BİRLİKTE İŞLENEN GÜNAHIN VEBALİ KİMİN BOYNUNA?
Gamze Karadağ “Aşkın iki yüzü” adlı romanında bir aşkın kadın ve erkek tarafından nasıl farklı algılandığını konu ediyor.
Kitabın ön kısmı kadının diliyle anlatıyor öyküyü, arka kısmı erkeğin…
Benzer farklılık “birlikte işlenen suçlarda” da söz konusu.
Şu sıralar izlediğim Netflix filmi “The Affair”,
ortaya çıkmış bir aldatmanın kadın ve erkek tarafından “nasıl” farklı sunulduğunu işliyor.
Adam kadın tarafından ayartıldığını söylüyor,
kadınsa adam tarafından.
Her iki anlatıda öykü değişse de değişmeyen,
her ikisinin de kendi öykülerinde “kurban” rolünde oluşları.
Kurbanın tarihi insanlığın tarihi kadar eskiye dayanır.
Dinler Habil’e atıfla başlangıç sayar, antropoloji ise işi “totemizme” uzatır.
Ancak,
her iki açıklamada da değişmeyen bir olgu “kurban organizasyonunun” şemasıdır.
Bu şemada “kurban”ın dört ayağı vardır;
- Kurban edilecek nesne
- Kurban eden
- Kurban edilen ve
- Kurban edilme nedeni
Kurban,
kurban edenle edilen arasında bir “yakınlık kurmak” için yapılan “dua” olarak yorumlanır pek çok kültürde.
Bizimkinde de öyle.
Yakınlık kurma çabasından kasıt ise;
“kötülüğü engellemek”,
“istenen bir şeye ulaşma arzusu” ya da
“teşekkür” dür.
Bu amaçlar için “insan” dahil canlı cansız ne varsa “kurban” eyleminin nesnesidir.
Hayatta bir hata, bir günah, bir suç işlediğimizde, bir başarısızlık sergilediğimizde,
kurban seromonisindeki “kurban edilen hayvanın yerine koyarız” kendimizi.
Aldattığımızda karşımızdaki bizi arzusuna ulaşmak için kandırmış, kullanmıştır, ya da şeytan bizi ayartmıştır…
Sadece eylemi yapan biz bu rolü üstlenmeyiz;
Aldattığımız kişi de bizi “kurban” görme eğiliminde olur, “diğer” kadını/erkeği bizi ağına düşüren kişi olarak görerek.
Kültürümüzdeki bazı inanışlar da bunun şahitidir.
Aile içinde bir huzursuzluk, kişisel hayatta bir başarıslzık söz konusuysa;
kıskanan birileri bize büyü yapmıştır,
nazara gelmişizdir.
Şekil değişse de içerik değişmez.
Suçu işleyen, hatayı yapan biz kurban,
bunu yapmamıza neden olansa diğeri/ötekidir.
Peki neden?
Kurban seromonisindeki “kurbanın” rolüne bürünsek de sregilediğimiz davranışların olumuz sonuçları karşısında,
inandırıcı olmaz.
İnanan inandığı için değil buna ihtiyacı olduğu için “inanmaya çalışır”
İnanılmamasının nedeni gerçek kurbandaki kurban-kurban eden-kurban edilen-kurban eden dörtlüsündeki kutsalın “yokluğu” değildir.
Burada mesele kurban organizasyonuna bakışımızda yatıyor.
Kurban organizasyonunda kurban edileni “masum” olarak görüyoruz.
O masumiyetten rol çalmaya çalışıyoruz.
Bilinçli bir varlık olduğumuzu, aklı orada reddediyoruz.
Ben’ imizden, varoluşumuzdan vazgeçiyoruz, ötekini yargılayıcı bakışından kurtulmak için.
Ya da onun kabul edebileceği bir ontolojik bir varlık inşa ediyoruz kendimizde, ötekini kaybetmemek için.
Kurban masumsa, “kurban eden”, “edilen” ve “etmeye matuf neden” nedir?
Bir masum söz konusuysa;
Insan-Yaratıcı ve Bağ üçgeninde masum-yaratan ilişkisinde bir samimiyetsizlik mi var?
Neyse teoloji tartışmasına gitmesin mesele!
Bizim açımızdan ibretlik olan bu rolü üstlenmeye hazır oluşumuzdur, hiçbir işe yaramadığı ve hatta sorunu daha da derinleştirdiği halde.
Hani o kadar ki göz önünde suça batarız “kim koymuş bunu buraya” deriz!
Psikotik bir akılla hareket etmemize sebep olan şeyi salt bir duygusal reflks olarak görmek eksik bir yorumlamadır.
Çünkü duygular doğuştandır lakin bunu nasıl ifade edeceğimizi öğreniriz.
Yani biz bu davranışı dürtüsel olarak sergilemeyiz, öğreniriz.
Her suçta kurban rolüne bürünmeyi öğreniriz.
Neden?