BELİRSİZLİĞE mi bırakmalı yoksa YÜZLEŞMELİ mi?
Yaşamımızda kriz yaratan bir durumla karşı karşıya kaldığımızda;
Ya bir an önce netleşmesini isteriz,
ya da belirsiz bir sürece bırakıp, o olay yokmuş gibi davranırız…
Bazımız bunu sistematik şekilde her durumda yapar,
bazımızsa bu tutumları olaya özgü geliştirir.
Kanser şüphesi ortaya çıktığında,
Bazımız hemen ne olduğunu öğrenmeye çalışır,
bazımızsa öğrenmek istemez, yokmuş gibi davranır.
İlişkide de..
“Seninle konuşmak istediğim şeyler var” cümlesini duymuşsak,
ciddi bir krizin varlığını ya da ayrılık emaresi hissetmişsek;
ya bir an önce öğrenmeye çalışırız,
ya da duymazdan gelir, kaçınırız.
Bir yakınım demişti ki;
“kocam beni aldatmışsa neden öğrenmek isteyeyim!
Ne yapıyorsa yapsın, ben duymadıktan sonra! Yapsa da duymak istemem”.
Genel insan tepkisinin “netliğe kavuşturmak” olduğunu düşünmeyin sakın,
ve “netliğe kavuşturmak isteyenlerin” çoğunluğu oluşturduğunu da düşünmeyin.
Mesleki hayatımda bu iki tepki grubundaki insanların sayısal çoğunluklarının birbirine yakın olduğunu gözledim…
Kuşkusuz bu davranışlar kişinin “kaygıyla baş etme” biçimiyle ilgilidir.
Bir an önce netleştirmeye çalışanlar daha rasyonel/akıllıca/doğru olduğunu düşündükleri için bu davranışa yöneliyor değiller.
Yüzleşme konusundaki bu istek, belirsizliğin yarattığı kaygıya tahammül edememenin neticesidir.
Bu nedenle “belirsizliğe bırakmak” da “netleştirme çabası” da rasyonel bir zihinden değil kaygıdan gelir.
Krizin yarattığı kaygıyla baş etmeye çalışan ego,
ya bir an önce netleştirip, öğrendiği şeye karşı bir savunma mekanizması geliştirir, kaygısını böyle dindirir..
Ya da kriz yokmuş gibi davranarak kaygıyı dindirmeye çalışır.
Peki hangisi daha acı verici?
Hangisinin acı verici olduğunu belirleyecek bir metot var mı elimizde,
bilmiyorum açıkçası.
Dışarıdan bakınca yüzleşme daha acı verici gibi duruyor.
Ancak, yüzleşmeyle birlikte egonun geliştirdiği savunma düzenekleri hissedilen acıyı kabul edebileceğimiz bir seviyeye indirmemizi sağlıyor.
Bu nedenle acı zannettiğimiz kadar yoğun da olmuyor, belirsizlikteki gibi uzun da sürmüyor
Peki hangisi doğru?
Dışarıdan bakınca sorunun üstüne gitmek sorunları belirsizliğe bırakmaya göre daha akıllıca görünebilir.
Meseleyi kurcalamaktan kaçınıyormuş görüntüsü veren “belirsizliği kurcalamama” eylemi, korkakça görünebilir.
Çözüm için erken yol almak, zaman kaybetmemek, sorunu derinleştirmemek, hayatı verimsiz bir çöp yığınına dönüştürmemek için gerekli davranış, doğru olan davranış gibi görünebilir.
Ancak, zannımca bu fikir çok gerçekçi değil.
“Netleştirme” ihtiyacı çoğu zaman rasyonalitenin değil hissedilen duygunun baskısıyla ortaya çıkar.
Kaygı, öfke ya da arzu…
Bu duygular tepkinin çıkış nedeni olduğunda, ortaya çıkan davranış çoğu zaman kişinin lehine değildir.
Bu nedenle,
Önemli olan sorunu belirsizliğe bırakıyor olmanız ya da tepki veriyor olmanız değildir.
Önemli olan bu eylemin motivasyonunun ne olduğudur.
