BAĞLANMA SORUNU -1-
Bağlanma sorunu;
Kişinin ilişkiye duyduğu ihtiyacın (bağlanma arayışı) ve bağlanmaktan (aidiyetten) korkmasının ilişkiye olumsuz olarak yansımasıdır.
Daha genel olarak;
Kişinin ilişki kurma biçimlerinde kendini gösteren ve ilişkilerini olumsuz etkileyen, kişilerin duygusal açıdan sorun yaşamasına neden olan duygu / davranış sorunlarıdır.
Bir başka açıdan;
Kişilerin ilişkilerinde, bir yandan bağlanmaya ihtiyaç duyarken diğer yandan bundan duyduğu korku arasına sıkışmasıdır.
Bağlanma sorunlarının varlığını gösteren davranışların iki temel nedeni vardır:
1. Bağlanma korkusu
2. Bağlanma arayışı
1. BAĞLANMA KORKUSU
Bağlanma korkusu;
kişinin bağlanmaya karşı geliştirdiği kaygılar ve bu kaygılar nedeniyle ortaya çıkan “direnç”tir. Genelde kişinin olumsuz tecrübelerine dayanan bu korku, daha temelde “birincil aile ilişkileri”nde yaşanmış, bağlanma-ayrılık travmasına karşı geliştirilen savunma mekanizmasıdır. Çocukluk döneminden kalma ve unutulmuş olan acıyla baş etme düzeneğidir. Bu düzenek, hayatın sonraki kısmında acı yaşama korkusu olarak kendini gösterir.
Korku;
unutulmuş acıların izi, hatırası, yeniden hatırlanmasıdır. Yaşanan bu korkuyla kişi unuttuğu acıyı bilinçsiz bir süreçle ve biçimde, yeniden hatırlar. Acıyı korku üzerinden dolaylı şekilde duyumsar ve acı yeniden yaşanıyormuş gibi tepki verir. Tükenmemiş/Dinmemiş geçmişin acısı, korku olarak yeniden yaşanır;
o an yaşanan, olası acı durumuna karşı geliştirilmiş bir ön savunma olmaktan çok, geçmişteki acının hatırlanması ve kişi tarafından geçmişteki acısının reddedilmesidir;
kişinin acıyı yaşadığı dönemde takılı kalması ve o dönemdeki bağlanma sorununu ilerlemiş yaşına rağmen devam ettirmesidir;
tüketilmemiş acıyı farkında olmadan korku olarak bugünkü ilişkilerine yansıtmasıdır.
Bağlanma korkusu kişilerde, farklı derece ve biçimlerde ortaya çıkar. Bu farklılık, aynı kişi için farklı ilişkilerde ve farklı zamanlarda farklı biçimlerde de ortaya çıkabilir.
Yaş ve edinilmiş tecrübelerle azalması beklenir, ancak çoğu zaman böyle olmaz…
Bağlanma korkusunun ilişkilere yansıyan en olumsuz yanı, kişiyi “ilişki yaşamaktan alıkoymasıdır”. Hiç ilişki yaşamamak, bu korkunun kendini en yoğun şekilde göstermesidir. Böyle bir durumda kişi, ilişkiden kaçınmak için kendince pek çok gerekçe üretir. Başka şeylere kendini adamaktan tutun da, bağlanmanın gereksiz ve hatta hastalıklı olduğunu düşünmeye varacak kadar pek çok somut ve soyut gerekçeyle kendini ilişkiden uzak tutar. Uzak tutmanın yalnızlığını ve yalnızlığın yarattığı acıyı bu gerekçelerle gidermeye çalışır, yaşadığı içsel çatışmayı aklileştirir.
Bağlanma korkusu iki farklı “bağlanma biçimi” yaratır:
1. Aşık olarak ilişkiye bağlanma
2. Kendisine aşık olunan ilişkilere bağlanma.
Bu iki biçimde de bağlanma, ilişkinin kendisine değil hissedilen duygularadır.
