EVLİLİĞİ TERAPİ SAATİ
Destek alan çiftlerin pek çoğuna tavsiye ettiğim, ancak pek azının uyguladığı bir uygulamadır;
Çiftin,
ilişkilerini konuşmak için,
Haftanın belli gününde,
mümkünse 2 değilse asgari 1 saat,
kimsenin olmadığı,
sorun konuşulurken herhangi bir kaygıyla kendilerini frenlemek zorunda kalmadıkları bir ortamda olmaları…
***
Çiftlerin pek çoğunun bu öneriyi hayata geçirmemesinin nedeni,
“bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini” düşünmeleridir.
Bu düşüncenin kökeninde,
“kendi düşüncemizin ya da duygumuzun kabul edilmesi” arzusu/ihtiyacı vardır.
Yani karşımızdaki x olaya bizim gibi “bakmalı”,
x olayla ilgili bizim duygumuza göre “hareket etmeli”dir…
Karşımızdaki böyle bakınca beklentimizin karşılanacağını,
böylece kaygımızın giderileceğini düşünürüz.
Böylece “bizim” için sorun olan mesele ortadan kalkacaktır.
Kişilerarası ilişkiler açısından bakarsak,
bu düşünce “temelsizdir, yanlıştır ve bir karşılığı da yoktur”.
Böyledir,
çünkü ilişki sorunları bizim düşüncelerimizin kabul edilmesiyle çözülmez.
Ya nasıl çözülür?
Her iki tarafın da “kendini ifade ettiğini hissetteğinde”.
Çözümü mutlak anlamda “ilişkinin devamı üzerinden algılamamak”, “düşüncelerimizin ve duygularımızın gereğinin yapılmasını zorunlu kılmamaktan” geçer, çözümün yolu.
Karşımızdakinin de bir hayatı olduğunu,
onun da beklentilerinin, kaygılarının olduğunu “kabul etmekten” geçer.
Bizim düşüncelerimizin ve duygularımız doğrultusunda düşünülmüyor, hissedilmiyor, davranılmıyor olmasını “anlaşılmamak olarak görmemekten” geçer.
Karşımızdakinin de kendi beklentileri vardır ve “anlıyor olması kendisinden vazgeçmesi anlamına gelmez, gelmemelidir”.
Peki,
böyle bir çatışma durumunda sorun nasıl çözülür?
Sorunları tıkayan iki husus var;
1. Kendimizi ifade edemediğimizi hissetmek ve bu hisle bağlantılı olarak gelişen rahatsız edici duygular.
2. Karşımızdakini, gerek kendi dinleme kusurlarımızdan gerekse karşımızdakinin kendi duygusunu açıklıkla anlatamamasından kaynaklanan;
onu anlamıyor olmamız durumu.
Anlamış olmanın ve anlaşılmış olmanın en önemli göstergesi;
“Öfkenin dinmesidir”.
Öfkenizin dinmesi kendi duygularınızdan vazgeçmenize neden “olmaz” elbette.
Ortaya çıkan şey,
karşınızdakinin de ne denli zorlandığını görmek,
size göre çözümü basit gibi görünen sorunu çözmemek için ısrarla davranışının arkasında çok ciddi bir zorlanma olduğunu farketmektir.
Öfkeyi karşılıklı olarak dindiren budur.
Sorun konuşulurken bizi “öfkelendiren”,
karşımızdakinin bizi “dinlemediğini”,
duygumuzu “önemsemediğini” hissetmemizdir.
Çatışma sırasında bu duygular “karşılıklı” yaşanır ve
bu durum iki yakıcı duyguyu ortaya çıkartır:
Yalnızlık ve değersizlik hissi…
Yalnızlığı doğuran,
anlaşılmadığınızı hissetmeniz/düşünmenizle birlikte ilişkinin içinde birbaşınıza kalmışsınız duygusunun yarattığı çaresizlik hissidir.
Değersizlikse,
karşınızdakinin duygunuzu düşüncenizi kabul etmemesi, ilişkide ikinci bir kişinin yani sizin olduğunuzun inkar edilmesi, yok sayılmanızdır.
***
Başa dönersek…
Bir çiftin haftanın belli bir günü belli bir saatinde 2 saati ilişkilerine ayırmaları şu işe yarar:
1. İki tarafta da ilişkinin karşı taraftan önemsendiği hissini yaratır, bu algı ilişkiye bağlılığı, güveni artırır.
