BEKARET TAKINTISI
2006 yılında Türkiye’de yapılan bir “cinsellik” araştırmasında toplumun yüzde 85’i,
“kadınların evlendiklerinde bakire olmaları gerektiğini, kadının ilk cinsel birleşmeyi evleneceği erkekle yapması gerektiğini” düşünüyordu.
Bu oran 2014 yılında Gezici anket şirketinin araştırmasında, yüzde 80.6 olarak tespit edildi.
Bugüne dair bir araştırma bulgusu ise yok.
Ancak, önceki iki araştırmadaki yıl ve oran farkına bakılırsa, bugün yüzde 70’in üstünde bir toplum kesimi halen bekareti önemsiyor,
kadının ilk cinsel ilişkisini evlendiği erkekle yaşaması gerektiğini düşünüyor.
***
Erkeklerin ezeli bir çoğunluğunun “kadınların bekareti” konusunda takıntılı olduğu aşikar.
Meslek hayatımda bunu pek çok kez gözledim.
Kadının gerek evlendiğinde bakire çıkmaması,
gerekse flört döneminde paylaşılan “daha önce bir başkasıyla cinsel ilişki yaşandığı ve bakire olunmadığı” açıklamalarının erkekler üzerinde yarattığı psikolojik etkiyi pek çok kez gözledim.
Meselenin boşanmalara neden olduğunu, alt üst olmuş cinsel hayatlar ve erkek şiddetini doğurduğunu gözledim pek çok kez.
Erkeklerin “kadının bekaretine” takıntı yapmış olmasının, kadının cinselliğini, bedenini sahiplenmesiyle ilgisi var.
Mülkiyetin temelinin “çevresi çevrilen ilk toprak parçası” olduğu fikri,
belki de temelsizdir.
Belki de ilk sahiplenme,
kadın cinselliğinin, kadının cinsel organının mülk edinilmesiyle başlamıştır.
Kim bilir!
“Sahiplenme” duygusuna olumlu bakanları uyarmak gerek, bu iyi bir şey değil!
Bu kişiler, sahiplenmeyle önemsenmeyi karıştırıyor.
Sahiplenildiğinde önemsendiğini düşünmek,
korunma ihtiyacından, destek arayışından kaynaklanır.
Oysa, sahiplenen kişi önemsemez, sahiplendiği şeyi kullanır.
Kullandığı şeyi özne gibi değil, nesne olarak görür.
İnsanın korunmaya/destek görmeye ihtiyaç hissetmesi anlaşılırdır,
ancak bunu sahiplenilmek üstünden gidermeye çalışmak,
ihtiyaç duyulanın tam aksi bir “ilişki biçimini” yaratır.
***
Peki, sadece erkek midir “bekaret” konusunu takıntı yapan.
Elbette değil.
İsveç’te kadınlar arasında yapılan araştırmada vajinusmus[1] oranı yüzde 1 ölçüldü,
Türkiye’de ise bu oran yüzde 10.
Avrupa genelinde uzun dönemli vajinusmus oranı yüzde 1,2 iken,
bu oran Türkiye’de 9.2.
Ayrıca,
Türkiye’de vajinusmus nedeniyle hekime başvuran kadınların yaş ortalaması,
Kadınların evlilik yaş ortalamasının çok üstünde.
Neden?
Peki, bu ne anlama geliyor?
Ve bunun bekaretle ne ilgisi var?
Vajinusmus’un “acı çekmekten korku” olduğu düşünülür.
Bence bu çok gerçekçi bir saptama değil.
Vajinusmus geçiren kadınlara sorduğunuzda, bilinç düzeyindeki ilk cevap, kuşkusuz “acı çekmeye dair korkudur”.
Ancak pek çok vajinusmus vakayla çalıştım ve benim kişisel gözlemim;
vajinusmusun “kadınların bağlanmaya dair kaygılarının” bir uzantısı olduğu yönünde.
Kadın bağlanmaktan korktuğunda,
bağlanacağı kişiye arzu hissedip hissetmediği hususunda kaygı yaşadığında,
bağlandıktan sonra hayal kırıklığı yaşayıp yaşamayacağı hususunda endişe yaşadığında, kendini ilişkiye bırakmaktan uzak durur.
Kendini ilişkiye bırakmamanın yollarından biri de
“bekaretini kaybetmeye karşı dirençtir”.
Cinsel birleşme, kadın için bağlanmanın duvarıdır.
Bunu yaşadığında artık duvarın yıkılacağını, korunaksız kalacağını düşünür.
Bu nedenle ilk cinsel birleşme sonrası kadın ilişkiye çok daha yoğun bir bağlılık geliştirir.
Yani vajinusmusunun nedeni, bilinçaltında bakire olmaya yüklediği psikolojik aktarımdır.
***
Hiç evlenmemiş, menapoz belirtileri başlamış ve çocuk yapma imkanını kaybetmek üzere olduğuyla ilgili yoğun kaygıya kapılmış kadının,
yumurta hücrelerini dondurmak istediğinde yapılacak işlemin bekaretini bozacağını öğrendiğinde bundan vazgeçmesi ve çocuk yapma imkanından kendini mahrum bırakıp,
bu acı ve üzüntüyle yaşamayı kendine reva görmesi,
nasıl açıklanabilir?