Aşık olunduğunuz kişiye bağlanmada “karşı tarafın arzusuna”;
aşık olduğunuz ilişkide ise “kendi arzunuza” bağlanma söz konusudur.
Bu bağlanma biçimlerinde bağlılık, yaşanmışlıklara, karşı tarafın hayatımızdaki varlığına, aldıklarımıza-verdiklerimize bağlanma değildir. Bu nedenle “yaşanmış”(gerçek) bir ilişki bağlanımı değil, kişilerin içsel boşluklarının yüceltilmesiyle ortaya çıkan, bilinçsiz süreçte oluşturulmuş “kurgusal” bağlılıklardır.
Aşk, içsel eksikliklerimizin “yüceltilmesidir”. Bazen kendi duygumuzu, bazen karşımızdakinin duygusunu yücelterek bağlanırız…
İlişkiye yansıttığımız kişilik sorunlarımızı karşı tarafa hissedilmiş yüce bir duygu (aşk) olarak tanımlamak;
varoluşla ilgili sorunlarımızla başetmek yerine, bu sorunları ilişkiler üzerinden gidermeye çalışmak demektir.
Aşk üzerinden geliştirilen bağda bağlanma korkusu direkt olarak hissedilmez, çoğu zaman korku duygusu olarak da yaşanmaz.
Şöyle ki;
Aşık olan taraf sizseniz karşı tarafın bağlanmasına karşı korkunuz var demektir. Siz aşıksanız karşı taraf aşkı hissetmiyordur. Karşı taraf ilişkiye bağlanmadığı için bağlanma korkusu yaşamazsınız. Aşık olan karşı tarafsa, sizin karşı tarafa aşkınız yoktur. Bağlanma korkusunu yine yaşamazsınız, çünkü siz ilişkiye dahil değilsinizdir… Kişi böyle algıladığı için bağlanma korkusu yaşamaz. Bu nedenledir ki bağlanma korkusu bizi bu iki bağlanma biçiminden birine sürükler;
Aşık olarak bağlanma ya da aşık olunduğumuz kişiye bağlanma…
Bu bilinçaltı savunma mekanizmasını bilinçsiz şekilde üreten yanımız şunu unutur:
Bağlanma istendik bir süreç değildir. Yaşadığınız şeye kaçınılmaz olarak bağ geliştirirsiniz. Yani bağlanmaktan korkarak bağlanmaktan ne kadar kaçınırsak kaçınalım, bağlılık geliştiririz… Savunma geliştirmek bizi korumaz.
Bağlanma korkusu;
kişinin “kendi” bağlanmasına karşı korku, ya da “karşımızdakinin” bağlanmasına korku olarak kendini gösterir.
Yaşanan her ilişkide;
tarafların, duygusal yoğunluğu açısından bir denge söz konusuysa bu korkuların ikisi de zaman zaman (kendi bağlanmasına ve karşı tarafın bağlanmasına korku), yoğunlukta denge yoksa, tarafladan biri bu iki korkudan birini, diğeri ötekini yaşar…
Gündelik dil içinde en çok “konuşulan” ve “bilinen” bağlanma korkusu, karşı tarafın bağlanmasına karşı gösterilen kaygı olarak bilinir. Karşı tarafın ilişkiyi tanımlaması veya karşı tarafın ilişkiye bağlandığını gösteren her durum, korkusu olan tarafın korkusunu tahrik eder. Kişi yoğun kaygı yaşar. Kaygı yoğunlaştıkça, bağlanan karşı taraf ilişkiden itilmeye çalışılır. Bu davranışlarla karşı tarafın bağlanması reddedilir. İlişkinin adının konulmasına direnç, ilişkinin açıkta yaşanmasına, flört olduğunu ima eden el ele tutuşmaya, hediye almaya-kabul etmeye, duygu sözcüklerinin kullanımına direnç, yakınlaşmaya direnç, zaman geçirmeye direnç, ilişkinin sürmeyeceği ve bu nedenle karşı tarafın bağlanmaması gerektiğine dair vurgu, sıklıkla duygu hissedilemediğiyle yakınmalar vs… bu direncin sık görülen davranış biçimleridir.
