ÇOCUKLAR MUTLU, YETİŞKİNLER ACI VERİCİ ANILARI HATIRLAR
Çocuklar mutlu olduğu anıları,
yetişkinler acı verici anılarını hatırlar.
Bu nedenle çoğumuz için çocukluk mutlu olduğumuz zamanlardır.
Yine bu nedenle pekçoğumuz çocukluğa öykünürüz.
Yetişkin dünyasında ise acı verici anılar mutlu anılara göre çok daha diridir ve bunun yetişkinin hayatını zorlaştıranyanları vardır.
Çatışma sonrasında da ayrılık sonrasında da hatırladığımız genelde acı olur.
Kişilerarası ilişkilerimizle ilgili acıların diri mutluluk verici anıların silik olması,
Kişinin ilişkiyi yönetme becerisini etkiler.
Davranışlar ve tutumlar acı verici anıların etkisi altında şekillenince;
sorunlar katılaşır, çözümü zorlaşır, sorunlar etrafında dönülür durulur.
Acı verici anıların yarattığı öfke, kaygı, korku, güvensizlik olmasa hemen çözülebilecek sorunlar, dağ olup kişilerin önüne yığılıyor…
Yıllarca adım atmadan hayatlar bloke ediliyor, en küçük adımdan ürkülerek.
Geçilip gidilemiyor…
Çocukların yaptığı kişinin çıkarına uygun görünüyor, buradan bakınca.
Yetişkin olmak,
hem hayatı daha mutsuz eden, hem de daha zorlaştıran bir süreçmiş gibi duruyor.
Çoğu zaman,
çocuğun hatırlamadığı acılarının sonucu olsa da yetişkinin sıkıntısı,
“Büyümese miydik” dedirtiyor insana…
Hayatı bir çocuğun becerisiyle karşılayamamak, hayret verici duruyor.
Şanlıurfa’da bulunan “göbeklitepe” kalıntıları, arkeoloji dünyasını sarsmış görünüyor.
Netflix de yayınlanan “Atiye” dizisi bu merakın sonucu olmalı.
Uygarlık tarihimizin Sümerler’le başladığı düşünülüyordu.
Milattan önce 4-5 bin yıllarında avcılık-toplayılıktan tarım yapan yerleşik toplumlara dönüştüğümüz düşünülüyordu.
Mısır medeniyeti, Yunan, İnka, Maya, Aztek ve diğer tüm medeniyetlerin Sümerlerden sonra ortaya çıktığı düşünülüyordu.
Göbeklitepe arkeoloji bulguları söz konusu uygarlık başlangıcını 12 bin yıl öncesine taşıdı.
Yani anlaşıldı ki
Sümerlerden 7-8 bin yıl önce de yerleşik topluluklar varmış.
Bu bulgulara arkeologlardan bazılarının 90 lara doğru bulunan Sümer tabletlerinin deşifresi eklenince,
ortaya Yunan mitolojisinden daha garip bir hikaye çıktı…
Arkeologların kimine göre 70 bin kimine göre 400 bin Sümer tableti bulunmuş.
Tabletler akadça diline yakın bir dille yazılmış ve tabletlerin bir kısmı deşifre edilmiş, yayınlanmaya da başlamış.
Ne mi yazıyor tabletlerde?
Anunakiler denilen dünya dışı bir uygarlıktan ve onun dünyaya gelip bizimle ilişkisinden bahsediyor.
Güneş sisteminde bulunan ama artık varolmayan ya da göremediğimiz Niburu isimli bir gezegende yaşadıklarından,
soylarından,
ırklarından,
savaşlarından,
gezegenlerinin nasıl bir yer olduğundan,
1 yıllarının (1 şar) bizim zamanımızla 3600 yıl olduğundan,
ak saçlı ak bedenli olduklarından,
ömürlerinin çooook uzun olduğundan bahsediliyor…
Göbeklitepe’nin gizemi etrafında anlatılanlar Sümer tabletlerinde anlatılanlar birleştiriliyor bir kısım arkeologlar tarafından.
Sadece “Atiye” dizisinde değil Rüzgarla birlikte gittiğimiz “göbeklitepe rafadan tayfa” çizgi filminde bile bu gizem işlenmiş!
Okuduğum yazılar, izlediğim videolarda anlatılar Yunan Mitolojisini aratmıyor.
Anunakilerin medeniylerine ve dünyayla kurdukları ilişkiye kadar bir sürü ayrıntılı öykü var tabletlerde.
Meselenin can alıcı tarafı şu ki;
Yunan mitolojisinde bahsedilenlerin gerçekten yaşandığını, kimse inanmaz, bunların bir inanış olduğu düşünülür!
Zeus’un Poseidon’un, Hades’in iskandinav mitolojisindeki Odin’in Mısır mitolojisindeki Ra’nın gerçek olduğuna inanan yok.
Yoktur herhalde!
Lakin arkeologların bir kısmı, Sümer tabletlerinde yazılanların gerçek olduğuna inanıyor!
Bir takım kanıtlar da sürüyorlar lakin bu kanıtlardan yola çıkıp bu yazıtlara inanmak, ÇOCUKSU duruyor!
Önemsenecek nitelikte kanıt olmasa da “gerçek olmasa neden yazılmış olsun” önermesine dayanıyorlar…
Kimbilir!
Belki de hayatı biz yetişkinler karmaşıklaştırıyor, zorlaştırıyoruz.
Belki de herşey çocukluğun basitliğinde sadeliğinde anlaşılmalı.
Belki de hayatın anlamı bizim düşündüğümüz kadar karmaşık, varoluşsal bunalımlar yaratan, saçmalık boyutunda değildir.
Belki de mitolojiler gerçektir.
Belki de dinlerin anlattığı öyküler gerçektir.
Belki de hayatı bir çocuğun “saflığıyla” algılamak, anlamlandırmak gerek…
Sonuçta onlar hayatla bizden daha iyi/kolay başediyorlar.
Değil mi?