BAĞIMLILIK (2)
Bağımlılığı, kişinin birine saplanması, bir ilişkiye takılıp kalması olarak yorumlamıyorum.
Bu nedenle benim için bağımlılığın kriteri;
kişinin ayrılması gereken bir ilişkiden gidememesi değildir.
Kriterim; kişinin şu an yaşadığı ilişkilerde bugün-burada-şu anda ne yaptığı, kendini nasıl yansıttığıdır.
Her insan doğduğu andan itibaren, ilişki’ye bağımlıdır.
Bağımlılığımızın derecesini belirleyen, çocukluk döneminde edindiğimiz olumsuz tecrübelerin bizde yarattığı kaygıların ilişkilerimizde kendimiz olmaktan ne kadar uzaklaştırdığıdır.. Kaygının davranışlarımızı hangi yoğunlukta etkilediğidir.. Kaygı dışındaki tüm duyguların gerek endişeyle gerekse kaygının bir ifade şekli olan korkuyla ne kadar maniple olduğudur;Arzu, özlem, beklenti, umut, pişmanlık, suçluluk, öfke ve tanımlayabildiğimiz tüm diğer tüm duyguların, kaygı ve korku tarafından ne kadar bastırıldığı, kısıtlandığıdır.
Bu tanım, elbette yazının başlangıç kısmında belirttiğim bağımlılık tanımına göre daha kompleks, karmaşık, çözümü de aynı orada zorlu bir sureçtir.
Bu karmaşık çözüm süreci işlenmesi gereken 4 aşama/durum söz konusudur. Bu aşamalar adım adım uygulanması gereken süreçler değildir. Kişiden kişiye göre, kişinin ilişkiye karşı hissettiği bağı derinliğine göre değişen süreçlerdir.
1. DUYGUNUN BİLİNCE KABULÜ
Bu süreç bağımlılık durumunun en temel aşamasıdır. Bu süreçte kişi, bağımlılık nedeniyle bilinçlatına bastırdığı duygularının “hiç” farkında değildir. Farkedilmesi, Kabul edilmesi zaman alır. Kişinin ilk/erken çocukluk döneminde (birincil/ilk dönem aile ilişkileri) edindiği acıya karşı geliştirdiği bastırmanın kişi tarafından bilinçsiz şekilde işlenmesidir. Kişi duygusunun farkında değildir ki bunu dışarıya vursun ya da bunu vurup vurmamasını tartışılsın.. Bu anlamda çözümün ilk süreci, kişinin tamamen bilinçsiz durumda olan duygularının kişi tarafından kabul edilemesi sürecini işler.. Bu, farketme sürecidir.
2. DUYGUNUN İÇSEL YAŞANTIDA KABULÜ
İkinci süreç, kişinin bilince kabul ettiği duygunun içsel olarak yaşanmasıdır. Kişinin arzuyu, öfkeyi ve diğer duyguları iç dünyasında özgürce yaşamasının sağlanmasıdır. Duygunun bilince kabul edilmesi kişinin bu duyguyu kabullenmesi anlamına gelmez. Çünkü kişinin bu duygusunu kabul etmesinin önünde bu duyguların yaşanmasını engelleyen başkaca duyguları vardır. Kaygı, suçluluk, kaybetme korkusu, çatışmadan kaçınma vs pek çok duygu/davranış durumu kişinin duygularını kendi içinde özgürce yaşamasına engel olur. Örneğin içinden hakaret etmek, küfretmek, karşısındakini suçlamak, yargılamak gelir hissettiği öfke nedeniyle.. Ancak karşısındakine haksızlık ettiği duygusu, kendisine yakışmadığı, hissedilen o duygunun kötü bir duygu olduğu düşünceleri kişide suçluluk yaratır, öfkeyi bırakamaz. Böyle bir durumda kişi öfkesini bırakmaya çalıştığı her defasında kendini suçlamaya, yargılamaya başlar. Ne içindeki duygudan vazgeçebilir, ne de kendini suçlu hissetmekten.. Bu süreç zamanla oturur ve kişi içindeki çatışmadan kurtulup duygusunu iç dünyasında özgürce yaşar. Öfke duygusunda olduğu gibi bastırılan diğer duygular için de benzer bir açığa çıkmalar, reddetmeler, gidip gelmeler yaşanır. Kişi bir yandan duyguyu hissederken diğer yandan ikinci bir iç sesiyle duyguyu reddetmeye çalışır. Bu sürecin en önemli özelliği içsel çatışmadır.