Karşı tarafın bağlanmasına duyulan korkunun gerekçesi, karşı tarafa karşı sorumlu hissedilmesinden, karşı tarafa verilecek olası duygusal zarardan hissedilecek suçlu hissi olarak açıklanır. Karşı taraf, ilişkiye bağlandığında olası bir ayrılık durumunda ayrılık acısı yaşayacaktır. Bağlanmayan taraf kendisini bu acıdan sorumlu hissedecek, bu sorumluluk da suçlu hissettirecektir. Suçluluk acı verir. Bağlanmayan taraf, suçluluk hissinin vereceği acıdan kaçınmak için karşı tarafın bağlanmasını engellenmeye çalıştığını düşünür.
Oysa karşı tarafın bağlanmasından duyulan korkuda temel sorun, karşı tarafın bağlanmasıyla ortaya çıkacak suçluluk hissi değil farkında olmadan ortaya çıkacak kendi bağlanımıdır. İlişkide yaşamaktan korktuğu suçluluk hissi, gerçekte karşı tarafı kaybetme korkusunun tezahürüdür. Arzu hissedilmeyen ilişkideki bağlanın yarattığı kaybetme korkusu suçluluk hissiyle yaşanır. Kişi ayrılık acısını suçluluk hissi şeklinde yaşar.
Suçluluk hissi sorunu kişinin sadece o ilişkisi için değil, tüm ilişkileri için söz konusudur. Evli bir erkekle ilişki yaşayan kadının diğer kadın için kendini suçlu hissetmesi, buna iyi bir örnektir:
Evli biriyle ilişki yaşayan kadının bağlanma korkusu, erkeğin başka birine bağlı oluşuna, erkeğin eşini aldatan, güvenilmez biri oluşuna dair kaygı olması gerekirken, kadının diğer kadın için suçluluk hissetmesi ve bu duygu üzerinden ilişkiye yön vermeye çalışması, kendi adına ilişkilerinin sağlığı açısından patolojidir. Çünkü ilişkiyi bu şekilde algılayan ve bu duyguyla ilişkiye yön veren kadınlar, farkında olmadan ilişkiye bağlanırlar. Sorunu erkeğin başka birine bağlı oluşunun ya da güvenilmez biri oluşunun sorunu değil de diğer kadınla ilgili suçluluk sorunu olarak görmek, kadının erkekten aldığı ilgiyi kaybetme korkusunun yansımasıdır.
Karşı tarafın bağlanmasına karşı korku geliştiren kişinin temel korkusu, kendinin bağlanmasıdır. Alışacak ve bırakmak zorunda kaldığında, acı çekecektir. Üstelik bunu arzu duymadığı biri için yaşayacaktır. Kişi bu korkuyu farkederse ilişkiden ayrılmak zorunda kalır. Bilinçsiz süreçle işleyen savunma mekanizması, kişinin kendi korkusunu karşı tarafa yansıtmasını sağlar ve karşı tarafın bağlanmasına karşı korku olarak yaşamasına neden olur. Arzu hissetmediği birine bağlanıp o ilişkiden çıkamayacağı, acı çekeceği gerçeğiyle yüzleşirse, ilişkiyi bırakmak zorunda kalacağı için kendi korkusu karşı tarafa projekte eder ve ilişkinin devamını sağlamış olur. Böylece, ilişki bir yandan sürer, bağlanma korkusu da ilişkiye direnç olarak yansır. Böyle yaparak ilişkiyi kendiyle çelişmesine rağmen hayatında tutar, çelişkiyi tolere eder.