Örneğin;
Taraflardan biri ilişkiyi tehdit edecek bir cümle kullandığında
“bu iş nasıl gidecek böyle”
ya da
“bu ilişki böyle gitmez” çıkışından sonra, diğer taraf
“bitirmek mi istiyorsun, açıkça söyle” diyerek üstüne gider.
Bu,
sorun çözücü bir yüzleşme değildir, kaldı ki yüzleşme de değildir.
Bazıları bu ifadeler karşısında
“evet bitti” dedirtinceye kadar ısrarla üstüne giderler.
Ki bu kişiler ilişkilerinde belirsizlik yaşadıklarında, tehdit hissettiklerinde kaygıyla baş edemez ve karşı tarafı daha ileri bir adım atmaya zorlarlar.
Karşı taraf bu adımı atmadığında da açık olmamakla, kullanmakla ya da kaçmakla itham edilir.
Kişilerin ilişkiyle ilgili bunaltı yaşadıklarında kendilerine kalma yöntemi bazen sinir bozucu, kaygı verici bir dille olur.
Böyle bir durumda akıllıca/rasyonel olan karşı tarafı kendi haline bırakmak, kadar geri çekilmektir, belirsizliğe bırakmaktır.
Bazen de…
Karşı taraf ilişkiyi bitirme niyetindedir.
Ancak diğer taraf belirsizliğe bırakmak ister, duymak istemediği cümleler yüzünden iletişimi keser, sormaz ya da konunun açılmasına izin vermez.
Danışanım, kavga sırasında sözlü olarak bitirilmiş bir ilişkinin gerçekten bitirilip bitirilmediğini anlamak için son bir kez konuşmak zorunda olduğunu ve sonrasında kendi yolunu bulması gerektiğini düşünse de 6 aydır bu konuşmayı yapmıyor.
Karşı tarafla 6 aydır iletişimi yok ve kenara çekilmiş durumda, onun adım atmasını bekliyor. “Bitecekse böyle bitsin, duymak istemiyorum bittiğini” diyor…
Buradaki “belirsizliğe bırakma” yukarıdaki örneğin aksine rasyonel değildir.
Akıllıca olan durumu, netleştirmektir.
Peki,
Yaşadığınız sorunu belirsizliğe mi bırakmalısınız, yoksa yüzleşmeli mi?
Bunlardan hangisinin doğru olduğunu nerden bileceksiniz?
Bu oldukça karmaşık bir konu.
Pek çok değişken var yorum yapmak için;
Kişinin kişilik yapısı, ilişkinin o güne kadar olan seyri, yaşanan sorun ve sorunun seyri, hissedilen duygu, duygunun benlikte algılanma/yaşantılanma biçimi vs. pek çok değişkenin sorgulanması gerekir…
Lakin…
Genel bir yöntem söyleyebilirim…
Bir kriz karşısında ne yapmanız gerektiğini anlamak için,
Önce, o güne kadar sorun karşısında ne yaptığınıza bakmalısınız.
Erken tepki veren biri misiniz, yoksa akışına bırakan biri mi?
Bunlardan hangisi iseniz, sorun karşısında tersini yapmaya çalışın.
Çünkü muhtemel ki çocukluğunuzdan beri sorun karşısında aynı tutumu yani kaygı motivasyonlu bir tutum geliştiriyorsunuz.
Kişi ancak kendini tanıdığında bu davranışı değiştirebilir.
Çocukluğunuzdan bu yana yaptığınız şey aynıysa, değiştirmemişseniz, değiştirmeniz gereken davranışınız budur.
Amaç, kaygının ya da kaygının yarattığı öfkenin sizi manüple etmesine izin vermemektir.
Kaygıyla sorundan geri durmaya çalışıyorsanız üstüne gitmeli,
kaygıyla sorunun üstüne giden biriyseniz durmalısınız.
Olaya değil olaya tepki veren kendinize odaklanıp yol bulmaya çalışmalısınız…
Son olarak;
Hayatta ve ilişkilerde doğru görecelidir (bu cümle bile!).
Kendiniz için rasyonel olanı, faydalı olanı, pragmatik olanı siz bulmalısınız.
Kuşkusuz bunun için ilk önce kendinizi, duygularınızı, olaylara verdiğiniz tepkiyi incelemelisiniz.
Görüşmek üzere…