BABİL & ÜÇLÜ İLİŞKİLER
İnsan bir üçlemenin içine doğar.
Üçüncü olarak;
ya anne ve babanın yanına
ya da annenin ve bir kardeşin yanına…
Ve hayatı boyunca bunun karmaşasını taşır üstünde.
Sonra mesele derinleşir, zamanla bulanıklaşır.
Baba oğul ve Kutsal ruh,
Tanrı, peygamber ve kul,
İnsan, melek ve şeytan,
Cennet, cehennem ve mahşer üçlemeleri eklenir.
Üçlemenin “kutsal” bir yanı var mıdır bilmem.
Lakin görünen o ki bu, insanın en gizil/cezbedici varoluşsal karmaşalarından biridir…
Beş bin yıl önce Bağdat’ın güneyinde, adını çevresine kurulan şehre veren,
90 metre taban genişliğine ve 90 metre yüksekliğe sahip
7 katlı bir gökdelen olarak inşa edilmiş Babil Kulesi…
Sümerliler Tanrı’ları Marduk’a yaklaşmak için inşa etmişler bu kuleyi…
Babil Sümerlileri Tanrı’ya yaklaştırdı mı bilmesek de Tanrıya yaklaşmak için bir üçgene öykünmeleri dikkat çekici.
Mısır piramitleri, Aztek, Maya piramitleri de öyle.
Sanırım, insanın üçgenle bir zoru var!
Star Tv dizisi BABİL üçlemelerin birbirinin içine dolandığı ilginç bir dizi olmuş.
Bir çocuk iki baba, bir kadın iki erkek, bir erkek iki kadın…
Ve her üçlemedeki bir ayak aynı zamanda başka bir üçlemenin ayağı…
Üçlü bir ilişkinin içinde ya da kenarındaysanız dizideki metaforik göndermeler dikkatinizi çekecektir.
***
Bu yazımda üçlü bir ilişki içinde olup, bundan rahatsız olan ve içinden çıkmak isteyenlere önerilerimi yazacaktım.
Başlayayım…
İlk olarak şunu belirteyim;
üçüncü bir kişinin ortaya çıkışıyla başlayan süreç 3 ayı geçtiği halde devam ediyorsa bu ilişkinin hangi ayağı olursanız olun, (“arada kalan”, “vazgeçilemeyen”, “sonradan gelen”) bu durumdan rahatsızsanız, kurtulmak istiyorsanız,
bunu kendi başınıza yapamazsınız.
Destek almanız gerekir.
İlanihaye sürmez bu durum ama çok uzun sürer, yıpratıcı, tüketici olur.
Destekle belki 3-6 ayda içinden çıkacağınız pozisyon,
Kendi başınıza yıllarınızı alacaktır.
Meslek hayatım bunun tanığıdır.
Kaygı, korku, öfke, tehdit, taahhüt, şantaj bu sürecin dinamikleridir.
Her gün o günü kurtarmak için “üçlü durumun lehine değişeceği” umuduyla geçiştirilir.
Şimdi bu 3’lü için önerilerimi sıralayayım…
Arada Kalan
Arada kalan,
İki kişi tarafından “kendisinin” tercih edilmesi diğerinin terk edilmesi” beklenen kişi olduğu için kendini “arada kalmış” hisseden taraftır.
Genelde bu kişinin karmaşası “arzusuyla güvenlik” duygusu arasındaki sıkışmadır.
Arzu duyduğu ilişkiye yakınlaşmaya çalışırken, diğerinden kopmak ister.
Ancak güvenlik alanının sarsılmasıyla ilgili kaygıları nedeniyle kopamaz.
Kendini güvende hissettiği için değil de (kendini düşündüğü için değil de) ayrılacağı kişiyle ilgili suçluluk, sorumluluk, çocukları varsa onlarla ilgili kaygı gibi gerekçeler nedeniyle kopamadığını düşünür.
