AYRILIK BİR KAYIP DEĞİLDİR
“Ayrılık bir kayıp değildir;
Yası tutulmamalı, yönetilmelidir.”
***
Yas, yaşanan bir “travma”ya kişi tarafından verilen olağan bir yanıttır.
Peki “travma” nedir?
Bir zamanlar her üzüntü durumuna depresyon dediği gibi şimdilerde de kişi için yoğun acı verici her durum “travma” olarak tanımlanıyor.
Kişiler söz konusu olaydan duyduğu etkinin derecesini belirtmek için kullanıyor bu terimi.
Ancak psikolojik terim olarak travma bu değil.
Travma:
Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı ruhsal etkidir.. Ancak, bu ruhsal etkinin tıpkı fizik beden travmalarında meydana gelen yaralanmalar gibi “ruhsal yaralanmaya” neden olması gerekir.
Kişinin bağ kurduğu birini kaybetmesi ruhsal bir travma yaratır. İşte “yas”, bu travma yaratan olaya karşı kişinin gösterdiği tepkidir. Ve olağan bir durumdur. Olması değil olmaması sorundur.
***
Elizabeth Kübler ve oğlu Ross “yas teorisi”ni gündeme getirdikten sonra, tüm travmalar bu modelle açıklanmaya çalışıldı.
Teorisi şuydu;
kişiler travmayla karşılaştıklarında, sırasıyla “inkar-öfke-pazarlık-depresyon-kabullenme” aşamalarını yaşarlar.. geçtikleri aşamaya tekrar geri dönmezler. Yas’ın sorun olarak ortaya çıkması ise kişinin bu aşamalardan birine takılıp kalmasıdır.
Kübler yas teorisini “ölümle karşı karşıya kalan hastalar” üzerinde çalışarak geliştirdi.
Yas kuramını “kayıp yaşayan kişiler” üzerinde değil kanser ya da ölümcül bir hastalık haberi alan hastaların ölümü kabullenme süreçleri üzerine oluşturdu!..
Sonrasında buradan yola çıkarak tüm travma yaratan durumlar için bu şablon genellendi.
Genel kabul görse de tartışma devam etmektedir ve yas’a dair tek teori de bu değildir.
örneğin “ikili süreç modeli” var[1]. Bu teoriye göre yas sürecindeki insanlar, “kayıplarını hazmetme ile hayattaki yeni zorluklara hazırlanma” arasında gidip gelirler.
Bir başka araştırmacı[2] ise yas’ın depressif belirti üzerinden 4 farklı tepki biçimiyle karşılandığını iddia eder; çoğu insan depresyona girmez, bazıları kronik yasa takılır, kurtulamaz.. bazılarının daha önce yaşadığı depresyon tetiklenir ama toparlar.. bir kısmı ise sevdiklerini kaybettikten sonra çökkünlük yerine aksine ruh hallerinde iyileşme görülür.
***
Konumuza geri dönelim..
Kübler’in yas teorisi şimdilerde ayrılık/boşanma süreçleri için de gündeme getiriliyor.
Deniyor ki
“Ayrılıklar ve boşanmalar da travma yaratan durumlardır. Bu nedenle kişiler ayrılık/boşanma sonrası bir yas süreci geçirmelidir, eğer bu süreç geçirilmezse kişi bu aşamalardan birine takılıp kalabilir ya da sonraki ilişkisi tamamlanmamış yas sürecinin manüplasyonuna uğrar, tamamlanmamış yas sonraki ilişkideki bağlanma süreçlerini olumsuz etkiler.”
Bu düşünceyi doğru olarak kabul edersek, ayrılığın yas sürecinin şu şekilde işlemesi gerekir:
- Evre, inkar: bu evre ayrılığın ilk evresidir. Kişi ayrılığı reddeder. “Hayır ayrılmış olamayız” diye düşünür. Hem sözsel olarak hem de davranışlar açısından ilişki devam ediyormuş gibi davranmaya devam eder. Ayrılık konuşmalarını yok sayar.
- Evre, öfke: inkar durumundan geçildikten sonra kişi karşısındakine öfke duymaya başlar. “Niye, neden ayrılıyoruz? Ayrılacak ne tür bir sorunumuz var? Sen huzursuzluk çıkartıyorsun, ayrılmamızı gerektirecek bir sorun yoktu!” tepkilerini dile getirir.
- Evre, pazarlık; bu evrede kişi karşısındakini ilişkiye ikna etmenin yollarını arar. “Onun istediği gibi davranırsam, ilişkimi kurtarabilirim” diye düşünür. Kendince bir takım çabalar geliştirir. Çabalar işe yaramazsa ayrılığı kabul edeceğini dile getirir. Karşı tarafın ayrılık kararını ilişkiyi kurtarmanın bir yolu olarak kabul eder “yalnız kalsın, beni özler, kaybetmekten endişe eder, yokluğumu hisseder ve yine birlikte oluruz” diye düşünür.
