BASTIRILMIŞ OLANIN GÜCÜ
Terapinin ve terapistin “sorun çözdüğü” ile ilgili algının gerçekliği tartışmalıdır.
Tartışmalı olmasının nedeni, aslında düşünüldüğü gibi “olmayışından”dır.
Terapi sorun çözmez,
“kişinin sorununun çözümsüz olmasına neden olan sorunu” görmesini sağlar!.
Bu sağlayış çoğu zaman kişinin sorununu süreç içinde bir yere oturtmasını sağlar.
“Bu da bir çözümdür” diyebilirsiniz,
ben böyle yorumlamamayı tercih ederim!.
***
Sorunu çözmeye odaklanan terapiler çoğu zaman “işlevsizdir”.
Yani,
kişinin “ben bağımlıyım, ilişkimden kurtulmak istiyorum” diyerek terapiye başlaması,
Ya da “ilişkimi kaybetmemek için yardım almak istiyorum” demesi,
Ya da çiftlerin evliliklerini kurtarmak için,
Ya da boşanmak için terapi görmeyi istemeleri,
temelde işlevsizdir.
Terapinin bu beklentiye odaklanması,
bu işlevsizliğin parçası olmasına neden olur.
Terapinin bu şekilde sürdürülmesi işe yarıyormuş gibi görünebilir.
Ancak bunun yanıltıcı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü böyle çalışan bir terapi süreci kişinin yapmayı istediği şeyi yapması için onu yüreklendirmektenöteye gidemez.
Bu yaklaşım ya da beklenti terapiyi işlevsel kılar mı?
Öyleymiş gibi görünse de ben terapinin bunun ötesinde bir işlevinin olması gerektiğini düşünüyorum.
***
Kuşkusuz benim için terapinin “işlevi”, kişinin asıl sorununu masaya yatırmasını sağlamasıdır.
Bu da kişinin hissettiği duyguları dışarı vurmasıyla mümkün olur.
Asıl duygu!
Evet terapide çoğu zaman “katarsis” olarak kendini gösteren boşalımlar, sorunun kabul edildiği anlardır.
Ve bu tür boşalımların olmadığı görüşmeler “çoğu zaman” terapinin odaklanması gereken şeyi kaçırdığının işaretidir.
Ne demek “asıl duygu”?
Bu, “bastırılmış olan”ın açığa vurulmasıdır.
Bastırılmış olanın,
öfke, korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, özlem gibi duygularla “itiraf” şeklinde dile getirilmesidir.
Bunun bir “itiraf” gibi dile getirilmesinin nedeni,
kişinin söz konusu duygunun varlığını bilinçli ya da bilinçsiz şekilde “reddetmesidir”.
“Kendini suçlu hissediyor musun?” sorusuna
“Ne suçlu hissedeceğim” diye tepki gösterilip, konuşmanın sonunda
“evet kendimi suçlu hissediyorum” açıklamasının gelmesi.
Ya da “öfkeli misin?”, “özlüyor musun” sorularına önce “hayır” denip, sonrasında “evet” cevabının gelmesi bu nedenledir.
Bunu itiraf kılan bir önceki çarpıtılmış “gerçeklik yorumu”dur.
***
Böyle bir dışa vurumda kişi “asıl duygu”yu ifade ettikten sonra bir “algı değişimi” yaşanır.
Örneğin kaybetme korkusunu reddeden biri, bu duyguyu itiraf ettiğinde farketmediği ancak dışarıdan hissedilen “korku” azalır,
Bastırdığı bir öfkeyi dışarı vurduğunda, öfkenin yarattığı gerilim azalır…
Terapinin işe yaramasının bence en önemli nedeni de budur.
Bastırılmış olanın dışa vurumunun sağlanmasıyla gerçekliğin kişi tarafından yorumlanmasını değiştirmesidir.
Peki bu niçin oluyor?
Bastırılmış olanın dışa vurumu gerçekliğin yorumlanışını neden değiştiriyor?
Gerçekliğin yorumlanışındaki bu değişim
“abarttığımın farkındayım”,
“neden bu kadar gözümde büyütmüşüm ki”,
“bunun saçma olduğunun farkındayım” gibi sözlerle kendini gösterir.
Peki, bu neden oluyor?
Gerçekten iç dünyamızda büyütüyor muyuz, abartıyor muyuz?
Kendi “iç düzeneklerimizle” varolanı olduğu bağlamdan kopartıp, olmasını istediğimiz şekilde, kendimizce yani olmasını istediğimiz şekilde mi yorumluyoruz?
Yoksa bastırılmış olanı ”tiraf” ederken kazandığımız özgüven mi algımızı değiştiriyor?
Bu sorunun bir benzerini kendini değersiz hissedenler için ben sorarım;
Kendinizi değersiz hissettiğiniz için mi çevrenizle sizi değersizleştirecek bir ilişki kuruyorsunuz,
yoksa çevrenizle kurduğunuz değersizleştirici ilişki mi kendinizi değersiz biri gibi algılamanıza neden oluyor?