Kişi kendi bağlılığından korktuğunda, karşısındakiyle ilgili duygularını bastırmaya, duygularını azımsamaya çalışır, duyguyu reddetme eğilimi güder. Sadece duyguların azaltılmasıyla değil, olası bir bağlanma durumuna karşı başka ilişkileri “yedekleyerek” de kendini ilişkiden geri çeker. (yedekleme bahsi için “erkekler ne ister” adlı kitabın yedekleme bölümüne bakabilirsiniz)
2. BAĞLANMA ARAYIŞI
Bağlanma arayışı (ihtiyacı);
kişilerin ilişkisiz yaşayamama ve yalnızlığa yoğun direnç nedeniyle ortaya çıkan, anne döneminden kalma bağımlılık eğilimleridir. Kendini birine ait hissetme (anneye aidiyet), başka birinin kendine ayrılmayacak şekilde ait olduğunu hissetme (anneyi kendinin bilme) ihtiyacı… Anne arayışı… En temelde “güven” arayışı…
Bağlanma bağımlılıkla karıştırılır ve bu nedenle yanlış tanımlanır.
Bağlanma ihtiyacı, bağımlılık ihtiyacından derece olarak daha düşük bir bağımlılık durumu gibi algılanır, ancak bu yorum kusurludur. Bağlanma ihtiyacı, gerçekte bir bağımlılık arayışıdır. Bağlanma ihtiyacı, bağımlılık arayışının bunu sorun olarak gören algı tarafından meşrulaştırılmasıdır.
Bağlanma üzerine yapılan çalışmalarda, bağlanma ve bağımlılık birbirinden ayrılır. Bağımlılık, kişinin kontrol dışı davranışlar geliştirmesine neden olan, hissettiği kişiye ve karşısındakine huzursuzluk veren duygular olarak algılanır. Kişi kendini kontrol edebildiği sürece hissedilen bağımlılık durumunun bağlanma olduğu düşünülür. Ancak, kişisel çalışmalarım, bağ’ın hissedilebilir bir duygu “olmadığını” söylüyor.
Bağ, kişinin ilişkilerinde farklı duygu/davranışlarla ortaya çıkar. Bağ direkt olarak değil, dolaylı duygularla kendini gösterir. Ve bu duygular, kişinin ilişki kurduğu tüm ilişkilerinde ortaya çıkar. Karşı taraftan olumsuz algılanma endişesi, kaybetme korkusu, suçluluk hissi, özlem vs.. ilişkilerimizde bağ kurduğumuzun göstergesi, bu duyguların hissedilmesidir. Kişiler ilişki kurdukları herkese bu duyguları yoğunluğu düşük ya da yüksek yansıtırlar.
Buradan hareketle şunu söyleyebilirim;
ilişkilerde patoloji alanının “bağlanma sorunu” olarak değil “bağımlılık sorunu” olarak tanımlanması gerek. İlişkilerde sorun yaratan tüm davranışsal, zihinsel ve duygusal süreçler, bağımlılık sorunudur;
yanlış anlama, yanlış aktarma, agresyon, kontrol dışı davranışlar, kişinin kendi olamaması vs. sorunlar…
Bağlanma ihtiyacı, (bağımlılık arayışı) ilişkinin varlığı ya da yokluğuna göre farklı davranışlar ve süreçlerle ortaya çıkar:
a. Kişinin ilişkisi yoksa ilişki arayışı olarak yaşanır. Böyle bir durumda kişi, çevresindeki tüm karşı cinslere (cinsel yönelimi hemcinsleriyse hemcinslerine) potansiyel karşı cins olarak bakar. Başkalarının ilişkisinin olması ona kendini “yetersiz” ya da “sorunlu” hissettirir. Kıskançlık duyar. Geçmişte bırakılmış ilişkileri varsa, tekrar tekrar oraya döner, onları düşünür. Olma ihtmali olmayan karşı cins seçenekleri tekrar tekrar olma ihtimali var mı diye sorgular, vazgeçer… Bağımlı kişi ilişkisi yoksa yoğun şekilde bağlanmak için birini arar… Zihni her an bunun üzerine çalışır…
b. Kişinin ilişkisi varsa, ilişkide yaşanan sorunlar kişinin “odağı” haline gelir. Zihin ya sorunları anlamaya ya karşısındakine hissedilen öfke, kırgınlığa ya da beklentilerin karşılanması yönündeki düşüncelere ya da ilişkiden ayrılmakla ilgili düşüncelere odaklanır. Ayrılığı zihinlerinde düşünenler, çoğu zaman, ayrılık durumunda bağlanacakları “yeni seçenek” arayışı içinde olurlar. Pek çoğu yeni seçeneği elde etmeden ilişkiden ayrılamaz. Ayrılanların çoğunun ya hayatında biri vardır ya da yedekte tutulan ve ayrılındıktan sonra birlikte olunacağı “düşünülen” birisi vardır. “İhtimal” yedeklenir. Bunun olmama durumu çok nadirdir ve çok farklı sorunların yaşandığı ekstrem bir durumdur. Ya da kişi bağımlılık sorununu çözümlemiş birisidir.