- Evre depresyon; bu evrede kişi ayrılmamak için verdiği içsel ve dışsal mücadeleyi bırakır. Karşısındakini ikna etme çabasından, yeniden bir araya gelme umudundan vazgeçer. Bu durum kabullenmişlik değil hemen öncesindeki “pes etme” halidir. Genel bir çökkünlük duygusuyla yaşanır.
- Evre, kabullenme; bu evrede kişi, ayrılmamak için verdiği mücadeleyi bırakışın yarattığı çökkünlükten sıyrılmaya başlar. Hayata devam etmek için motivasyon araçları geliştirir. Ayrılığı “kaybetmiş olma ya da eksilmiş olma” düşünceleriyle değil, “olmuyorsa olmamıştır” düşüncesiyle yorumlar.
Eğer ayrılık/boşanma süreçlerine “travma muamelesi” yapacaksak, sonrasında ortaya çıkacak sürecin bu aşamalardan geçmesi, böyle ilerlemesi gerekir.
Ancak ayrılıklarda bu aşamalar ne bu sırayla yaşanır ne de bunların hepsi yaşanır;
Bazıları yaşanır bazıları yaşanmaz, bazıları atlanır, bazılarında sıra değişir..
***
Bir kayıpla bir ayrılık aynı şey değildir.
“Bağ nesnesi”nin yaşıyor olup olmaması[3] kişinin sürecinin ne/nasıl olması gerektiğinde belirleyicidir.
Kaldı ki ayrılık sürecinde travma kim için ve ne zaman başlıyor, tartışmalıdır;
Ayrılık kararını alanla karar kendisine tebliğ edinenin psikolojik seyri bambaşkadır.
Ayrıca,
Kişi ayrılıktan sonra yas tutmak için “ne kadar süre” beklemelidir?
Kişi kendini nasıl hissettiğinde yasın bittiğini anlayacaktır?
Bir başka sorunsal;
Ayrılıktan sonraki süreçte kişilerin yoğun kaygı, yoksunluk durumları zamanla azalsa da ayrıldığı kişiyi “sürekli düşünme” durumu, beklenti-umut içinde olma durumu “kişi hayatına yeni bir ilişkiyi” almadığı sürece yıllarca sürebilir[4].
Çünkü,
beklenti sadece ayrılık/boşanma yaşanan ilişkiye ait bağın uzantısı değildir. Bunun ötesinde beklenti, varoluşsal olarak taşıdığımız “bağlanma ihtiyacı”nın transfer edildiği nesneye yansıtılmasıdır.
Dolayısıyla ayrılık sonrası devam eden beklenti her zaman o ilişkiyle ilgili olmayabilir; kişinin yalnızlığının, bağlanmaya duyduğu ihtiyacının bir yansıması olabilir.
Bu nedenledir ki her ayrılıkta,
bir süre sonra eski eşler/sevgililer hatırlanmaya başlanır, onlara dair özlem duyulur; zihin beklenti geliştireceği bir nesne arar, bu arayışla geçmiş ilişkilere yaslanır.
Bu nedenle, ayrılık durumuna yas muamelesi yapacaksak, kişinin ayrıldığı kişiyi artık düşünmüyor olması gerekir ki kişi yeni bir ilişkiye başlamadığı sürece bu pek mümkün değildir.
Bu nedenle bazı uzmanların “her aşkın yasının ilacının bir başka aşk olduğu” savı anlaşılırdır.
***
Ayrılık bir kayıp değildir, yası tutulamaz.
Tutulmaya kalkılırsa muhtemelen bu “bitmeyen” bir yas olur.
İnsanın bağlanma ihtiyacı yaşamı boyunca devam ediyorsa, edecekse;
insan zihni her zaman bir ilişkiye tutunmaya çalışacak, birini düşünecek, biriyle ilgili beklenti geliştirecektir.
Bu nedenle ayrılık süreçlerini geçmesi gereken yas süreci şeklinde algılamak yerine,
o ilişkiden “beklentinin tüketilmesi ve beklentinin başka bir nesneye transfer edilmesi” süreci olarak görüp, sürecin kişi açısından sağlıklı şekilde[5] yönetilmesi gerekir[6].
Yas tutmak yerine, sürecini yönetmeyi öneriyorum…
Bu nedenle son kitabımın adını “AYRILIK: Beklentinin Son Umudu” koymak istemiş, ama vazgeçmiştim…
[1] Margaret Stroebe ve Henk Schut
[2] George Bonanno
[3] kişinin ona ulaşabiliyor olup olmaması
[4] Sürebilir değil, sürer.
[5] Sağlıktan kastım hem psikolojik konfor hem de hayat akışının bir noktada takılıp kalmaması ya da hızlanmamasıdır.
[6] Kuşkusuz bu benim düşüncem