Zihnine yapışmış düşünce
“Karar vermesi gereken bir durum vardır, vereceği karar aslında bellidir, ancak bu kararı başkalarının zarar göreceği kaygısıyla alamadığı” düşüncesidir.
Bu düşünce o kadar yoğundur ki başka bir şey düşünemez.
Her anını “karar vermesi gereken bir durum hakkında karar için” kritik yaparak geçirir.
Sonu gelmez, dibi bulunmaz bir karar alma anıdır bu!
Bu durum, yaşadığı 2 ilişki hakkında ne hissettiğini görmesine engel olur.
Bu kişiye ilk tavsiyem,
kendini bu durumdan çıkarmasıdır.
Yani “karar alma zorunluluğundan uzaklaşmaya” çalışmak…
Korkuyla kaygıyla hareket etmemesini,
o an hangi ilişkide ve nasıl davranmak istiyorsa öyle olmasını, suçluluk ya da zorunluluk hissinin bakısıyla davranmamasını öneririm.
Sorunu çözecek olan şeyin akış olduğunu, içinden geldiği gibi davranmanın, bir akış içinde yaşamanın zaten bir karar doğuracağını, çözümün süreç içinde gelişeceğini düşünmesini öneririm…
Kuşkusuz bundan şu anlaşılmamalıdır;
kastettiğim iki tarafı idare etmek değildir, bunu yapmak kişiyi hiçbir yere götürmez, kuyruğu etrafında dolanır durur.
Kastettiğim, kendisi gibi olup, ilişkileri akışa bırakmaktır.
Arada kalan’da endişe ve korku sadece “vazgeçemediği” kişiye karşı oluşmaz.
Bazen alması gereken sorumluluğu vicdani olarak düşünür gerçekten,
yani karşısındakinin ne hissedeceği üzerinden bir sorumluluk-zorunluluk değil kendi ahlaki penceresinin kendi vicdanının dayattığı davranışlar söz konusu olur ve bu kez de arzu yaşadığı kişiyi (sonradan gelen) kaybetmekten korktuğu için kendisi gibi olamaz, konuşamaz, davranamaz…
İşte terapi burada iş görür;
Hangi hissimiz vicdani sorumluluktur, bize aittir, hangisi karşımızdakini kaybetmenin yarattığı baskıyla üretilmiş bir suçluluk ya da zorunluluk değildir, hangisi baskı altında ortaya çıkmış zorlanmadır.. Ne aşktır ne aşk gibi görünen ama kaybetme korkusunun yarattığı tutkudur.. İşte bunları birbirinden ayırmayı sağlamak terapinin işidir…
Kuşkusuz şunu bilmelisin,
bu karmaşanın en önemli nedeni sensin, senin dışındakiler en azından ne istediğini bilmektedir…
Kendin gibi olamamanın, kendini yeterince tanımamanın doğal uzantısıdır bu karmaşa…
Vazgeçilemeyen
İlişkide fazlalık gibi duran taraftır.
Fazlalık gibi yük gibi, bırakılması gereken ancak kendine ya da başkalarına zarar vermesinden duyulan kaygı nedeniyle katlanılan kişidir.
“Dışarıdan bakınca” böyle görünür.
Ancak “o” böyle hissetmez.
Zaman zaman bu duyguya kapılsa da geçmişi bilir, yaşadıklarını bilir, bir zamanlar öyle olmadığını bilir, her ne kadar kendisine “vazgeçilmesi” gereken kişi gibi davranılsa da, karşısındakinin ona “ben sana git diyorum ama sen gitme” mesajını verdiğini hisseder/bilir/yaşar, ama bunu kimseye anlatamaz ve hatta “kendine bile anlatamaz”.
Gitmesi gerektiğini düşünüp, gidememesinin nedeni bundandır.
Gerçekten emin olsa istenmediğinden, yük olduğundan , fazlalık olduğundan;
gideceğini düşünür.