2. İlişkinin iletişimine 2 saat vakit ayırdığınızda gerçekte ilişkinin önemli olan pek çok kısmını “konuşmadığınızı”, birbirinizden kendinizi “sakındığınızı” farkedersiniz..
3. Gerçek anlamda “dinlemediğinizi”, gerçek anlamda kendinizi “açmadığınızı” görürsünüz.
2 saatlik süre;
Çatışarak geçebilir..
Susarak geçebilir..
Sıkılarak geçebilir..
Bir an önce o odadan, o iletişim kaçınma arzusuyla geçebilir..
Saçma sapan konuları sırf sessizliği bozmak için geveleyerek geçebilir..
Ancak,
bir kaç hafta sonra çatışmanın şiddetinin düştüğünü, sıkılmanızın azaldığını, konu dışı konuşmaların azaldığını, suskunlukların yerini “konuşmanın” aldığını görürsünüz.
Çünkü, 2 saat “uzun” bir zaman dilimidir.
O süre boyunca pek çok şeyi hisseder, düşünür, karşınızdakiyle ilgili pek çok detay farkedersiniz.
Dinlemeyi öğrenirsiniz.
Ve konuşmayı..
Dinlemenin kendinizden vazgeçmek olmadığını,
Konuşmanın “korkutucu” olmadığını keşfedersiniz.
Farkında olmadan iletişim kurmanın bir çaresini bulduğunuzu farkedersiniz.
Aslında çift terapide “olan” tam da budur!
Hepimiz iletişimde zorlandığımızda, “kaçınmaya” çalışırız.
Dinlenilmediğimizi, anlaşılmadığımızı düşündüğümüzde, karşımızdakinin sadece kendine odaklandığını hissettiğimizde, karşı tarafın öfkelendiğini ya da kendimizin öfkelendiğini farkettiğimizde, kontrol dışı bir davranış geliştirmekten korktuğumuzda,
savunma geliştiririz.
Bazımız iletişimden çıkıp gitmek ister,
bazımız konu değiştirir,
bazımız susar,
bazımız başka bir yol bulur iletişimden “kaçınmak” için.
Savunma durumu, tam da “geliştirmemiz” gereken yerlerin önünü tıkar, sorunların aşılmasını sağlayacak iletişim zeminini elimizden alır ve bizi tıkanmış iletişimin patinaj yapmış tekrarları içine hapseder.
Yetilerimiz, becerilerimiz zorlandığında gelişir.
Kaslar da böyledir, beyin de böyledir..
Zorlamadığınız yönümüz gelişmez.
2 saat zaman ayırmak iletişim kurmak için iki tarafın da kendini zorlamasıdır, Sonucu ise kaçınılmaz olarak iletişimin iyileşmesidir.
Sizin haricen bir çaba göstermenize bile gerek kalmaz çoğu zaman.
6 hafta haftanın belli bir günü ve belli birsaatinde eşinizle bir odada olmanız, kendinizi de ilişkinizi de geliştirir.
En başa dönersek, danışan çiftlerin basit gibi görünen bu tavsiyeyi neden işe yaramaz gördükleri ve neden uygulamaktan kaçındıkları anlaşılırdır.
Bu, değişimin korkusudur!
***
Söz konusu 2 saatin iyileşme, gelişme yaratması için “kurallar” gerekir.
Zorlanma bu kurallarla birliklte çifti geliştirir.
Hepimizin kişilik yapısı farklıdır ve iletişimle ilgili hepimizin “zaafları” vardır.
Bu 2 saatlik süre,
çiftin her ikisinin de zaaflarının iletişimde ortaya çıkmasını sağlar, kendilerini görmelerini ve iyileştirmelerini sağlar.
Bu nedenle kurallar konulmalı ve bunlara şartsız riayet edilmelidir.
Kurallar:
Gün ve saat belli olmalı.
Ertelenecekse diğer tarafın onayı alınmalı.
Ne olursa olsun şiddet kesinlikle yasak olmalı.
2 saat boyunca gerekçesi ne olursa olsun, tartışılsa da anlamsız gelse de sonu olmadığı daha kötüye gideceğiyle ilgili kaygı yaşansa da o ortamda kalınmalı.
Bu kadar basit,
Ve bu kadar zor!