AŞK SEVGİYE DÖNÜŞÜR MÜ?
Kadın
“Sana eskisi gibi aşık değilim ama değer veriyorum sana, seviyorum seni.” Dedi.
Adam, ne hissettiği belli olmayan bir bakışla baktı.
Durgun ve dalgındı.
Rahatsız olduğunu düşündüm, bu itiraf gibi açıklamadan..
Lakin öyle olmadı,
“Aşk zamanla azalır tabi, sürmez zaten.” dedi.
Adam kadının espri yaparak söylediği “bir adamla ömür geçmez” sözünden rahatsız olduğu kadar rahatsız olmadı, eşinin artık kendisine aşık olmamasından.
George Lord Byron’un
“İlk tutkusunda kadın sevgilisini sever; diğerlerinde sevdiği aşktır” cümlesindeki adam da değildi oysa…
***
Bir süre devam etmiş ve özellikle de evlilikle sonuçlanmış flörtler için,
“aşkın bitip yerini sevgiye bıraktığı” düşüncesi genel bir kanıdır.
Olumsuz olan ama olumsuz değilmiş gibi yansıtılmaya çalışılan bir yargıyla dile getirilen “aşkın sevgiye dönüşmesi” değişimi,
bu kanıda olanlar için;
her flört her sevda için yaşanması gereken kaçınılmaz bir kader gibidir.
Farklı düşünenler de yok değil.
Psikolog İlkim Öz’e göre aşk, zaten alışkanlığa dönüşerek yerini sevgi, güven ve tutku duygularına bırakmalıdır, hayranlık ve kıyamama duyguları da beraberinde olmalıdır.
Ancak, aşk yoksa bu duygular nasıl var olacak, orası muamma!
Günlük dilde bir realite gibi sunulsa da içten içe olumsuz bir yargı atfedilerek yapılan bu yorum2, Tolstoy’u haklı çıkartır.
Tolstoy’a göre aşk, “bir kişi kendini yalnız hissettiğinde başlar ve yalnız kalmak istediğinde sona erer”.
Buradan bakınca evlilik, yalnızlıktan bunalmış bireyin bu arzusunu karşıladıktan bir süre sonra, yine aynı bireyin yalnız kalmak istemesine neden olan, karmaşık bir ilişki biçimidir.
***
Hiçbir ilişki başladığı günkü duygusal yoğunlukla [1] devam etmeyeceği düşünülür.
Kişi bu düşünceyi bir gerçeklik gibi algılayarak, duygu yoğunluğundaki değişimin yaratacağı değersizlik ve kaygıdan kendini uzaklaştırmaya çalışır.
Böylece kişiler, bu düşünceye sığınarak duygu değişimini “kafaya takmamaya” çalışırlar.
Peki geçekten “kafaya takmayacak” bir durum var mıdır, olağan mıdır, aşkın kaderi midir evlilik gerçekleştiğinde aşkın sevgiye dönüşmesi?
Ya “hala ilk günkü gibi hissediyorum” ya da “hala ilk günkü gibi birbirimizi seviyoruz” diyenlerin sözlerindeki rahatsız edici tonlamaya ne demeli!
İnsana kendini ve ilişkisini yetersiz ve değersiz hissettiren, gıpta etmesine, kıskanmasına, haset etmesine sebep olan bu sözler,
gerçek mi yoksa söyleyenlerin kendilerini ikna etmeye çalıştıkları bir abartı mı?
***
Her şeyden önce bu cümle3 rahatsız edici bir cümledir:
“Aşk bitip yerini sevgiye bırakır” cümlesi, bu duygusal değişimi yaşayan için de karşı taraf için de sıkıntı vericidir.
Hissedene karşısındakine karşı suçlu ve özgülüğü hususunda sıkışmış,
muhatabına ise hem kendini değersiz hem de aldatılma ve terkedilme hususunda kaygı hissettirir.
“Aşkın yerini sevgiye bırakması” cümlesindeki “sevgi” kelimesi, sevgi duygusunu ifade etmek için kullanılmaz;
hissedilen suçluluğun tolerasyonu olarak ortaya çıkar.
Bu nedenle iki tarafa da iyi hissettirmez.
“Sevgi” diye tanımlanan bu duyguda;
Karşısındakine sorumluluk hisseden,
onun varlığına alışan,
kendisine verilen değere, güvene bağ geliştirilen,
yaşadığı hayatın düzenin bir parçasına dönüşmüş biri kastedilir.
Bu duyguların hissedilmesinde bir sorun yok belki,
ama içinde arzunun olmaması(ya da olmadığının düşünülmesi) iki taraf için de sıkıntı vericidir.
Peki,
“Evliliğin aşkı sevgiye dönüştürmesi” düşüncesi,
doğru mudur?