“Kadınların evlenene kadar cinsellik yaşamaması” gerektiğini düşünen kadınların sayısı az mı?
Bekaretin evlenmeden önce yaşanacak bir cinsel ilişkide kaybedilmesiyle erkeğe bağlılık ya da evlilik adına sorumluluk yüklenmesi, bilindik bir bağ kurma çabası değil mi?
Evlenmeden yaşanan cinsellikle bozulan bekaretin iki tarafa da yüklediği zorunluluk ve sorumluluk, sadece erkeğin hastalıklı saplantısıyla açıklanamaz.
***
Türkiye’de bekareti kaybetme yaş ortalaması, 18’in altına inmiş durumda.
Bu oranla Avrupa ülkelerinin ardından geliyoruz.
Şimdilerde genç kadınlar arasında, “evlenmeden önce cinsellik yaşamak” bir modernlik göstergesi olarak görülür oldu.
Genç kadınlar arasında, özellikle de üniversitede okuyan ya da bitirmiş olanlar arasında bakire olmak,
bir tutuculuk göstergesi, kadın olarak değer verilmeyecek, gerici bir kişilik özelliği gibi algılanır oldu.
Bu nedenle “bekaretin evlenilen kişiyle bozulması gerektiği” düşüncesine iğreti şekilde bakılıyor.
Ancak bunu düşünenler bile,
genç kadınlara “duygu” hissettiği biriyle bunu yaşamasını salık veriyor.
Aksi takdirde kendisini kullanılmış hissedeceği, pişmanlık duyacağı yorumları yapılıyor.
Bu yorumlar, bakireliğin geri bir şey olduğu ve hayatın erken dönemlerinde, evlenmeden önce atlatılması gereken, terkedilmesi gereken bir şey olduğunu düşünen kadınlar için bile bekaret düşüncesinin zihin odağı olduğunu gösterir.
Kurtulunmaya çalışılsa da, bekareti yüceltilmekten alamıyor kadın kendini…
Bu nedenle konuya dair takıntı, salt erkek sorunu değildir.
***
Bense meselenin şu kısmıyla ilgileniyorum:
Kadınların “bekaret zarı” olmasaydı, biz bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?
Bekaret zarının varlığı, kadının evlendiği erkekten önce başka biri ile birlikte olmadığının göstergesi olarak kabul ediliyor.
Bu nedenle varlığına önem atfediliyor?
Soru bu açıdan önemli;
Erkeğin daha önce başka bir kadınla birlikte olduğunu test edecek bir kriter yok,
Kadın için de durum böyle olsaydı, kadının daha önce başka biriyle birlikte olduğu tespit edilemeseydi,
dünya nasıl bir yer olurdu?
Evlenmeden bir erkekle birlikte olunmaması gerektiğini söyleyen, bunun ahlaksızlık olduğunu söyleyen kadınlar,
ilk cinsel deneyimi yaşamak için yine evlenmeyi beklerler miydi?
Erkeklerin bekaret takıntısı yine olur muydu, bu durum kadın erkek ilişkilerini nasıl etkilerdi?
***
“Kadınların ilk cinsel deneyimini evlendikleri kişiyle yapmaları gerektiği düşüncesi” kişisel bir yargıdır,
doğru ya da yanlış olarak tartışılacak bir konu değil.
Ancak bu düşünceyi benimsemenin sonuçları vardır.
Çünkü “zar” üzerinden bir kültür inşa ediyoruz.
Olması ya da olmamasının yarattığı anlam,
kadın erkek ilişkilerinden cinsel kimliğin algılanışına kadar tüm yaşam biçimini etkiliyor.
Meselenin sosyo-ekonomik boyutu ayrı mesele.
Mesele, Michel Foucault’ın cinsellik üzerinden kurulan iktidar sorununa kadar uzanıyor.
Freud’un totem ve tabu adlı kitabında sıklıkla atıf yaptığı İskoç sosyo-antropolog George Frazer klan[2]oluşumlarını irdelerken, cinselliğin sınırlandırılmasının klan oluşumunda temel kriter olduğunu belirtir.
Kriter her klan için;
Ya
“sadece klan üyeleriyle cinsellik yaşayabilirsin”,
ya da
“sadece klan dışı karşı cinsle cinsellik yaşayabilirsin”
sınırlamasıdır.
Freud frazer’e yaslanarak ailenin temeline buradan gönderme yapar.
Ailenin ensest yasağıyla kurulduğunu söyler.
Cinselliğin bu önemi nedeniyle,
bekaret meselesi basit bir zar meselesi değil, bir uygarlık meselesidir.
[1] Vajinusmus; Vajina kaslarının en az üçte birinin cinsel ilişki gerçekleşeceği sırada istemsizce kasılması ve ilişkiyi engellemesi olarak tanımlanırdı. Ancak bu tanıma bugün kadının endişe ya da korkuyla cinsel ilişkiden kaçınması da eklenmiş durumdadır.
[2] Boy