ENGELLEMEK YA DA ENGELLEYEMEMEK
Ayrılık sonrası ortaya çıkan yoksunluk duygusu, kişilerin, ilişkiye ve karşısındaki kişiye bakışını değiştiriyor.
Yoksunluk zihnin işleyiş biçimini ve duygusal durumu bozuyor.
Nefret ettiğiniz birinden bile ayrıldığınızda bir süre sonra öfkeniz sakinleşiyor,
duygunuz değişip ilişkinin olumlu anılarını hatırlamaya, karşınızdakinin olumlu özelliklerini düşünmeye başlıyorsunuz.
Bu değişim çoğu zaman kişiyi kendi içinde şaşkınlığa uğratıyor.
Bu nedenle bu değişime direnç gösterilir, emin olunamaz gerçekten böyle hissedildiğinden.
İnsan olarak sevildiği ama romantik bir duygu hissedilmediği düşünülen birinden de ayrılındığında benzer bir karmaşa yaşanır.
Öyle ki kişiler bir süre sonra etki hissettiklerini, arzu duyduklarını fark ederler.
Şaşırtıcıdır.
Dikkatle analiz edilmediğinde güvenilmezdir de.
Bu süreçler tecrübe edilenler tarafından bilindiği için genel kabul görmüştür, “yoksunluk sürecinin” değişim yarattığı düşüncesi…
Yoksunlukla ortaya çıkan zorlanmanın suçluluk hissi, pişmanlık, özlem gibi duyguları ortaya çıkardığı öngörülür hale gelmiştir ve bu genel kabule dayalı beklentiler oluşur ayrılanlarda.
“Dönerse senindir” klişesi bu düşüncenin bir tezahürüdür…
Burada iki hususu tartışmak gerek;
- Yoksunluk nedir ve hangi şartlarda ortaya çıkar?
- Bu düşünce gerçek midir yani yoksunluğun yarattığı kriz kişinin ilişkiye dönmesini sağlar mı, sağlarsa bu ilişki devam eder mi, yaşanan yoksunluk ayrılığın tekrar etmesini engeller mi?
Yoksunluğun hangi durumda ortaya çıktığını daha önce yazmıştım,
ayrıntılı okumak isteyenler yoksunlukla ilgili önceki denemelerime bakabilirler.
O yazıya atıfla birkaç hatırlatmayı yapıp asıl konuya geleyim:
Yoksunluk, kişinin ihtiyaç duyduğu şeyden her anlamıyla mahrum olması durumudur.
Her anlamıyla deyimi sadece kişinin fiziksel varlığını içermez;
o kişinin ilgisine, sevgisine, desteğine, ilişkideki varlığıyla yarattığı güvene, sahip olduğu kişisel özellikler/sahip olduğu niceliklerle karşıdakine verdiği varoluşsal güvene, yaşanılan yüceltilmeye duyulan ihtiyaçları da kapsar.
Bu nedenledir ki ayrılık sadece fiziki ayrılık değil; duygu ve düşünceleri de içeren bir yoksunluk durumudur.
Yine bu nedenle fiziki ayrılık söz konusu olsa da duygusal/düşünsel yoksunluk yaşanmıyorsa yoksunluk tam anlamıyla yaşanmıyor demektir.
Söz konusu olan ayrılınan kişinin duygularının bitmesi değil, ayrılan kişinin artık bu duygulara ulaşamamasıdır.
Eskiden bu ulaşamama/veri alamama ayrılığın hemen ardından oluşurdu ya da boşanmanın hemen ardından.
Ancak bugün böyle değil.
Bu nedenle de yoksunluk gerçek anlamda oluşmuyor.
İlişkiler gerçek anlamda tükenmiyor, bir ilişkiyle ilgili beklenti tükenmeden bir sonraki başlıyor.
Bu durum artık bir yaşam biçimi haline gelmiş durumda.
Kişileri de ilişkileri de yarım bırakıyor…
Neden?
Bugün ilişkilerin büyük kısmı sosyal medyada başlıyor, orada başlamasa da sosyal medya hesapları ilişkiye dahil oluyor.
Sosyal medya üzerinden iletişimin sürdürülmesinin ötesinde, sosyal medyadaki kişiliğimiz de ilişkinin parçası haline geliyor.
Doğal olarak orada olup biten her şey ilişkiyi ilgilendirdiği gibi ayrılığı da ilgilendiriyor.
Bu nedenledir ki ayrılıktan hemen sonra ayrılığa dair tüm kaygılar sosyal medya üzerinden giderilmeye, yoksunluğun acısı bastırılmaya çalışılıyor.
Takip edip etmeme, paylaşımların sayısının artması, azalması ve içerikleri, kimlerle takipleşildiği, çevrimiçi olmanın sıklığı, süresi, zamanı… vs.
Buradaki her detay ayrılan kişilerin diğeriyle ilgili bilgi aldığı ve verileri kendince yorumlayıp kaygısını dindirdiği alana dönüşür.
