YOKSUNLUK NEDEN İŞE YARAR?
İki kişi arasındaki çatışmada karşılıklı beklentiler ve bu beklentilerin karşılanmamasına dönük öfke söz konusudur.
Yoksunluk bu süreci değiştirir.
Öfke nesnesinin ortadan kalkması kişinin dışta yaşadığı mücadeleyi içe taşımasına neden olur.
Özne ve nesne arasında yaşanan çatışma, kişinin kendi içinde yaşadığı bir gerilime dönüşür.
Bu manada yoksunluk;
Pişmanlık bekleyen taraf için bir dil, pişmanlık beklenen taraf için kendine dönme fırsatıdır.
Kuşkusuz pişmanlık ve suçluluk sadece “ayrılma kararı alan” için söz konusu değildir.
Ne yaşanırsa yaşansın, kim kendini ne kadar haklı görürse görsün, pişmanlık ve suçluluk yaşar.
Bu açıdan bakıldığında hissedilen pişmanlık ve suçluluk gerçek bir duygu durumundan değil (yani kişi gerçekten kendini suçlu gördüğü ve pişman olduğu için değil) geliştirilen bağın yoksunluğunun kabul edilememesinden kaynaklanan bir savunma mekanizmasıdır.
Yoksunluk;
Metaforik olarak,
gidenin özeleştiri yapabilmesi, korkuların, kaygıların tanınması, tükenmemiş beklentilerin tüketilmesine alan açması kadar,
kalanın “bağımlı davranışlarıyla” yüzleşmesi için de alan açar.
Yine metaforik olarak,
kuşkusuz bağımlılık sadece “verici taraf” için söz konusu değildir.
alanın “Git” diyememesi, “gidiyorum” diyememesi de bağımlılığın dışa vurumudur.
Ancak,
gündelik dilde bağımlılık, “istenmediği” ya da “istememesi gerektiği” halde ilişkiden vazgeçemeyen tarafolduğu düşünülen kişiler için kullanılır.
Bu açıdan yoksunluk yine metaforik olarak;
hem haksızlık edeninin sergilediği davranışlar yüzleşmesi için bir fırsat hem de haksızlık yapılmasına rağmen ilişkiden çıkamayan taraf için kaygılarını tanıması için bir imkandır.
Yoksunluğun bunu ortaya çıkarabilmesinin nedeni öfke/kaygı nesnesinin ortada olmamasıdır.
Öfke nesnesi ortada değilse beklentinin karşılanmamasının hayal kırıklığı yaşanmaz, bu hayal kırıklığının öfkesine saplanılmaz, zihin karşı tarafa olan odağından kurtulacağı için, sorgulama ve anlama eylemine daha açık hale gelir.
Yoksunluğun yarattığı kaygı kişinin ilişki içindeki tüm diğer kaygılarını bastırdığı için,
ilişki içindeki algıyı da düşünceyi de tutumu da ve hatta duyguyu da değiştirir.
Ancak böyle bir duygu durumunda kişi,
kendi beklentisinin karşılanması düşüncesinden vazgeçer, masaya oturmayı kabul eder.
Anlamaya açık hale gelir.
Ancak, yoksunluğun yarattığı bu sorun çözme arzusu dikkatli kullanılmazsa ayrılığa sebep olan sorunun tekrarı kaçınılmazdır.
Bu yoksunluğun pişmanlığı sadece kaygının tolerasyonunu hedefler, talep karşılanıp kaygı bittiğinde, pişmanlık da biter.
Süreç başa döner!
Aldatma süreçlerinin döngü yaratmasının nedeni budur.
Ahmet Ayşe’yi aldatır,
Ayşe aldatıldığını öğrendiğinde bu davranışı tolere etmez ve ayrılık kararı alır,
Ayşe kendini mağdur ve haklı görür,yaşadığı kırgınlığı, değersizliği, güvensizliği tolere edecek kadar Ahmet’in pişman olmasını bekler,
Bunu bekler ama bunu beklediğini bile kendisine söylemez, çünkü bunu beklemeyi bile onur kırıcı bulur,
Ahmet pişman olur, Ayşe affeder,
Bir süre sonra bu döngü tekrar eder…
Döngüyü meydana getiren,
Ayşe’nin aldatılmaya gösterdiği tepkidir.
Ayşe “neden aldatıldığı” üzerine değil bu davranışa muhatap olmanın değersizliğine, bir daha tekrarlanmasıyla ilgili kaygıya odaklanır.
Tıpkı evlilik kararı verirken, güveni, karşı tarafın açıklığında değil de ne kadar sevdiğinde aradığımız gibi.
İletişime değil de hissedilen duygunun yoğunluğunu önceleyen tutumumun uzantısıdır Ayşe’nin Ahmet’ten beklentisi.
Sıkıntısı bitsin ister, anlamak istemez.
Şimdi alın bunu tüm sorunların çözüm biçimlerine transfer edin.
Benzer süreçler, benzer replikler, benzer döngüler…
Döngüler, döngüler, döngüler…
Yaşarken sonsuzmuş gibi hissettiğimiz döngüler…
Yoksunluktan ilişkiye
“bir şans daha verdim” ya da
“bana bir şans ver” denilerek geçilmişse,
“bu çok korkmuş bir daha yapmaz” düşüncesine bel bağlanılmışsa,
çevrenin baskısına boyun eğilmişse;
ilişkinin başa sarması kaçınılmazdır!
Böyle yapılarak,
yoksunluğun yarattığı “imkan” tepilmiştir!
Sorunun nevii ne olursa olsun içinden çıkılamıyorsa,
içinden çıkmak taraflardan birinin af dilemesi diğerinin affetmesine bağlıysa bu ilişkide sorunların çözümü için çift terapisi şarttır.
Kuşkusuz çiftler çoğu zaman çözüm istemez, kendi beklentisinin karşılanmasını bekler, çözümü bu olarak görür.
Bu nedenle yukarıdaki paragrafı gerçekte çözüm isteyenler için not ettim!
Terapi neden/nasıl sorun çözer?
Terapi kim haklı kim haksız, affedilmeli mi affedilmemeli mi, şans, bir kere daha dene, bitti mi kaldı mı bunlarla ilgilenmez.
Kimin ne yaptığıyla/yapacağıyla da ilgilenmez.
Peki,
Bunları yapmazsa nasıl işe yarayacak?
Sıkıntılı bir cümle olsa da şununla bitireyim:
Sorunun çözümünü sağlayan şey ilişkide kaygılarla birikmiş enerjinin boşalmasıdır; soruna yol açan davranışlar, bu birikmiş enerjinin “yıkıcı şekilde boşaltılmasıdır”.
Son olarak danışanımın sorusunu cevaplayayım:
“Yaşanılan yoksunluğun derecesi insanın karşı tarafa verdiği değeri, hayatındaki önemini, yerini anlamasını sağlar mı?”
Kuşkusuz bu soru kaygıyla sorulmuş bir sorudur.
Doğal olarak, kişisel bir sorudur.
Cevabım;
Gerçekten vazgeçmeden bunu bilemeyeceksiniz!