Gidemeyişinin aldığı “kal” mesajlarından değil de “ezikliğinden” olduğunu düşünen çevresine öfke duyar içten içe.
Ona tavsiyem,
“dışarının” baskısına boyun eğme.
Kimseye bir sorumluluğun yok ilişkini bitirmenle ilgili.
Ayrılmak zorunda değilsin!
İnsanlar senin geçmişte ne yaşadığını ya da ilişkinin başkalarının görmediği anlarında ne olup bittiğini, senin ne hissettiğini bilmez.
Herkes zahirde gördüğü üzerinden yorum yapar, yargıda bulunur..
Üstelik, kolaydır kendi hayatını ellemekten kaçınıp başkalarının hayatı hakkında ahkam kesmek!
Bu yüzden, kendini ezik, bağımlı, istenmeyen, zayıf, hırslı gibi görüp,
“böyle algılanmamak” için çaba içine girme.
Karşındakinin zaman zaman sana kendini değersiz hissettirmesinden etkilenip,
anlık duygusal tepkilerle yol bulmaya çalışma.
Yolunu içindeki umutta ve umudunun yarattığı beklentinde ara…
Beklentin bitti mi?
Diğerinden vazgeçeceği ve sana döneceği, sana arzu duyacağıyla ilgili “umudun” tükendi mi?
Tükenmediyse halen ve ilişkinin kurtulacağı umudunu taşıyorsan,
umudun tükeninceye kadar kal, içinden mücadele etmek geçiyorsa et.
Saçma da bulsan umudunu ve hatta çevrendekiler “umut edecek bir şey olmadığını” düşünse de o umuda sahip çık, arkasında dur.
Umudunu yargılama, anlamaya çalış.. “saçma olduğunu düşünmene rağmen neden umut ediyorsun” bunu sor kendine.
O, bitmesi gereken zaman geldiğinde zaten bitecektir, bekle…
Ta ki “elimden geleni yaptım ve yapacak bir şey gelmiyor içimden, artık dönmeyecek, bitti bu ilişki” hissini/düşüncesini “kalıcı” olarak yaşayıncaya kadar..
“Tehdit,
şantaj,
ajite etme,
karşı tarafa kendini sorumlu hissettirme,
kaygılandırma” davranışlarından uzak dur; bunlar sadece kafanı karıştırır.. Bu davranışlar ardından gelen tepkiler gerçekten sana dair bir duygudan mı yoksa kaygılardan/suçluluktan mı bilemezsin.. umut etmeli misin etmemeli misin, bilemezsin.. kendini bir girdabın içine hapsedersin, bu nedenle uzak dur bu davranışlardan.
“Öfkeni göstermekten” çekinme!
Umut değildir seni zayıf yapan;
“söylemek isteyip söyleyemediklerin, yapmak isteyip yapamadıklarındır”.
Bu seni zayıf gösterir.
“Diğeriyle” görüşmekten çekinme.
Nasıl görüneceğini umursama.
Tepki göstermek istiyorsan göster, lakin daha önemlisi onu ve onun ilişkisini tanı.
Her şeyi sor, içini kanatsa da.
Hatta yüreğin kaldırıyorsa üçlü görüşmeyi iste.
Kimin karnında ne ağrısı var, kaçınma, konuşmak iste.
Karşındakini “karar almaya” zorlama.
Gerçek duygu ve düşüncelerini söylemesi için alan aç, zorlayacaksan bunun için zorla…
Bir yandan şunu unutma:
Bundan sonra ilişkin asla eski ilişkin olmayacak.
Kalbin bir daha asla huzur bulmayacak.
Vazgeçilmesen de tercih edilmişliğin acısını ve içine düştüğün güvensizliği tamir edemeyecektir karşındakini.
Sonradan Gelen
Bu üçlüde “eli en güçlü olan” senmişsin gibi gelir sana…
Arzulanan sensin çünkü.