Kuşkusuz meselenin diğer boyutu da bu verileri alan kadar verileri kapatmayan diğer tarafla ilgilidir.
Onlar da yoksunluk yaşamamak ya da ayrılıkla tam anlamıyla yüzleşmemek için yoksunluğun tam anlamıyla yaşanmasını engellerler, ancak bir taraftan da bu tam anlamıyla oluşmayan yoksunluktan bir sonuç beklerler.
Be edimin sonucu, yoksunluğun tam anlamıyla yaşanmaması ve bunun ortaya çıkartması beklenen süreçlerin engellenmesi olur.
Terk eden tarafın (nedeninin bir önemi yok kararı alan tarafı kastediyorum) ya da kabahati işlediği için terkedilen tarafın yoksunluk yaşaması istenirken,
Sergilenen bu davranışlarla istenilenin tersi bir durum yaratılmış olur.
Yoksunluk bekleyenin ama kendi yoksunluğunun kaygısına tahammül edemeyenin kaçınma davranışı, diğer tarafın kaygısını dindirir olur.
Peki,
ayrılığın gerçek anlamda sosyal medyadaki karşılığı nedir?
Engellemek.
Telefon ve telefon mesajı değil kastettiğim, bunlar iletişime ait unsurlardır.
Sosyal medya hesaplarını kastediyorum.
İnstagram, whatsap, facebook, tweetter, skype ve diğer diğer sosyal medya hesaplarını…
Takipten çıkmak, silmek değil;
engellemektir ayrılığın gerçek anlamda karşılığı…
Çünkü sadece engellemek bilgi akışını kesen bir durum yaratabiliyor.
Arkadaş olmasanız da arkadaş sayınızın görünüyor olması,
paylaşımlarınızın sayısının görünüyor olması,
çevrim içi/dışınızın görünüyor olması veri akışı oluşturur ve bu bilgilenme karşı tarafın kaygısını dindirmek için tolerasyon oluşturur.
Veri akışının olduğu bir ortamda alınan bilgi yanlış olsa bile kişi tarafından kaygıyı dindirmek için işlenir, bu nedenle de gerçek anlamda yoksunluğun yaşanması mümkün olmaz.
Başa dönersek bugünün ilişkilerinde yoksunluktan sonuç bekleniyorsa kişinin ilk önce kendi yoksunluğu kabul etmesi gerekir.
Veriye bu kadar kolay ulaşılabilen çağda yoksunluk yaşamak ya da yaşatmak ve bundan bir sonuç beklemek, kişisel konforlardan da vazgeçmeyi istiyor.
Yoksunluk iki derin kaygı yaratır;
- Vazgeçilmek.
- Başka birine tercih edilmek.
Genelde ayrılık sonrasında bu iki kaygıdan biri öne çıkar, bazen ikisi birlikte işlenir.
Ayrılık sonrası bilgi alam/veri edinme çabasının nedeni bu iki kaygının kişi üzerindeki baskısıdır, öğrendiği veriyle bu kaygıları dindirmeye çalışır kişiler…
İnsanlık tarihinde üçlemeler meşhurdur.
Sevgiyi veren, sevgiye alan, sevgiyi bölen/çalan üçlemesiyle ilgisi var mıdır, yoksunluk zamanında ortaya çıkan kaygıların?
Bağlanma sorunlarını ve bozukluklarını işlerken dile getirdiğimiz “birincil aile ilişkisi” meselesi bu üçlemenin tezahürüdür.
Buradan hareketle şu soruyu sorsak;
Yoksunluk sonrası ortaya çıkan kaygı çeşitlerinin annenin sevgisinden bağımsız olarak kardeş sayısıyla ve sırasıyla da ilişkisi var mıdır?
“Vazgeçilme” kaygısının yoğun yaşandığı kişilerin tek çocuk ya da son çocuk olma ihtimali teorik olarak mümkün mü?
Başka birine tercih edilmeyle ilgili yoğun kaygıların yaşandığı kişilerin büyük çocuklar ve ortanca çocuklar olma ihtimalinin yüksek oluşu teorik olarak mümkün mü?
Alan üzerinde çalışan uzmanlarda;
Ayrılık sonrası ortaya çıkan kaygı krizinin şekli ve derinliğinin çocuğun çocukluk döneminde yaşadığı travmalar ve bu travmalara verdiği cevapların bir tekrarı olduğu düşüncesi yaygındır.
Buradan bakınca, yaşanan yoksunluk krizlerinin mevcut ilişkiye dair değil kişisel bir sorun olduğu düşünülür, doğal olarak değiştirici/dönüştürücü bir gücünün olmadığı zannını ortaya çıkartır,
ancak ben böyle düşünmüyorum.
Yoksunluğun sorun çözücü, iyileştirici bir gücü var.
Neden böyle düşündüğümü de bir sonraki yazıma bırakayım…