlık bu olsa gerek.
Satre’ın bunaltısına, Schopenhauer’ın karamsarlığına, saçmalıkta anlam arayan Szasz sıkıntısına, Camu’nun Yabancısının delirmesine sebep olan,
bu “duygu” olsa gerek!..
Bu duygunun yani “huzursuzluğun” YAS olduğunu düşünenler de var.
5 Aşamalı “yas kuramını” oluşturan İsviçre kökenli Psikiyatrist Elizabet Kübler Ross’la ortak çalışmaları olan ve finding meaning: the sixth stage of grief adlı kitabıyla
“anlam bulma ihtiyacını” 6’cı aşama olarak YAS sürecine ekleyen David Kessler,
Yaşadığımız huzursuzluğa “Beklentisel Yas” adını veriyor.
Gelecekle ilgili olumlu beklentinin/kurgunun bozulması ve yerini endişe içeren bir belirsizliğin almasının yası.
“Geleceği kaybetmiş” olmanın yası.
Yaşanan içsel huzursuzluğa Kessler gibi baktığınızda, sorunun çözümü de yasın 5 aşamasını bilmek, bilinçlenmekten geçiyor.
Bilmeyenler ya da unutanlar için “kayıp sonrası” yaşanan yasın 5 aşamasını hatırlayalım:
- İnkar
- Kızgınlık
- Pazarlık
- Depresyon
- Kabullenme
Kessler’in altıncı aşama olarak eklediği aşama ise
- Anlam bulma
Kessler Coronovirüs’ün yarattığı yasın/kederin atlatılmasını,
sıralaması herkeste aynı olmasa da yasın kabul edilmesiyle,
bunun için de kişinin önce bulunduğu durumu kabul etmesiyle mümkün olduğunu söyler.
Kişilerin coronovirüsle ilgili ilk tepkilerinin
“virüsün önemli olmadığı”
“kendileri etkilemeyeceği”,
“virüsün kurgu olduğu” gibi düşünceler olduğunu, bunun da inkar yansıması olduğunu belirtir.
Eve kapatılmaya karşı devlete duyulan öfke, kızgınlık aşamasına,
“Ne kadar evde kapalı kalacağım söyle”,
“İki haftadan fazla sürmez değil mi”
“Tamam evdeyiz ama devlet de benim için bir şey yapmalı” yaklaşımıyla pazarlık aşamasına geçildiğini düşünür.
Ardından da “bu sürecin ne zaman sonra ereceği belli değil” diye düşünerek kaybı ve ardından depresyonaşamasına geçildiğini,
Sonrasında da
“Buna alışmam gerek, bir yolunu bulmalıyım” diyerek kabul sürecine geçileceğini düşünür.
Tüm bu yaşananlara, kendi hayatında yarattığı etkiye bir anlam bulup, bunun da bir kavrayışa ve değişime yol açmasıyla ise YAS aşamalarının tamamlandığını düşünür David Kessler…
Böyle midir?
Kim bilir!
Bence,
“Huzursuzluktan” kurtulmaya çalışmak, sorunun çözümündeki en büyük engeldir.
Bu tutum değiştirilmediği sürece huzursuzluk artarak devam eder.
Şiddetlendikçe anxiety, öfke patlamaları, panik nöbetleri kendini gösterebilir.
En iyi ihtimalle
kilo artışı,
içki ve sigarada bağımlılığın derinleşmesi,
bozulan cinsellik algısı ve işlevi,
bağlanmaya ilgili bozukluğun ortaya çıkması olasıdır.
Umalım ki bu karantina 2-3 haftayı geçmesin!..
“Ne yapılabilir” üzerine bu noktadan konuşmaya devam edelim…