AYRILIK SEVDAYA “NASIL” DAHİL EDİLİR?
Ayrılığı ilişkiye dahil bir durum olarak düşünmek, her an “ayrılacakmış” gibi yaşamak değildir. Bu şekilde ilişki yaşamak, güvensizlik yaratır. Bu kadar güvensiz bir atmosferin insana huzur, güven, mutluluk gibi duyguları hissettirmesi mümkün değildir.
Ayrılığın bir olgu olarak ilişkideki kabulü;
bir ilişkiye başlanmış olmasının artık her şeyi geride bıraktığı ve hayatın sonuna kadar aynı kişiyle bu şekilde yaşanacağı anlamına gelmemesidir.
İyi de hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamamalı,
Yarın bitecekmiş gibi de yaşamamalı:
Peki nasıl olacak?
Nasıl yaşamalı ilişkiyi?
“Hiç ayrılmayacakmış” gibi!
Hiç ayrılmayacakmış gibi ilişkiye bağlanmak, bu duygunun zorlamasıyla karşımızdakinin davranışlarını, kişiliğini gözardı etmek, onu gerçek varlığını “kabullenmemek” demektir. İlişkiyi “karşımızda birisi varmış” gibi yaşamamaktır. Sadece onu değil aynı zamanda kendi varlığımızı da reddetmektir. Bu tutumla, süreci beklentilerimize göre yönetir, ortada olanları görmezden geliriz.. Onu olduğu haliyle değil kabullenebileceğimiz haliyle algılamaya“çalışırız”.
“Hiç ayrılmayacakmış” gibi güdülenen ilişkiler bittiğinde büyük bir hayal kırıklığı, derin bir boşluk ve anlamsızlık ortaya çıkartırlar. Bu kişi için ayrılık sadece bir ayrılık değil, yıkımdır.
“Her an bitecekmiş” gibi ilişki yaşamak!
Ayrılığı ihtimal olarak yaşamakla her an ayrılacakmış gibi ilişki yaşamak, bir birinden farklıdır. Her an ayrılacakmış gibi ilişki yaşayan birinin davranışına sebep; kendisinin farkında olduğu ya da olmadığı korkularıdır. Kişi, ayrılığı ihtimal olarak gören birinin “bilinçlilik” haline sahip değildir. Bu korku,
“bilinç yüzeyinde karşı tarafın bağlanmasına”
“bilinçaltında ise kendisinin bağlanmasına” dair korkudur.
Her iki korkunun demeli ise bağlanma sonrasında yaşanabilecek olası ayrılığın acısına karşı dirençtir.
Acı çekme korkusu bazı kişilerde önceki ilişkilerdeki olumsuz tecrübelerden değil de, kişinin kişiliğinin oluştuğu dönemlerdeki (0-6) unutulmuş travmalardan kaynaklanabilir. Unutulmuş travmalardan kaynaklanan bağlanmaya direnç, sadece mevcut ilişkiyle ilgili değil tüm ilişkiler için söz konusudur. Bu direnç sadece flört içerikli ilişkiler için değil tüm ilişki biçimleri için söz konusudur. Tüm ilişkilerinde, karşısındaki kişi, onun ilişkinin “kenarında” durduğunu hisseder.
Bu kişi hiçbir ilişkiye kendini bırakmaz (kendini paylaşmaz, açmaz). İlişkilere güvensizdir.
Bu güvensizlik, “bilinç düzeyinde” paylaşımlarının kendine karşı kullanılacağı kaygısıdır, “bilinçaltında” ise acıyla başedemeyeceğine dair kendine güvensizliktir;
ona ihtiyaç hissettiğinde yanında bulamamak, onun tarafından değersizleştirilip incitilmek, reddedilmek, terk edilmek, aldatılmak, yetersiz görülmek…
Kişi ön bilinçte, ilişkiye kendini bırakmadığı sürece canının “yanmayacağını” varsayar. Ve her an ayrılacakmış gibi davranarak kendini koruyacağını “düşünür”.
