BİR KURGU OLARAK BAĞLANMA EYLEMİ
İlişkilere dair tüm duygusal bağlanımların kökünün ne olduğu tartışması,
psikolojik sorunların ve psikiyatrik hastalıkların nereden kaynaklandığı tartışması kadar derin ve girifttir…
“Fizyolojiyi psikolojiye”, “psikolojiyi biyolojiye” tercih edenler arasındaki tartışma,
“hakikat”in ne olduğu tartışması kadar derinlikli ve zannımca bir ucundan birbirlerine de bağlılar.
Kökü nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, biz yaşadığımızı biliyoruz.
Kişisel olarak ben bu konuları “dil” içinde tartışmaktan alamıyorum kendimi.
Bu tartışmanın beni nereye vardırdığı meselesini ise “arkadaşıma” bırakıyorum…
Bu yazıda da “dil” içinde kalarak tartışacağım.
***
Demiştim ki “bağlanma bir kurgudur”.
Neden böyle düşünüyorum?
Şu sorularla/şikayetlerle açayım:
“Bana bağlandığını hissetmiyorum!”
“Sana bağlanamıyorum!”
Bu iki cümle hemen her ilişkide “duygusal” bir sorunu tanımlamak için dile getirilir, getirilemese de hissedilir.
Elbette bugün için kurduğum bir önerme bu.
Eskiden bu kavramlar üzerinden değil de
“Beni sevemiyorsun”
“Seni sevemiyorum”
ifadeleri üzerinden dile getirilirdi.
Peki,
Kişiler
“Bana bağlı değilsin” ya da
“Sana bağlanamıyorum”
şikayetleriyle aslında ne demek istiyorlar?
***
Bu iki cümleyi kişiler şu düşünceler için kullanır:
“Senin benimle ilgili bir gelecek planın yok”
“Seninle ilgili bir gelecek planım yok”
Bu tartışmanın daha arka planında “evlilik” düşüncesinin olduğu aşikar…
Bu nedenle,
bağlanma üzerinden dile getirilen şikayetler, kişilerin karşısındakini hayatının sonuna kadar hayatında tutma isteğinin olup olmamasına yaptığı göndermedir.
***
Tartışmayı şuradan devam ettirelim;
“Geleceğe dair bir plan yapmak” ve bu planın içine karşımızdakini dahil etmek/etmemek ;
duyguyla ilgili bir konu mudur yoksa bir tasavvur meselesi midir?
Bence çok açık ki bu bir tasavvurdur, bir kurgudur.
Peki bu kurguya neden ihtiyaç hissediyoruz?
Bence bunun nedeni yaşama dair kaygılarımız.
Biriktirdiğimiz para kendimizi güvende hissettiirir,
bu nedenle biriktirir, harcamaktan kaçınırız.
Ev almak, mülkümüzün olması ve diğer yatırım araçlarının hayatımıza bugün için direkt olarak bir katkısı yoktur, ama yine de onları almaya çalışırız, onu harcamayız, bugünkü hayatımızı daha ferah bir hale getirmek, daha fazla haz yaratmak için kullanmayız;
onu varlığıyla kendimizi güvende tutmak için elimizde tutarız.
Bu yüzden “biriktiririz”.
Tıpkı,
ebeveynimizin “arkamızda” olduğunu hissedip “güvende” hissetmemiz gibi.
Bu duyguyu hayatın sonraki yıllarında başkaca nesnelerde tatmin etmeye çalışırız,
onların üzerine transfer ederiz.
Gerçekte hayatımız,
bu güven duygusunun dışsallatırılmasıyla,
hayatın her yerinde bir “anne arayışıyla” geçer.
Karşı cins ilişkilerinde ortaya çıkan “bağlanma arzusu/ihtiyacı”
ya da
“bağlanamama/bağlanmama” sorunlarının kökü burasıdır.
Burası,
karşı tarafa hissedilen sevgiyle, ona duyulan duygularla ilgili olmaktan çok kişinin kendi “ihtiyaçlarının” projeksiyonu ile ilgilidir.
Bu transferi sağlayan/bağı oluşturan,
bazen karşıdakinin güçlü görünen kişilik yapısı,
bazen statüstü,
bazen o kişinin diğer karşı cinsler tarafından gördüğü değer,
bazen ekonomi,
bazen toplumsal itibar ve daha başkaca kişinin kendisinin ihtiyaç duyduğu hususlara gönderme yapan,
kendisinde olduğunda kendisini güvende hissedeceğini düşündüğü özelliklerdir.
Bu özelliklere sahip kişiyle ilgili “gelecek planı” geliştirilmesidir.
***
Bağlanma söz konusu olduğundan bir başka tartışma “aitlik” üzerinden yürür.
“Ait olmayı” istemek ya da “ait olunmayı” istemek…
“Aitlik”,
kendinden, “benliğinden vazgeçmeyi” arzular.
Insan neden birine ait olmak ister ki?
Neden birini sahiplenmeyi arzular?
Böyle yaparak eline ne geçecektir?
“Yok etme” üzerine kurgulanmış bir ilişki biçimi değil mi bu?
Bence böyle…
Bunun bir “ilişki” olmadığı da çok açık…
Bu eğilimin temeli;
“Çocuğun bir yetişkin olarak ilişkilerinde anneyi aramasıdır” der psikanaliz.
Bu önermeye göre arayışı motive eden “insanın anne rahmine geri dönüş arzusu”dur.
Bunun arkasındaki zemin için Norman Brown,
“varlığın yok olma arzusdur” der.
***
Benim düşüncem;
“bağ kurma arzusu” ve “bağ geliştirme”nin “kişisel bir kurgu” olduğu yönündedir.
Ihtiyaç duyulan güvenin transfer edilmesinin kurgusudur bu.
Gerçekte ilişkiyle bir ilgisi “yoktur”!
Bu nedenledir ki ilişki bir yandan surer, diğer taraftan bu “sorunlar” ortaya çıkar.
Sorunlar ilişkiyle ilgili değil, “kişiyle” ilgilidir.
Yaşadığınız “bugün”dedir.
Gerisi sizin planlarınız, güvenlik sorunlarınız,
Velhasılıkelam, kaygılarınızdır…
Bu kaygıları bir ilişki üzerinden gidermeye çalıştığınız sürece yaşadığınız ilişki değildir,
kişilik krizinin ilişki krizine dönüştürülmesinden başka bir şey çıkmaz ortaya,
hayat bugüne gelmez, bugün yaşanmaz.
Ilişki,
hemen şu anda,
sevdiğinize söylediğiniz güzel bir sözde,
yanağındaki dudağınızdadır.
Gerisi “bağlanma” sorunsalının yarattığı kaygıdır.