AZ SEVİNCE AZ MI ACI ÇEKİYORUZ?
“Ben” dedi,
“En mutlu olduğum anda bile
‘bak bu bir gün bitecek, böyle hissetmeyeceksin, kendini kaptırma bu mutluluğa’ diyen biriyim.”
Bunları,
Yüzüme sakin sakin bakıp, yaşadığı elim durumuyla ilgili neden acı çekmediğini açıklamak için anlatıyordu!..
Onu tanıyordum, sadece bu olayda değil ilişkilerinin tamamında aynı düşünceyle hareket ediyordu.
“Ne kadar az bağlanırsan o kadar az acı çekersin”
***
Mutluluktan endişe duymak doğuştan bir iç güdü mü,
yoksa öğretiliiyor mu, öğreniyor muyuz bunu?
Peki,
Seks sonrasında hissettiğimiz o garip suçlulukuk neyin nesi?
***
Bir de “dünyayı sevmememiz” gerektiğine dair öğütler meselesi var.
“Bir hırka bir lokmayla yetinmemizi” salık veren öğütler.
Üç günlük dünya olduğu hatırlatılıp,
dünyaya bel bağlamamamız gerektiğini anlatan öğretiler.
Bu dünyanın “gerçek” hayat olmadığını,
“gerçek” alemin öte dünya olduğunu söyleyen öğütler.
Dünya gerçek vatanımız değil, bu beden gerçek bedenimiz değil,
bu dünyada herşey geçici/sahte,
gerçeği diğer tarafta diyen,
bugün burada yaşadığımızı “değersizleştiren” öğütler..
Bu dünyaya bağlanmamayı öğütleyen, bir lokma bir hırkayla yetinmeyi salık veren düşünceyle
“Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak gerektiği” düşüncesi nasıl yanyana geliyor?
Dünyayı sevmeli mi insan,
Yoksa sevmemeli mi
Bu dünya geçici mi,
gerçek mi?
***
Bir de tabi yaşadığı ilişkinin asıl yaşaması gereken ilişki olmadığını,
Hissetmesi gereken asıl duygunun şu an burada yaşadığı ilişki olmadığını,
O kişinin o ilişkinin birgün karşısına çıkacağını düşünüp şu an yaşadığı ilişkiye bağlanmaması gerektiğini kendine telkin edenler var!..
“Bağlanma, bu asıl yaşaman gereken ilişki bu değil!”
***
Bunların ölümden korkup dünyayı değersizleştirmeye çalışan birinin güdülenmesiyle ilgisi var mı?
Ya da
Ayrılık acısını bastırmak için “değmezmişsin” diyen,
“Zaten sevmemiştim” diyen,
“Zaten sevmemişti” diyen iç sesimizle mi bir ilgisi var?
***
Hangisini önce öğreniyoruz bunların?
Dünyanın üç günlük olduğunu ve bu nedenle gerçek olmadığını mı?
Ölümden korkup yaşamı değersizleştirmeyi mi?
Mutluluğu mutsuzluk kaygısıyla durdurmayı mı?
Az acı çekmek için az sevmek gerektiğini mi?
***
Yoksa Freud’un dediği gibi haz elem ilişkisi mi tüm bu karmaşıklığın sebebi?
Yoksa Irvin Yalom’un söylediği gibi ölüm mü tüm bu savrulmaların nedeni?
Yoksa Bravn’ın söylediği gibi varlığın yokluk karşısındaki mücadelesi mi?
***
Belki de bizim için daha önemli soru,
Bunlardan hangisine göre yaşamamız gerektiğidir.
Az sevince az acı çeker mi insan gerçekten?
Böyleyse gerçekten, işe yarar bir tutumsa bu bunu hayat felsefesi edinmek akıllıcadır.
Peki böyleyse,
yıllardır,
az sevmeye çalışmış pek çok danışandan ayrılık sonrasında
“bu kadar çok sevdiğimi, bu kadar çok bağlandığımı düşünmemiştim” hayıflanmasına neden şahit oldum ben?
Az sevmiş olduğunu düşünmelerine ragmen, ayrıldıklarında neden çok acı çektiklerini söylediler?
Işe yaramıyor mu yoksa bu düşünce?
Belki benim gözlemim kusurludur.
Ben hep bu pişmanlığı yaşayanlarla karşılaşmışımdır,
Mesleki bir deformasyondur benim yaşadığım.
Belki de “az sevip az acı çekenler” vardır.
Belki de işe yarıyordur bu düşünce…
Kimbilir!..