BAĞLANMA NEDİR?
Başlıkta açtığım soru önemli.
Çünkü,
kadın erkek ilişkilerinin sorunlarının tanımı ve çözümü hususunda psikoloji alanında en çok kullanılan kavramsallaştırmadır “bağlanma” tanımı.
Bu kavramın ne demek olduğu anlaşılmadan, sorunların hangi düzlemde çözülmeye çalışıldığını da anlayamayız.
“Bağlanma korkusu”, “güvenli bağlanma”, “güvensiz bağlanma”,”bağımlılık”, “bağlanma arayışı” gibi sorun tanımları,
hep bu kavramsallaştırma üzerinden yükselir.
Ayrıca bu kavramın gündelik dildeki kullanımıyla teorik anlamı arasında da belirgin farklar vardır.
***
Bağlanma bir metafordur.
Yani bir “durumu” ifade etmek için kullanılır.
Gündelik dilde pek çok kişi tarafından “sevme kusuru” olarak görülse de
bu hem eksik hem de yanılgı içeren bir tanımlamadır.
Bağlanma bir duygu “değildir”.
Bağlanmadan sevmek duygusunu anlayanlar, bağlanamayan kişinin sevemeyen biri olduğunu düşünür.
Ve aynı şekilde bağlanma korkusunu bir sevme kusuru olarak algılarlar.
***
Bağlanma, içinde duyguların olduğu bir iletişim/ilişki sürecidir,
içinde “duyguya” dair beklentilerinin olduğu bir ilişkiyi başlatma ve yürütme sürecidir.
“Bağlanma ihtiyacı” diye tanımladığım bir duygu durumu söz konusu hepimizin için.
Hepimiz bağlanmaya ihtiyaç hissediyoruz.
Bağlanma ihtiyacını ortaya çıkartan duygusal ihtiyaçlar ise;
Sevilme ihtiyacı,
Birine kendimizi adama ihtiyacı,
Birinin varlığına yaslanarak kendimizi güvende hissetme ihtiyacı,
Hayatımızı anlamlı kılma ihtiyacı,
Yalnızlık duygusunun tolerasyonuna dair ihtiyaç,
Kendi var hissetme, değerli hissetme ihtiyacı…
Bir yetişkinin duygu dünyasında şekillenen ve buna eklenebilecek diğer tüm duygu tanımlarının kökeni, “güven arayışıdır”.
İşte biz,
güven arayışının temelini oluşturduğu bu duyguların beklentiye dönüşüp bir ilişkiye transfer edilmesine “bağlanma”,
bu transferle birlikte ortaya çıkan iletişim zorlanmalarına ve sorunlarına da “bağlanma sorunu” diyoruz.
***
Bağlanma sorunun iki ayağı var:
Birincisi, kişinin anneden ayrılış döneminde yaşadığı travmatik süreçlerle kendini gösteren kişilikte açılan yarıklar ve bu yarıkların kişilikte oluşturduğu çok katmanlı yapısal sorunlar olarak kendini gösteren ve ilişkilerinde sürekli tekrar ederek kendini gösteren savunma mekanizmları,
Diğeri ise kişinin bugün bu anda ilişkisine beklenti olarak yansıyan duyguların iletişimi manüple etmesidir.
***
Bağlanma, kişinin yaşına, ilişkileri algılama durumuna göre farklılık arzeder.
Kişinin çocuk, genç, orta yaş, yaşlılık süreçlerinin tamamını kapsayan ve o anki algılarına ve o anki duygusal ihtiyaçlarına göre şekillenen bir süreçtir.
Bağlanma, her yaş için bir ihtyaç olarak ilişkilere yansır ve buna dönük iletişim sorunlarını gündeme getirir.
***
Bağlanma bir duygu olmadığı için bağlanma sorununu bir duygu sorunu olarak tanımlamak yanlıştır.
Bağlanma korkusuyla direnç gösteren kişi, karşı tarafa kendini sevilmiyormuş ya da yeterince sevilmiyormuş gibi hissettirir.
Hatta kişinin kendisi bile böyle hissettiğini zannedebilir.
Ancak bağlanma sorununda mesele, sevip sevmemekle ilgili değildir.
