DİSSOSİYATİF KİŞİLİKLER
Seansa neden geldiğini sormak için elimdeki not kağıdından başımı kaldırıp ona baktığımda,
yuvalarından fırlamış gözleriyle bana baktığını gördüm!
Boğazı kasıldı, sesi değişti.
Exorcist filmlerinden hortlamış bir sahneyle karşı karşıya kaldım!
İnsan sesi değildi duyduklarım!
Ürperdim!..
Seans sırasında ne yapacağımı bilemez bir halde kaldığım anlardan biriyle kalakaldım…
Çift terapilerinde de olur bazen.
Taraflar çatışmanın dozunu kaçırdığında,
birbirlerinin üzerine yürüme hamleleri yaptıklarında da far görmüş tavşan gibi şok durumu yaşarım bir an içinde olsa.
Bir an duralasam da çabuk attım üstümde ürpertiyi.
“Kimsin, ne istiyorsun ondan?” diye sordum.
“Eşinden ayrılıp benim kızımla evlenecek, işini bırakacak ve medyum olacak” dedi.
***
Kaven Costner’ın başrolünü oynadığı “Gecenin Rengi”,
Brad Bit ve Edvard Norton’un başrolünü oynadığı “Dövüş Kulübü” benim yaşıtlarım için bölünmüş kişilikler üzerine çarpıcı ve meşhur filmlerdir.
Macavoy’un “parçalanmış”,
Dicaprio’nun “zindan adası”,
Natalie Portman’ın “Siyah Kuğu”su da bölünmüş kişilik bozukluğu güçlü filmlerdir…
Türkiye’de Demet Evgar’ın başrolünü oynadığı “Beyza’nın kadınları” da yine ilgi çekicidir.
Dissosiyatif kişilik bozukluğu’nun pek çok türü var.
Sabit kişiliğin kabuğuna bağlanmış tek bir kişilik olabildiği gibi,
birden fazla kişiliğin ortaya çıktığı vakalar da söz konusu.
Temel kişiliğin bilincini kaybedip bilincin diğer kişiliğe yüklendiği durumlar da söz konusu,
temel kişiliğin bilincini kaybetmeyip ikinci kişiliğin birinci kişiliği araç olarak kullandığı durumlar da…
Temel kişiliğin bilincini kaybetmeden ikinci kişiliğin ortaya çıkışı;
bazen başka bir kişiliğin ortaya çıkışıyla
bazen de içinde Tanrı, melek, cin ya da ruh olduğunu söylenen bir varlıkla kendini gösterir.
Temel kişiliğin bilincini kaybettiği kişilik bozuklukların sayısı çok azdır.
Ancak temel kişiliğin bilincini koruyup diğer kişiliğin temel kişiliği araç olarak kullandığı durumlar hatırı sayılır miktardadır.
Bizim gibi orta-doğu toplumlarında ise bu durum çok daha sık kendini gösterir.
Bu bozukluk türü eskiden Histeri[1] olarak tanımlanırdı, bugün halen onunla karıştırılır.
Ve aynı zamanda bu sorun psödöpsikoz’la[2] da çok iç içelik gösterir.
Bu sorun psikiyatri alanında pek ciddiye alınmaz, hastanın dikkat çekmek için yaptığı düşünülür ya da karşılanması istediği beklentileri karşılatmak için çevresine şantajı olarak görülür.
Yani bir tür simülatif[3] davranış olarak yorumlanır.
Bu nedenle psikiyatr’lar ve psikologlar tedavide pek istekli değillerdir.
Bu vakalar sorunu çözme hususunda istekli gibi görünseler de bunun bir bozukluk olmaktan çok fizik ötesi, olağan dışı bir durum olarak görünmesi eğilimine sahiptirler.
Bu algılama, sorunun çözülmesi gereken bir bozukluk olmaktan çıkıp;
hastanın bu sorunu kendisinin yapmadığını,
hastalık rolü sergilemediğini ispatlamaya çalıştığı saplantılı bir davranışa sebep olur.
Bu durum,
çoğu zaman,
hayatın akışı içinde ortaya çıkıp zamanla yok olacak sorunun temel kişiliğe saplanmasına neden olur.
Bu durum “paranoid düşünce”nin oluşumunu andırır.
Psikiyatr Gökhan Kortan “paranoid düşünce”nin oluşumunu “kaygı düşüncesinin kristalleşmesi” olarak tanımlar.
Benim de çok beğendiğim bir tanımdır bu.