Her an ayrılacakmış gibi davranmanın bir başka nedeni, kişinin flört ettiği kişiye karşı hissettiği duygularla ilgili karmaşa yaşamasıdır. Arzu duygusundaki yetersizlik, bir etkilenme sorunu olabileceği gibi geçmişte bırakılan ilişkiyle ilgili beklentilerden de kaynaklanabilir. Bu karmaşa kişi tarafından bağlanma korkusunun yarattığı direnç değil de arzu sorunu ya da geçmişe dair tüketilmemiş beklenti sorunu gibi algılansa da bu karmaşanın temelinde de bağlanma korkusu, korkuyla ortaya çıkan direnç yatmaktadır.
Ayrılık korkusu & ayrılık anxietysi
Kaygı ve korku arasındaki fark açıktır: Biri duygudur diğeri kaçınmadır. Ancak fark sadece bu değildir. Asıl önemli olan farkın kişinin hayatında yaratacağı etki ve sonuçlardır:
Kaygı durumunda kişi olası acı verici durumu “risk” olarak algılar. Risk algısı kişiyi sergilemek istediği davranıştan alıkoymaz. Kişi yapmak istediğini yapar.
Korku durumunda ise kişi olası acı verici durumu “tehdit” olarak algılar. Risk tehdide dönüştüğünde, ihtimal, olasılığı artmış bir ihtimal olarak algılanır ve “kaçınma” davranışı ortaya çıkar. Kişi yapmak istediği şeyden vazgeçer.
Bu farklılıkların sonuçları dehşet vericidir:
Ayrılık korkusu kişiyi mutsuz olduğunu düşündüğü ilişkiye hapsederken; ayrılık kaygısı kişinin ayrılmasına engel olmaz.
Benzer bir fark bağlanma için söz konusudur. Bağlanma korkusu kişinin kendini ilişkiye bırakmasını engellerken, bağlanma kaygısı kişinin ilişkide dikkatinin açık olmasını, kendini unutmamasını sağlar.
Görüleceği gibi “kaygı” durumunda süreç devam ederken “korku” durumunda süreç bloke olmaktadır. Devam etmekle durmak arasındaki fark, yaşamak ya da ölmek kadar hayatidir.
Ayrılığı ihtimal olarak kabul etmek kişilik gelişimi gerektirir.
Kabullenme süreci, kişinin “bireysel olgunluğa” erişme sürecidir.
Kabulleniş, ilişki tecrübesiyle oluşan bir süreçtir.
Gelişmek için “kendini tanımak” gerekir.
Kişi kendini ancak ilişki yaşarken tanır.
“Kişinin psikolojik gelişimini dışarıda bir yerde (terapide) tamamlayıp ilişki yaşaması” düşüncesinin gerçeklik zemini yoktur.
Ergenlik döneminden yetişkin çağlara kadar ilişki yaşama biçimi, ilişkilere bakış, ilişkilere duyulan ihtiyaç değişir.
Yaşanan her ilişkide kişiler kendini yeniden tanır, karşısındakine ve ilişkisine zarar veren davranışlarını görür, bunların psikolojik köklerini anlar ve bu davranışları değiştirmeye çabalar.
Bu çaba ilişkilerin daha az çatışmalı, daha doyurucu yaşanmasını sağlar.
Soruya dönersek, ayrılığı ihtimal olarak yaşayabilmek, kişinin ilişkideki kendini unutmamasıdır.
İster “her an ayrılacakmış” gibi kaygı hissederek yaşasın,
ister “hiç ayrılmayacakmış” gibi bağlı hissederek yaşasın;
Önemli olan kişinin “kendisi” gibi olmasıdır.
İşte asıl soru budur;
İnsan bir ilişkide nasıl kendisi gibi olur?
İnsanın kendisi olması ne demektir?