BEKLEYEBİLMEMEK YA DA ?
Gecenin bir yarısı telaşla aradı!..
Haftalardır aramadığı sevgilisini,
daha fazla direnemeyip aramış..
Büyük bir pişmanlık hissediyordu!
“Ne yaptım ben!” diyordu.
“Neden aradım?”
Pişmanlık,
kendine ihanet etmişlik,
şimdiye kadar kendince yapıp ettiği herşeyi tersyüz etmiş olmak,
sevgilisine zayıf/güçsüz bir kadın gibi yansımak,
kibrini okşamış olmak,
kendini çantada keklik gibi hissettirmek…..
Rahatsız edici pek çok duygu tarafından kuşatılmış durumdaydı.
“Bekleyişin” onu şu andaki kadar yıpratmayacağı zamanın ne zaman geleceğiyle ilgili “ön görümü” sorduğunda,
bu yoğun “endişe” ve “yoksunluk” durumunun azalıp gündelik rutinine zarar vermeyeceği tarihin,
bir buçuk iki ay civarı olduğunu söylemiştim.
“Kaygının” ve “yoksunluğun” yarattığı zorlanmayı altedip ayakta kalırken, kendine koyduğu bu süre ona güç katmıştı.
Çünkü,
acıdan daha fazla acı veriyordu “belirsizlik”.
Bir süre devam edip bitecek olan acılara daha “kolay” katlanabiliriz.
Bir gün biteceğini bilmek, direncimizi artırır.
Ancak,
işin içine belirsizlik girdi mi yaşanılan zorlanma on’a, yüz’e katlanır.
Ölümü bu kadar can acıtıcı hale getiren ölümün kendisi değil,
Sonrasının belirsizliği…
“Belirsizlik” böyle bir şey.
Şerbetli doğmuyor insan.
Lakin başetmeyi, altetmeyi öğreniyor.
Sevgilisini aramayı bırakalı 3 hafta olmuştu.
Üç uzun/kısa hafta!
Yoksunluğun yarattığı acının “tepe” noktalarıdır;
3,4,5’inci haftalar…
Burayı atlatanların ilişki içindeki tutumları sonraki süreçte belirgin şekilde “değişir”.
Bu süreçlerde pek çok şey olur kişinin içinde
ve pek çoğumuz bu zaman diliminde dağılırız!
Ona da böyle oldu.
Geriye kalan,
büyük bir pişmanlık ve suçluluk.
Ve zamanı geriye alamamanın çaresizliği!
***
Çocukken öğrenmemiz gereken ve lakin öğrenmediğimiz davranışların ağır sonuçlarını yaşayarak geçiyor yetişkin hayatımız!..
Kurbağanın sindirim sistemini, fizik, kimya formüllerini , türkçenin yabancı dilin gramerini bilmemenin hayata dair pek bir maliyeti yoktur.
Ancak beklemeyi öğrenmemiş olmanın maliyeti çok ağırdır!
Ebeveynlerimiz tüm bu gereksiz bilgi yığınını öğretmeye çalışmak yerine,
bize “beklemeyi öğretmiş olsa”,
eğitim hayatımız biraz bnlara odaklansa,
hayat bizim için çok başka bir alan olabilirdi.
Bazen “hazzın” bazen “kaygının” ve bazen “öfkenin” frenlemesi şeklinde kendini gösteren bekleme eylemine “sahip olamamanın” sonucu;
Hayatımızın bu duyguları her hissettiğimizde aynı krizleri tekrar tekrar aynı şiddette yaşaması, hayatı bizden çalması olur.
O girdaptan çıkamamamız olur.
Yetişkin olsak da söz konusu bu duygular bize yetişkin olmayı bıraktırır,
0-6 yaş dönemine geri dönmemize, küçük bir çocuk gibi davranmıza neden olur.
Yetişkinin çocuk olması, kimlik krizidir.
Debelenir dururuz!
***
Bir çocuğa kazandırılması gereken ve yetişkin hayatında ona konfor sağlayacak olan davranışların en önemlilerinden biridir,
bekleyebilmek!…
“Yalnızlıkla baş edebilme”,
“Dinleme”,
“Eleştirme”,
“Eleştiri alabilme”,
“Hissettiğini düşündüğünü iaçıkça fade etme”,
“Öfkeyi yansıtma”,
“Alınganlıkla başetme”,
“Kendine/başkalarına güven duyma”
Bu davranışları öğrenmek,
Yetişkinin kişisel potansiyelini hayata yansıtmasını sağlar.
Hayata dair yeni öğrenmelere,
yeteneklerini açığa vurmaya,
yeni deneyimler geliştirmeye alan açar.
Aksi takdirde,
Aşması gereken 6 metrelik duvarın önünde tırmanıp tırmanıp düşmek kaçınılmazdır.
Düşünsenize,
Bir ilişkinin bitişini bekleyememek,
Bir ilişki için doğru hissin gelediği anı bekleyememek;
nasıl bir hayat karmaşası yaratır?