Eşinin kendisini aldatmasından kaygı duyan kişinin
belirsizliğin yarattığı kaygıdan, kaygının yarattığı çatışmadan kurtulamayıp[4] kaygı durumundan “evet eşim beni aldatıyor” düşüncesine kayışıdır bu durum.
Ancak kişi bu inancı geliştirse de aldattığından emin olamadığı için, kaygı durumundan inancını ispatlama davranışına geçer ve eşinin kendisini aldattığını ispatlamaya çalışır.
Kaygı üzerinden yaşantılanan içsel çatışma dışarıya atılıp, dışarıyla çatışma üzerinden deneyimlenmeye başlar.
İçsel çatışma dışsal çatışmaya döndürülmüş olur.
Kişi kendisiyle değil çevresiyle çatışır.
Buna hezeyan diyoruz.
Çoklu kişilik bozukluklarında da kişiler, yaşadığı soruna inanılmaması nedeniyle sorunun gerçek bir sorun olduğunu ispatlama davranışına girerler ki böylece dissasion durumu temel kişilik için bir varoluşsal soruna dönüşür.
Bir var olma biçimine dönüşür.
Hasta olmadığını,
içine cin, şeytan, ruh girdiğini düşünen[5] birini onun düşüncelerini yargılayarak, reddederek, dışlayarak tedavi edemezsiniz.
Carl Gustav Jung da bu tür sorunları olan kişilerin karşılaştıkları nevrotik sorunların kendi kültürleri içerisinde ve özellikle dini inanışları çerçevesinde çözümlenmesini salık verir…
Lakin,
Bu konuda çalışma yapmak istediğinizde hem “bilimsel ortdokslukla” hem de “bilim istismarcılığıyla” çatışmak zorunda kalırsınız.
2006 yılında kurduğumuz “Alternatif tıp araştırmaları ve parapsikoloji vakfı” böyle bir amaçla kurulmuştu.
1 yıl başkanlığını yürüttüğüm bu vakıf, tam da yukarıdaki sebepler nedeniyle çalışmalarını sürdüremedi ve kapatmak zorunda kaldık.[6]
***
Bu vakalar tedavi edilemezler.
“Tedavi” düşüncesi kişinin sorunu etrafında dolanmasına neden olur.
Bu sorunun ortadan kalkışı, ancak kişinin kendini anlamasıyla mümkündür.
Bu durumun neden ve nasıl ortaya çıktığını, bilinçaltının bu sorunla neyi amaçladığını anlamasıyla mümkündür.
Bu nedenle;
hastayı reddetmek hastanın kendini ispatlamasına,
iddia ettiği şeyi onaylamaksa çukurunu derinleştirmesine neden olur…
Peki, bu vakada sorun ikinci kişiliğin kendini ifade ettiği sorun zemininde mi çözülür.
Cümlesi şuydu ikinci kişiliğin
“Eşinden ayrılıp benim oğlumla evlenecek, işinden ayrılıp medyum olacak.”
“Eşiyle ilişkisindeki sorun”a odaklanmak,
ve “işiyle” yaşadığı zorlanmalara yani kişisel hayal kırıklıkları üzerinde çalışmak…
Bu mu mesele?
Konu “primer kazanç” ve sonrasında ortaya çıkan “seconder kazanç”la[7] açıklanacak kadar basit ve net mi?[8]
Hiç sanmıyorum!..
[1] Histeri: Histeri veya isteri, psişik ve motor bozukluklar, özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık, ani sinirlenme, hareket bozuklukları, geçici kişilik değişimi ve günlük hafıza kaybı gibi çeşitli sistemlere ait psikosomatik şikayetlerle belirgin psikonevrotik bozukluk.
[2] Psödöpsikoz: dissosiyatif bozukluğun psikotik düzeyde yaşantılanması.
[3] Hastalık rolü, oyun
[4] Hayır aldatmıyor düşüncesine de geçebilir yapabiliyorsa ya da evet aldatıyor düşüncesine kayar
[5] Bunların gerçek olup olmadığı konusundaki tartışmayı kenarda tutuyorum
[6] Hangisi olduğunu sormamalısınız
[7] Birincil kazanç, çatışma anında gelişen bedensel tepki nedeniyle o anda yaşanan gerilimden uzaklaşılmış olunmasıdır. İkincil kazanç ise, ortaya çıkan fiziksel sorun dolayısıyla, kişinin çevresinin ona daha destekleyici bir tutumla yaklaşmasının sağlanmasıdır.
[8] Ki geçmişte bunun böyle olduğunu çok tecrübe etmişimdir