c. Kişi ayrılık sürecindeyse, biten ilişki, günün her saati her dakikası zihnindedir. Beklenti üzerine yürüyen bir ayrılık süreci işler. Pişman olma, ilişkinin yeniden yaşanması ya da beklenti… Beklentinin karşılanma ihtimali üzerine yapılan zihinsel yorumlar, planlar, düşünceler, eylemler, sorgulamalar, tahliller… Beklentinin karşılanmama ihtimalinine yönelik endişeler, kaygıyı gidermek için yapılan analizden faydalanma… Kişinin kendini ya da karşısındakini suçlamasıyla ya da bunun her ikisini birden zihninde yaşandığı psikolojik bir süreç söz konusudur…
Bu üç durumun kişilerde yarattığı çatışma ve gerilim farklı biçimlerde ortaya çıksa da, yıkıcı etkisi yakın/benzerdir. Ancak kişiler bu yıkıcı duygu durumunu farklı sorunlarla yaşadıkları için, yaşadıkları zorlanmanın da farklı olduğunu düşünürler.
Bağlanma arayışı;
yetersizlik hissi, yalnız hissetmenin getirdiği değersizlik, kendine güveni yitirme, insanlara güven kaybı, endişe, korku, çatışma, saplantı, arayış içinde zamanın tükenmesi gibi sorunların yaşanmasına neden olur.
Kişi mutsuzdur. Beklentisinin, ihtiyacının karşılanabileceğine dair umut hissettiğinde iyilik hali, onun dışında sürekli gerilim yaşar. Düş kırıklığı kaçınılmazdır.
Bağlanma arayışı sadece karşı cins ilişkilerinde değil, bu ihtiyacın transfer edildiği “her yerde” kendini gösterebilir:
Mesleki başarı, para, sanat üretimi, sportif başarı, sosyal statü ve başkaca aktarımlar… Tüm bunların altında yatan, “güvenlik arayışıdır”. Güvenlik duygusunu, ya toplumdan gördüğü değerle kendini değerli hissetme ve gördüğü değer nedeniyle yalnız kalmayacağına dair bir güvenceyle ya da kendi birikimlerinin sağladığı güven hissiyle tatmin edilir… Güvenlik arayışı karşı cins ilişkilerinde;
bağlanma ihtiyacı, sevgi arayışı, değer arayışı, yalnızlığın tolerasyonu gibi ihtiyaçlarla kendini gösterir.
Bağlanma arayışı kişinin ilişkiyi, karşı tarafa hissettiği duygulardan çok bu ihtiyacı karşılamaya dönük olarak yaşamasına, bu ihtiyaç nedeniyle karşı tarafın beklentilerini karşılamaya dönük davranışlar geliştirmesine neden olur. Karşı tarafın beklentilerini karşılamaya dönük davranışlar, kendini kabul ettirme, kendini sevdirme çabası içerir. Onun sevgisini kazanmak için onun hoşuna gidecek davranışları sergilemek, karşı tarafın rahatsız olacağı davranışlardan uzak durmak.. Bunlar kişiyi huzursuz eder. Bağlanma ihtiyacı, beklentilerin karşılanmaması durumunda ilişkiyi yıpratıcı davranışlar olarak ortaya çıkar. Sadece karşı tarafı değil, davranışı sergileyeni de yıpratan davranışlar söz konusu olur:
Kişiyi ilişkide silikleştirmesi, duygularını bastırmasına neden olması, ertelenmiş tepkisel davranışların ortaya çıkması, kişinin kendini değersiz hissetmesi, karşı tarafın gözünde birey olarak görülmeme, saygınlığın yitirilmesi… Öfke sorunu… Suçlama, yargılama, kontrolsüz öfke davranışları, kontrol etme gibi…
Sonuç 1
Bağlanma arayışıve bağlanmaktan korku, ilişkilerde olumsuz davranışlar sergilememize ve bu nedenle sorun yaşamamıza neden olan, “temel” sorunlardır. Ve daha önemlisi bu iki sorun, bir yandan sorun yaratırken diğer yandan kendilerini gizlerler ve sorunun anlaşılmasını da engellerler.