3. DUYGUNUN DİL’E KABULÜ
Üçüncü süreç, kişinin bilincine kabulünün ardından dil’e kabulüdür. Kişinin iç dünyasında kabul ettiği duyguyu bir başkasının yanında (öteki) dile getirebilmesinin sağlanması, dışa vurulmasıdır. Kişinin arkadaşı, yakını ya da terapi sürecindeyse terapistle kurduğu ilişkide bunun dile getirilmesidir. Bu da zor bir süreçtir.. çünkü kişinin içsel sürecinde yaşadığı kaygıların, korkuların, suçlulukların, yargılanma durumlarının benzerleri burada bir kez daha kendini gösterir. Karşıdakinin kendine olumsuz duygularla yansımasından da öte, kendini paylaştığı kişinin de böyle hissedeceği, düşüneceği kaygısı bilinçsiz şekilde işler ve kişiye maniple eder. Zaman içinde bu olumsuz duyguların baskısı azalır. Endişe ettiği karşılığı görmemek, endişe ettiği tepkileri gorse de bunun o kişiye ait duygu ve düşünceler olduğunu kabul etmek kişin bilincine ve iç dünyasında kabul ettiği duyguları diline de özgürce yansıtmasını sağlar. Duygusunu hissettiği şekilde dışa vurur. Bu sürecin zorlayan bir başka olumsuz etken, duygunun gerçeklenmesidir. Kişi duygusunu dışarıya vurmadığı sürece hissettiği duygunun sorumluluğunu alma ihtiyacı da hissetmez. Zorlanma durumunu, duygularını kendi içinde yaşayıp, zorlanma durumuna kendi alternatiflerini üretir. Örneğin, karşısındakini hem suçlar, hem de hak verir.
4. DUYGUNUN ÖZNEYE KABULÜ
Dördüncü süreç, kişinin hissettiği duyguyu duygunun hissedildiği kişiye yansıtmasıdır. Bu da sıkıntılı ve zor bir süreçtir. Her Kabul aşamasında olduğu gibi burada da duyguyu bloke eden kaygılar, korkular, suçluluk hisleri yani olumsuz duygular söz konusudur. Bu aşamada kaygı çok açık şekilde hissedilir, yaşantılanır. Diğer süreçlerde de bu duygular söz konusu olsada bu duyguların verdiği acıyla kişi o duygudan kaçınmak için bir çözüm geliştirir. Doğal olarak olumsuz duygunun yaşantılanması kısa zamanlı ve sürekli gelip giden bir süreçle işler. Ancak duygunun muatabına yansıtılması daha uzun sureli olarak duygunun yaşanmasına neden olur. Kişi kendi içinde kendini hem suçlayıp hem affedemez örneğin. Suçlandığında affedilme sürecine artık karşı taraf da dahil olmuştur. Bu sürecin zorlanımlı tarafı kişinin bu süreçte yaşadığı zorlanma nedeniyle duygularını söyleyip geri alma, söylediklerini sözle söyleyip davranış olarak yansıtmama ve daha başkaca savunma mekanizmalarıyla açık ifadenin zorlanmasıdır. Bazen söz de bazen duygunun yansıtılmasında yetersizlik ya da aşırılıklar kendini gösterir. Savunma mekanizmaları tekrar tekrar devreye girer. Bazen bir duygunun hissedildiği şekilde ifade edilebilmesi birden fazla kez o duygunun ifade edilmesi gerekir.
Görüleceği üzere bu karmaşık bir süreçtir. Benim başlıklar halinde verdiğim bu süreçlerin söz olarak algılanması başka, bunların kişi tarafından deneyimlenmesi başkadır. Çünkü siz şu anda bu satırları okurken anladığınız kadar özgür değilsiniz duygunuzu hissettiğiniz anda. İlişkinize dair duygular söz konusu olduğunda kaygı, suçluluk, korku ve daha başka duygular şu anda anladıklarınızı kendi üstünüzde anlamanızı zorlaştırır. Kendinize dönemez olursunuz. Hiç paranız olmadığını ve yarın ödenecek yüklü miktarda bir ödemeniz olduğunu, ödeyemezseniz hapsa gireceğinizi düşünün. Bu kaygıyı yaşarken şu an okuduğunuz satıları anladığınız netlikte anlayabilir misini? Tabi ki hayır. Kaygı zihninizi bloke eder, bırakın anlamayı satırları okuyamazsınız bile. Bu neden dışarıdan bir durum olarak bu konuları anlamakla kendi ilişkinize dair duygularınızı bu başlıklar üzerinden yorumlamak çok zordur.
Ayrıca, bu hususlar bir kez farkedildiğinde, bu süreçler işlediğinde de konu kapanmıyor. Her yaşantı için bu süreç tekrar tekrar işliyor. Bir farkla, bir kez bilince, içinize, dile ve özneye yansıttığınızda bunu yapmadan önceki durumunuza göre kendinize güveniniz daha artar, genel kaygı düzeyiniz bir basamak düşer. Lahanayı yaprak yaprak soyduğunuz gibi her yaşantıda kendinize daha fazla yaklaşır, daha kendiniz olursunuz. Bu süreçlerin uzunluğu kısalır, duygularınızı daha açık yaşarsınız…