Evlilik flörtün zeminini değiştirir.
Hukuken ve toplumsal olarak kişiye sorumluluk yükleyen ve buna ek olarak aynı “mekan” içinde yaşama sorumluluğu ve hatta zorunluluğunu yükleyen bir zemin değişiminden bahsediyoruz.
Doğal olarak zeminin değişmesi, ilişkininin hem biçimsel hem de duygusal olarak değişeceği anlamına gelir.
Ancak bu değişimin arzu kaybıyla sonuçlanacağı yani aşkın, tutkunun azalıp yerini bağlılık zeminineoturtmuş, görece daha stabil bir duygu durumuna evireceği düşüncesi,
yanılgı içerir.
Çünkü bunun tersiyle sonuçlanan ilişkiler de vardır.
Evliliğin mevcut ilişkideki duygu yoğunluğunu artırdığı, kişilerin ya da taraflardan birinin evlilik öncesi döneme göre daha tutkulu bir duygu yaşadığı kişiler hiç de azımsanmayacak yoğunluktadır.
Bu nedenle,
bu düşünce ortadaki bir gerçekliği ifade etse de ifadenin yüklediği anlam kusurludur.
Kişilerin duygularını azaltan4 şey evlilik değil, kişilerin evlendikten sonraki süreci yönetme biçimidir.
Evlilikle birlikte ortaya çıkan “durum değişikliği”, kişiler için daha geniş çaplı bir çatışma alanını gündeme getirir.
Bu durum iletişim kurmaya daha yoğun bir ihtiyacı doğurur.
Evliliğin sorunları, ilişkinin çözmesi gereken sorun başlıklarının artmasına neden olur.
Kişilerin mevcut iletişim yetenekleri bu sorunların çözümünü sağlayamadığında ise;
çatışma derinleşir, alınganlıklar, tepkisellikler ve daha bir dizi sorun yaratan davranışlar çiftin birbirine olan arzu içerikli duygusal yönelimlerini manüple eder.
Arzu kaybolmuş olmasına rağmen ilişkinin sürdürülmesine dair duyulan zorunluluk, kişilerin özgürlük hissinin de kaybolmasına neden olur.
Özgürlük hissindeki kayıpsa zaten sıkıntıya girmiş olan arzuyu daha da yıpratır.
Kişilerin duygu durumunu değiştiren şey, evliliğin kendisi değil, kişilerin “kendi olmalarından” duydukları zorluktur.
“Aşkın sevgiye dönüşmesi” duygu durumu bile tek başına çatışma yaratacak bir durumdur, yazının başındaki öyküye atıf yaparsak.
Ancak kişiler bunu bile sorun olarak hissedip, rahatsız oldukları halde “sorun yokmuş” gibi davranmayı tercih ediyorlar, yaşanacak olası bir çatışmadan kaçınma, ayrılıkla ilgili kaygılarından dolayı..
Bu açıdan,
“sşkın yerini sevgiye bıraktığı” düşüncesindeki rahatsızlığın masaya yatırılması bile tek başına ilişkinin kelepçesinin çözülmesini sağlar…
Evlilik, flörtün zeminini değiştirdiği için farklı bir duygusal süreç yaratır.
Ancak bu “aşkın yerini sevgiye bırakması” şeklinde tanımlanacak bir süreç değildir.
Bu cümle bir tanımlamayı değil, kaygıyı, suçluluğu tolere etmeye çalışan bir güdülenmeyi esas alır.
Kişi böyle bir cümle kuruyorsa evliliğinde duygusal açıdan sorunu vardır.
Kişi karşısındakinden böyle bir cümle duyuyorsa bir sorunu vardır.
“Aşkın yerini sevgiye bırakması” cümlesinin kurulması, sorunun inkarıdır!.
Hani “Artık aşık değilim sana, seviyorum” seni cümlesinin ardından gelen
“evet evlenince aşk zamanla yerini sevgiye bırakır” hayıflanması yerine,
gelmeyen “Neden artık aşık değilsin bana?” sorusundaki “Neden” sorusunun ardında yatıyor sebep.
taraflardan birinin sormadığı, diğerinin sorulmamasına takılmadığı “neden” sorusunun ardında…
Peki,
Kişiler bu sorunu çömeli midir?
Bu psikolojik açıdan bir sorun mudur?
Hayır.
Bundan sonrası “kişisel konforla” ilgilidir…
2 Aşkın sevgiye dönüşmesi
[1] Bu yoğunluktan kasıt, tutkudur, bense tutku yerine arzu kelimesini kullanmayı tercih ederim.
3 aşkın sevgiye dönüşmesi
4 “Azaltan” tanımlaması durumu tam olarak açıklamaz. Duygu azalmış değil manüple olmuş durumdadır.