Meselenin duygu sorunu olduğuna dair yargı;
anlamak, korku ve kaygılarla yüzleşmek yerine, sorunu sevgi sorunu olarak tanımlayıp ilişki dışına çıkma (acıdan kaçınma eğilimi) eğiliminden kaynaklanır.
***
Bağlanma korkusunun sevmeyle değil, ancak aşkla bir ilgisi vardır.
Bağlanma korkusu yaşıyor olmak, aşk hissetmediğinizi gösterir.
Ancak, Aşk yani Arzu, değişken bir duygudur;
Başlangıçta olmayabilir, sonra ortaya çıkabilir
ya da başlangıçta olabilir, sonradan kaybolabilir.
Bunu belirleyen, bağlanma sürecinde yaşananlardır.
Hangisinin doğru arzu ya da aşk olduğu (başlangıçta ortaya çıkan mı yoksa sonradan ortaya çıkan mı) sorusu ise;
“Yanlış” bir sorudur!
***
Bağlanma üzerine çalışmak;
hissedilen duyguya değil, kişinin duygularını ve davranışlarını manüple eden, kişisel ya da iletişimsel süreçlerin analiz edilmesidir.
Aşık olmadığınız için ilişkiyi bitirmeye çalışmak,
Ya da karşı taraf aşık olmadığı için ilişkiyi bitirmeye çalışmak;
Eğer bağlanma ihtiyacı hissediyor ve mevcut ilişkinizi bitirip o ihtiyacı başka bir ilişkide arayacaksanız,
gerçekçi değildir!..
Bu sonuç getirmez, bir sonraki ilişkinizde de bu sorunsal başka bir şekilde kendini gösterecektir.
***
Tüm bunlardan sonra şunu söyleyebilirim;
“Bağlanma, zihinsel bir kurgudur.”
***
İlişkilere dair tüm duygusal bağlanımların kökünün ne olduğu tartışması,
psikolojik sorunların ve psikiyatrik hastalıkların nereden kaynaklandığı tartışması kadar derin ve girifttir…
“Fizyolojiyi psikolojiye”, “psikolojiyi biyolojiye” tercih edenler arasındaki tartışma,
“hakikat”in ne olduğu tartışması kadar derinlikli ve zannımca bir ucundan birbirlerine de bağlılar.
Kökü nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, biz yaşadığımızı biliyoruz.
Kişisel olarak ben bu konuları “dil” içinde tartışmaktan alamıyorum kendimi.
Bu tartışmanın beni nereye vardırdığı meselesini ise “arkadaşıma” bırakıyorum…
Bu yazıda da “dil” içinde kalarak tartışacağım.
***
Demiştim ki “bağlanma bir kurgudur”.
Neden böyle düşünüyorum?
Şu sorularla/şikayetlerle açayım:
“Bana bağlandığını hissetmiyorum!”
“Sana bağlanamıyorum!”
Bu iki cümle hemen her ilişkide “duygusal” bir sorunu tanımlamak için dile getirilir, getirilemese de hissedilir.
Elbette bugün için kurduğum bir önerme bu.
Eskiden bu kavramlar üzerinden değil de
“Beni sevemiyorsun”
“Seni sevemiyorum”
ifadeleri üzerinden dile getirilirdi.
Peki,
Kişiler
“Bana bağlı değilsin” ya da
“Sana bağlanamıyorum”
şikayetleriyle aslında ne demek istiyorlar?
***
Bu iki cümleyi kişiler şu düşünceler için kullanır:
“Senin benimle ilgili bir gelecek planın yok”
“Seninle ilgili bir gelecek planım yok”
Bu tartışmanın daha arka planında “evlilik” düşüncesinin olduğu aşikar…
Bu nedenle,
bağlanma üzerinden dile getirilen şikayetler, kişilerin karşısındakini hayatının sonuna kadar hayatında tutma isteğinin olup olmamasına yaptığı göndermedir.
***
Tartışmayı şuradan devam ettirelim;
“Geleceğe dair bir plan yapmak” ve bu planın içine karşımızdakini dahil etmek/etmemek ;
duyguyla ilgili bir konu mudur yoksa bir tasavvur meselesi midir?
Bence çok açık ki bu bir tasavvurdur, bir kurgudur.