Bağlanma sorunlarını davranışlar üzerinden görmek ve tanımlamak kolaydır. Bağlanma sorunlarını gidermek için davranışları değiştirmekse çok zordur. Genelde de mümkün değildir. Bir kaç kez kendini zorlayıp davranışa engel olunsa da uzun vadede davranış tekrarı kaçınılmazdır. Kişinin davranışındaki sorunu görmesi, kabul etmesi;
sorunu çözmesi için yeterli “olmaz”.. Öfke sorunu olan kişinin “Ben öfkeli biriyim” diyerek kendini kabul etmesi, ancak durumun değişmemesi gibi…
Sorunun çözümü konusunda kişiye mesafe aldıran, kişinin, sorunlu davranışlarına neden olan “duygularını” tanımasıdır.
Bağlanmaktan korktuğunu ya da birine bağlanma konusunda yoğun ihtiyaç hissettiğini farkeden birisi, ilişkideki “sorununun” ne olduğunu görür;
Kendini durdurması, kontrol etmesi daha mümkün hale gelir. Bağlanma korkusunun yarattığı davranışların korkudan dolayı olduğunun farkında olmayan kişiler, genelde sorunu, karşı tarafın güvenilmezliğiyle ve kendi geçmiş tecrübelerinin olumsuzluğuyla açıklarlar. Bu açıklama, kişinin sorununu içselleştirmesini engeller, çözümü zorlaştırır.
Bağlanma ihtiyacını kendi sorunu olarak görmeyen kişi, yoğun duygu nedeniyle ortaya çıkan sorunlu davranışların nedenini karşı tarafın “yetersiz hislerine” bağlar. Kendi duygularının yoğunluğundan (Sevgisinden olduğunu düşünür) dolayı yargılanamayacağını düşünür. Olumsuz davranışların nedenini karşı tarafın yetersiz duygularıyla ya da kendisinin yoğun sevgisiyle açıklandığında, sorunu üstüne alamaz, sorun dışlaştırılır.
Bağlanma korkusuve Bağlanma arayışı, ilişki sorunlarımızın temelidir. Farkedilse de farkedilmemiş olsa da hepimizde mevcuttur. Her ikisi de ne kadar anlaşılır, fark edilirse ve ne kadar azaltırlırsa, kişi ilişkilerinde o denli az çatışmaya yaşar, o denli çatışmayla başa çıkar, kendini o denli açık ifade eder, karşı tarafı onun hissettiği gibi anlar…
Burada açmazlar söz konusudur.
Şöyle ki:
Kişinin kendini koruma ihtiyacıyla bağlanmaktan korkmayı birbirinden ayıran şey nedir? Çünkü bu iki psikolojik itkinin davranışları birbirine benzer. Ayrıca korkuyla yapılan davranışlar, kişi tarafından kendini koruma adına yapıldığı söylenir. Savunma mekanizması korkunun koruma olarak görülmesine neden olur. Refleksin korkudan mı yoksa tehlikeden korunmak mı olduğunun sınırı neresidir?
