GERÇEKLİK VE İLİŞKİ
“Gerçekliğin” ne olduğu tartışması felsefe dünyasının en önemli sorunsallarından biridir.
Son yıllarda sinema sektöründe de rağbet gören bir konu bu.
Daha öncesinde de pek çok film “gerçeklik” temasını işlemesine ragmen,
Matrix kadar etkili olamadı.
Meşhur üçlemede,
kırmızı hapı alıp gerçeğin çölünü tercih etmekle ya da mavi hapı alıp yalan yaşamı seçmek tartışması, eskimiş bir tartışma olsa da halen sohbetlere espri konusudur.
“O mavi hapı almalıydım ben!” diyerek başlayan cümleler kuruyoruz örneğin.
La casa de papel’in ardından Netflix’in düşük bütçeli bir başka ispanyol dizisi aynı tartışmayı başka bir versiyonla yeniden gündeme getirdi.
Filmin adı:
“If I Handt Met You” (seninle tanışmamış olsaydım)
Eşini ve 2 çocuğunu kendini suçlu hissettiği bir kazada kaybeden birinin suçluluk duygusunu merkeze alıyor, dizi senaryosu.
Paralel Evrenlere geçmeyi sağlayan bir cihaz geliştiren bilim insanıyla tanışır oyuncu.
Ve dizi boyunca paralel evrenlere gidip,
yaşadığı olayı değiştirmeye çalışır.
Çok yaratıcı bir senaryosu var, izlemenizi tavsiye ederim.
***
Filmi izlerken, ana karakterle bütünleştim ki senaryo geçmiş yaşantıma çokça atıfta bulunuyor.
Kendime şunu sordum;
“Paralel bir evrene gitme şansım olsaydı,
eşim ve oğlum orada olsaydı,
şimdiki hayatım küçük farklılıklarla aynen orada olsaydı;
orada kalır mıydım,
dönmek ister miydim?”
Ya siz?
Kalır mıydınız?
***
Kalamazdım diye düşünüyorum.
Çünkü orasının “benim dünyam” olmadığını oranın “başka” bir dünya olduğunu bilmem,
orada kalmamı “imkansız” kılardı.
Neden?
Benim için orası “gerçek” olmadığı için mi,
Yoksa bana ait olmadığı için mi imkansız olurdu kalmam?
Bana “gerçek” gibi gelmezmiş orada yaşadıklarım diye düşünüyorum şu anda.
Eşim herşeyiyle aynı olsa da biliecektim ki o eşim değil!
Oğlum o değil.
“Gerçeklik” tartışmasını içimde açan yani orada olan herşeyi “sahtelik” gibi algılamamı sağlayan,
benim yaşantımın birebir “aynısı” olması.
Hayatımın bir benzerinin olmadığı bir evrene gitmiş olsam,
o evren gerçek mi değil mi bunalımını yaşamazdım içimde.
***
Sonra,
Aldatıldığını düşünen/hisseden birinin içine düştüğü duygu durumunu düşündüm…
En yakınındakiyle ilgili tüm düşüncen, duygun alt üst olsa!
Saklanan sırlar, yalanlar, söylenmeyen duygular…
Gerçekliğin esnemesi, davranışın ortaya çıktığı andan “sonrasına” dair değil, öncesine dair olur.
“Ne yaşamıştım ben?
Yalan mıydı herşey?”
Ne yakıcı soru bu?
Sadece aldatılan, yalan söylenilen, sırlar gizlenilen, bilmediği duyguların muhatabı olanlar mı yaşar bu gerçeklik bataklığını?
Sanmam!
Aldatmak,
Yalan söylemek,
Söylemediğin pek çok duyguya sahip olmak,
nasıl bir “zihin durumu” yaratır?
Biliriz ki bir yalan “bir” yalanla kalmaz;
birinciyi saklamak için ikincisi,
birinci ve ikinciyi saklamak için üçüncüsü gelir…
Bir kez aldatma da “bir kez” kalmaz;
bir kez’e neden olan sebep “tekrarını” ya da “yenisini” yaratır.
Ve
her daim bu durumların suçluluğuyla yaşayamayacağına göre,
zihinde geliştirilen rasyonalizasyon “nasıl bir dünya” yaratır kişide?
Olayı olduğu gibi değil olmasını istediği gibi bir kez görmeye başladığında insan, nereye kadar uzanır bu algısal çarpıtma?
Yeni bir dünya yaratacak kadar büyür mü mesela?
Tüm bu tablo bir gerçeklik tartışması açacak derinliğe sahipse;
bu davranışları ortaya koyanlar ve bunların muhatabı olanlar açısından hayatın nasıl “hissizleştiğini” ve “verimsizleştiğini” bir düşünün?
“Hissizlik” ve “verimsizlik” gerçek olmayan bir yaşamın içinde ortaya çıkacak “ilk”tepkilerdir.
Bence ilişkileri bir de bu açıdan düşünmekte fayda var:
Gerçeklik bir ilişkiye ne katar?
Gerçek dışılık ne götürür?
Belki gerçeklik tartışmasını felsefeden psikolojye uzatmak yeni bir kapı açar, kimbilir…