Erkekler de Ağlar..
ERKEKLER DE AĞLAR
Selam.
Hayatımın son beş yılı, aynaya baktığımda gördüğümün kim/ne olduğunu sormakla geçti. Halen de böyle… Ayndaki yansımamda gözlerimin arkasından bana bakan kim?
İçimde bir his, gördüğüm şeyin “ben” olmadığını, benim, aynadaki yansımamdan bana bakan gözlerin arkasında olduğumu söylüyor.
Gözlerimin arkasından bana bakan boşlukta olduğumu.
Göremediğim, dokunamadığım, hissedemediğim o boşlukta.
Benliğim orada, o karanlık boşluğun içinde bir yerde.
Daha içsel sorular:
Benlik boşlukta mı?
Yoksa benliğin kendisi boş mu?
“Ben” diye tanımladığımız ‘şey’, bizde başkalarının gördüğünden mi ibaret?
Sahi, kimsin sen?
Nasıl tanımlıyorsun kendini?
“Ben kimim?” sorusuna verdiğimiz cevaplar başkalarının bizde gördüklerinden ibaretse, ya cinsel kimliklerimiz?
Erkek ve kadın oluşumuz?
Onlarda mı “özümüze” ait olmayan, başkalarının bizde gördüğü şeyler?
Anne-baba olmak, kardeş-arkadaş olmak, eş-sevgili olmak, meslek sahibi ya da sosyal-siyasal kimliklere sahibi olmak gibi midir; erkek ya da kadın olmak?
Charles Manson.
1934 doğumlu, 16 yaşında hayat kadını bir anneden doğmuş, defalarca hapse girmiş çıkmış, hiçbirini kendisinin işlemediği ve içlerinde Polonyalı ünlü yönetmen Roman Polanskinin hamile eşinin de olduğu sayısı bilinmeyen seri cinayetlerin katili, felsefi derinliği nedeniyle bir tarikata, müritlere sahip ve cinayetleri bu müritlere işleten, lehinde/aleyhinde şarkılar bestelenmiş-fan kulüpleri kurulmuş, flozoflukla delilik arasında bir zihinle Californiya’da idam cezası olmadığı için müebbet hapis cezası almış, cezaevinde şartlı tahliye bekleyen Manson’ın, cinayetlerden yargılandığı sırada mahkemede söylediği “şu sözlere” bakın:
Bana tepeden bakarsanız bir “ahmak” göreceksiniz,
Bana aşağıdan bakarsanız “tanrınızı” göreceksiniz,
Bana karşıdan bakarsanız “kendinizi” göreceksiniz!
Bu satırlar,
“İnsan, başkaları onda ne görüyorsa o’dur ” diyen Yunan Filozofuyla, ‘benliğin boş olduğu’ düşüncesinde birleşir…
Çocuğunuz varsa bilirsiniz:
Çocuğunuzun olacağını öğrendiğinizde içinizi bir sevç kaplar. Ancak henüz cinsiyeti belli değilse, bir gariplik hissedersiniz. Çocuğunuzun cinsiyetinin ne olduğunu bilememek, onu nasıl seveceğiniz hususunda da karmaşıklık yaratır içinizde. Erkek mi kız mı olduğunu bilemediğiniz bir çocuğu, nasıl seveceksiniz? Hayal kurmak, ona dair planlar yapmak istersiniz. Görüntüsünden onunla kuracağınız ilişkiye, kıyafetlerinden eğitimine, hayatının tamamıyla ilgili hayal kurmak istersiniz, ama yapamazsınız. Neden? Neden anne ve baba, cinsiyeti belli olmadan sevemiyor çocuğunu? Ya da sevebilmek için neden buna ihtiyaç duyuyor?
Çünkü anne babalar, doğacak çocuklarını değil ileride “olacağını” ya da “olmasını” düşledikleri “kişiyi” seviyorlar. Bu kurgusal sevginin ilk ve olmazsa olmazı, çocuğun erkek mi yoksa dişi mi olduğunun öğrenilmesidir. Bunu öğrendiğinde oluşabiliyor tüm kurgu ve bu kurguya ait duygular… Herşey” kurgulanmış cinsel kimlik” üzerine inşa ediliyor.
Ve ne yazık ki burada bitmiyor öykü… Anne babanın kurgusu, çocuğun kaderi oluyor. Nasıl anne baba kurguyu kendi çocuğu gibi seviyorsa, çocuk da anne babanın üzerine giydirdiği kurguyu/kimliği, “kendisi zannediyor”… Erkeğin dinmek bilmeyen sızısı ve ne aradığını bilmeden oradan oraya savruluşu, burada başlıyor…
Hayatımın seyrini, davranışlarımı ve duygusal dünyamı en derinden etkileyen, kadınların bir erkek olarak bende ne gördükleri oldu. Erkek olmanın benim özüme ait bir “şey” olmadığını, bir kimlikle dolaştığımı, bu kimliği “kendim” olarak algıladığımı farkettiğimde anladım, neden ilişkiden ilişkiye savrulduğumu ve kadınlarla ilişkilerin neden hayatımda bu kadar belirleyici olduğunu…
Çevremdeki herkesin ve kendimin, sırf erkek olduğum için benden yığınla beklentisi var. Bu beklentileri karşılamak zorunda olmanın yarattığı baskı ve çatışmaları yaşadım tüm hemcinslerim gibi… Odamda, bunun acısını yaşayan bir erkeğin göz yaşına şahit olduğumda yüreğim sarsılır…
Bu kitabı, hemcinslerim, erkekler için yazdım. Kendilerini içinde tutsak hissettikleri bu kimliği anlamalarına katkısı olsun istedim. Bu kimlikten kurtulduklarında kendi olacakları düşüncesinden hareketle kaleme aldım.
Her ne kadar hemcinslerim için yazmış olsam da, erkeği “yakından” ve “gerçekten” tanımak isteyen kadınlara katkı sunacağını umuyorum…
Dileğim budur…
Mustafa Topkara