Peki bu kurguya neden ihtiyaç hissediyoruz?
Bence bunun nedeni yaşama dair kaygılarımız.
Biriktirdiğimiz para kendimizi güvende hissettiirir,
bu nedenle biriktirir, harcamaktan kaçınırız.
Ev almak, mülkümüzün olması ve diğer yatırım araçlarının hayatımıza bugün için direkt olarak bir katkısı yoktur, ama yine de onları almaya çalışırız, onu harcamayız, bugünkü hayatımızı daha ferah bir hale getirmek, daha fazla haz yaratmak için kullanmayız;
onu varlığıyla kendimizi güvende tutmak için elimizde tutarız.
Bu yüzden “biriktiririz”.
Tıpkı,
ebeveynimizin “arkamızda” olduğunu hissedip “güvende” hissetmemiz gibi.
Bu duyguyu hayatın sonraki yıllarında başkaca nesnelerde tatmin etmeye çalışırız,
onların üzerine transfer ederiz.
Gerçekte hayatımız,
bu güven duygusunun dışsallatırılmasıyla,
hayatın her yerinde bir “anne arayışıyla” geçer.
Karşı cins ilişkilerinde ortaya çıkan “bağlanma arzusu/ihtiyacı”
ya da
“bağlanamama/bağlanmama” sorunlarının kökü burasıdır.
Burası,
karşı tarafa hissedilen sevgiyle, ona duyulan duygularla ilgili olmaktan çok kişinin kendi “ihtiyaçlarının” projeksiyonu ile ilgilidir.
Bu transferi sağlayan/bağı oluşturan,
bazen karşıdakinin güçlü görünen kişilik yapısı,
bazen statüstü,
bazen o kişinin diğer karşı cinsler tarafından gördüğü değer,
bazen ekonomi,
bazen toplumsal itibar ve daha başkaca kişinin kendisinin ihtiyaç duyduğu hususlara gönderme yapan,
kendisinde olduğunda kendisini güvende hissedeceğini düşündüğü özelliklerdir.
Bu özelliklere sahip kişiyle ilgili “gelecek planı” geliştirilmesidir.
***
Bağlanma söz konusu olduğundan bir başka tartışma “aitlik” üzerinden yürür.
“Ait olmayı” istemek ya da “ait olunmayı” istemek…
“Aitlik”,
kendinden, “benliğinden vazgeçmeyi” arzular.
Insan neden birine ait olmak ister ki?
Neden birini sahiplenmeyi arzular?
Böyle yaparak eline ne geçecektir?
“Yok etme” üzerine kurgulanmış bir ilişki biçimi değil mi bu?
Bence böyle…
Bunun bir “ilişki” olmadığı da çok açık…
Bu eğilimin temeli;
“Çocuğun bir yetişkin olarak ilişkilerinde anneyi aramasıdır” der psikanaliz.
Bu önermeye göre arayışı motive eden “insanın anne rahmine geri dönüş arzusu”dur.
Bunun arkasındaki zemin için Norman Brown,
“varlığın yok olma arzusdur” der.
***
Benim düşüncem;
“bağ kurma arzusu” ve “bağ geliştirme”nin “kişisel bir kurgu” olduğu yönündedir.
Ihtiyaç duyulan güvenin transfer edilmesinin kurgusudur bu.
Gerçekte ilişkiyle bir ilgisi “yoktur”!
Bu nedenledir ki ilişki bir yandan surer, diğer taraftan bu “sorunlar” ortaya çıkar.
Sorunlar ilişkiyle ilgili değil, “kişiyle” ilgilidir.
Yaşadığınız “bugün”dedir.
Gerisi sizin planlarınız, güvenlik sorunlarınız,
Velhasılıkelam, kaygılarınızdır…
Bu kaygıları bir ilişki üzerinden gidermeye çalıştığınız sürece yaşadığınız ilişki değildir,
kişilik krizinin ilişki krizine dönüştürülmesinden başka bir şey çıkmaz ortaya,
hayat bugüne gelmez, bugün yaşanmaz.
Ilişki,
hemen şu anda,
sevdiğinize söylediğiniz güzel bir sözde,
yanağındaki dudağınızdadır.
Gerisi “bağlanma” sorunsalının yarattığı kaygıdır.