Diğer açmaz;
Bağlanma ihtiyacıyla (bağımlılık arzusuyla) kişinin yaşadığı ilişkiye bağlanması arasındaki fark nedir? Bağlanma arayışıyla bağlanmanın kendisinin ilişkiye yansıması benzerdir. Ve benzerlikten öte, bağımlılık arayışı savunma mekanizması kullanılarak bağlanma adına meşrulaştırılır.. Bu ikisi birbirinden nasıl ayrılacaktır?
“Korku” ve “kendini korumanın” / “bağımlılık arayışının” ve “bağın” birbirine karıştırılması;
kişilerin sorunları anlama, kabul etme hususunda zorlanmalarına neden olmaktadır…
Sonuç 2
Bağlanma arayışı, bağlanma çabasıdır, bağlanmak için nesne arayışıdır. İlişki kurulan şeye hissedilen duygu değil, içeride varolan kendine ait bir ihtiyacı, duyguyu aktaracak nesne aramaktır.
Bağlanma arayışıyla ilişkiye tutunan kişi sürekli kaygı, ilişkinin bitmesiyle ilgili korku yaşar. Bu ilişkinin yarattığı korku, umudun yitirilmesine dairdir. Bu nedenle, böyle bir ilişki bittiğinde sancı, sadece umudun oradan alınmasıyla (geri çekilmesiyle) ilgilidir. Umut (beklenti) oradan alındıktan sonra korku da biter. (umut yani beklenti oradan alınıp başka bir yere ya da kişiye transfer edilir. Bu transfer olmadığı sürece kişi orada kalır)
Bağlanma korkusu, bağlanılmış bir ilişkinin bitmesinin yarattığı acı verici tecrübenin ardından oluşan “bağlanma direncidir”. İlişki bitimiyle birlikte farkettiğimiz bağlılık hissine karşı geliştirdiğimiz bu korku, daha önce yaşanmış ilişkiye yani gerçek anlamda bağın kendisine karşı geliştirilen “gerçekçi” bir kaygıdır. Sonraki ilişkileri etkiler, uzun zaman kişinin gündelik yaşamında boşluk yaratır.
Bağlanma, arayışla meydana getirilebilen bir duygu durumu değildir. Bu nedenle, arayarak, bir nesne bulunduğunda onunla ilişki kurularak hissedilecek bir duygu değildir. Korkmak da insanın ilişki kurduğu şeye bağlılık geliştirmesini engellemez. Siz sadece öyle olmadığını düşlersiniz. İnsan ilişki kurduğu herşeye, kendine, çevresindeki şey’lere ve kişilere, yani yaşama/varoluşuna bağlılık geliştirir. Bu yüzden ölümü istemez. Varoluşuna bağımlılık ölüm korkusu yaratır. Kişinin bağ geliştirdiğinin farkında olmaması, ilişkinin halen sürüyor olmasındandır. Kişi bağı, ya ilişkinin bitiminde ya da ilişkinin bittiğini düşlediğinde farkeder. Çünkü bağ, en temelde insan denilen şeyin “kendisidir”. İnsan, anne ve çocuk arasındaki ilişkiyle oluşur, daha temelde, insan ilişkinin kendisidir… Benlik, “ilişki”nin özne tarafından algılanma biçimidir..
Bağlanma arayışını sorun olarak görmemden rahatsız olan, perşembe grubumun “görmediği” yer burasıdır:
İnsan herşeye bağlıdır.. Perşembe grubumun benden istediği ve benim onaylamamı beklediği;
bağlanma değil, bağlanma arayışı adı altında gizlenen, meşrulaştırılan “bağımlılık ihtiyacı”dır;
Biriyle birlikte olunduğunda herşeyin mutlu olacağına dair inancın korunması, bu ihtiyacın tatmin edilmesi, bunun meşrulaştırılmasıdır..
Bağlanma arayışını sorun olarak görmem, onu bağımlılık çerçevesinde yorumlamam;
“birine bağlanarak hayatın daha mutlu olacağı” inancını onların ellerinden alıyor…
Onları varoluşun çıplak gerçekliğiyle başbaşa bırakıyor.
Bana duydukları öfkenin nedeni bu…