Üçlünün içindeki biri seni arzular diğeri seninle kıyaslayıp kendini değersiz ve yetersiz hisseder…
Güçlü hissettirir bu durum kendini.. lakin yanıltıcıdır bu algın.
Bu algın senin en zayıf yerin, önünde yaşanacak tüm sorunların merkezi bu düşüncen olacak.
Arzulandığını görmek sorgulaman gereken tüm sorunların üstünü örtmene, görmezden gelmene neden olacak.
İstenen taraf olduğun için sürecin senin lehine gelişeceğini düşünmek, kendi kendini manüple etmen olacak, durumun böyle olmadığını fark ettiğinde hayal kırıklığı kapını çalmış olacak.
İki kişilik bir ilişki istiyorsan eğer, öğrendiğin ilk andan itibaren diğeriyle görüşmeyi iste.
Bir kez yalan söylemiş olanın, zorlandığı her yerde yalan söyleyeceğini, saklayacağını unutma.
“Ayrılmak zorunda” olduğunu da düşünme.
Başlangıçta biliyorsan karşındakinin bir ilişkisi olduğunu,
suçluluğunu kabul et, itiraf et.
Diğerini tanımadan “nerede” “nasıl” “ne kadar” manülasyona uğruyorsun, bilmezsin.
Kaderin o’nun yaşadıklarını yaşamak olacaktır, bundan emin ol!
Ona söylenen yalanların, saklananların bir gün sana da olacağını, sırf seni daha çok arzuluyor diye sana yapılmayacağını, “diğerine” duygu hissedilmediği için ona böyle davranıldığını düşünüp,
karşındakini ve ilişkini aklamaya çalışma.
“Arada kalan bunu yaparsam benden vazgeçer” kaygısıyla diğeriyle görüşmekten çekinme.
Taahhüde bir kez fırsat tanı,
bir kez yapılmayan hiçbir zaman yapılmaz,
manüple edilmene izin verme.
Mesele senin için suç olmaktan çoktan çıkmış durumdadır.
Diğer kişinin, toplumun senin bozguncu olarak görmesinden etkilenip,
davranışlarını buna göre belirleme,
bu kendini manüple etmekten başka işe yaramaz.
Diğeriyle rekabet etmeye çalışma.. bunu yapmaya başlaman, sorunun “o” olduğunu düşünmeye başlaman o ayrılmadığı için bu sorun çözülmediğini düşünmene neden olur ki bu, girdaptır,
içinde kaybolursun bu düşüncelerin.
Diğeri ayrılmadığı için değil, karşındaki ondan ayrılamadığı için bitmiyordur o ilişki.
Umudun tükeninceye kadar bekle.
Kaygılarla korkularla baskılarla yönetme sürecini…
Kendine şunu sor;
“ne kadar daha zaman geçerse, ne yapar ya da ne yapmazsa artık bir şey olmayacağından emin olurum!”
Bu süreyi tanı kendine ve bekle.
Tehdit ederek davranış değiştirmeye çalışma, sonu gelmez bir kısır döngü yaratırsın.
Belki o an kaygını dindirir bu yaptığın, rahatsız olduğun şey ortadan kalkar.. lakin bu seni bir yere vardırmaz.
İlişki nasıl başlarsa öyle sürer, unutma! tehditle aldıklarını almak için sonrasında da hep bu dili kullanmak zorunda kalırsın.
Ve unutma, tehdit dilinde huzursuzluk yaşayan sadece tehdit edilen değildir!
——————-
Son söz
3’lü ilişki, iç’in dış’a yansımasıdır;
İnsanın temel ihtiyaçlarına gönderme yapar…
Özgürlük ve güvenlik duygusu arasındaki Ego’nun bunaltısı/karmaşasıdır yaşanan…
Yoksa,
hepimiz aynı anda;
birinin vazgeçilemeyeni,
Bir ilişkinin sonradan geleni,
İki kişinin arada kalanı mıyız?
Aynı anda hepsi miyiz?
Kim bilir!..
Görüşmek üzere…