13 YIL &ERTELENMİŞ YAS’LAR TARİHİ
Kuşkusuz bu kişisel bir yazı olacak, daha baştan belirteyim.
İlgilenmiyorsanız, burada kesebilirsiniz okumayı…
50 yaşındayım artık, söylemesi yüzümü buruştursa da benim için rahatsız edici gerçek bu!
Yarım asrı geride bırakırken,
hayatımın önemli eşiklerinden birinin önünde durduğumu hissediyorum!..
Belki de ilk kez geleceğin bana ne getireceğini ön göremiyorum.
Çünkü daha önce hiç böyle hissetmemiştim.
Büyük bir belirsizlik uzanıyor önümde.
Hoşlanmasam da bu duygudan, tedirgin edici!
Geriden gelen “son” ilişkimi de hayatımın gerisinde bırakıyor olmak, durumun böyle olduğunun 2 göstergesinden biri benim için.
Diğerini başka zaman paylaşacağım…
“Bir ilişkinin maziye bırakılıyor olması neden bir eşik olsun” diye düşünebilirsiniz.
Ancak benim için konu sadece bir ilişkinin bitişi değil, daha fazlası!..
***
13 yıl sürmüş, aralıklarla, pek de göz önünde olmadan yaşanmış ve artık sonuna gelinmiş bu yolculuktan bana kalan şu cümle oldu
“Neden ne ben ne de karşımdaki bu 13 yıl boyunca diğerimize “hiç” ‘seni seviyorum’ demedik?”
Bağ yaratacak onca şey yaşanmış olmasına rağmen, insan bu cümleyi karşısındakine neden kurmaz?
Sevmediği için mi?
Yoksa sevmiştir, ama sorun duygunun ifade zorluğu mu?
Bu sorunun cevabı, duygularını göstermeyen, söyleyemeyen kişiler olmamız değil.,
İkimiz de başkalarıyla yaşadığımız ilişkilerde bu duyguları hem hissettik hem de gösterdik[1].
Kaldı ki böyle olmaması şu düşüncemle de çelişir;
“Ben ilişkilerin sorununun sevmemek olduğunu düşünmem.
İlişki yaşıyorsan bu seni bağlar ve insan bağ geliştirdiğini her şeyi sever.
İlişkilerin sorunu sevmek ya da sevmemek değildir.
Seviyor muyum ya da seviliyor muyum sorgulamasının, kararsızlığının, çatışmasının temelinde gerçekte başka bir duygusal karmaşa vardır.”
Bu nedenle ilişkimde de düşüncem, sorunun tarafların birbirini sevmemesi olmadığıdır.
Bunun nedenini ilişkiyle ilgili beklentim beni manüple etmeyecek kadar azaldığında anladım.
Sorunun cevabı;
ilişkinin en başındaydı;
o bir başka ilişkinin yas’ını yaşıyordu, ben de başka bir ilişkinin yas’ını.
İlişkinin duygusal zemini[3], “iki tarafın kendi yas’ını yaşarken karşıdakine tutunmasıydı”.
Bunu fark ettikten sonra yaşadığım sorunun sadece o’nunla sınırlı olmadığını da anladım.
***
Başka birinin yas’ını yaşarken bir başka ilişkiye başlamış olmak, neden bu kadar travmatik olsun?
Zaten ilişkiler böyle değil midir?
Hangimiz yeni bir ilişkiye önceki ilişkilerimizle ilgili beklentileri tamamen tüketmiş, zihinsel hiçbir bagaj taşımadan başlıyoruz ki?[4]
Kuşkusuz böyle düşünmekle rasyonel bir tavır sergilemiş olursunuz.
Ancak benim irdelediğim, tartıştığım konu bu değil!
Mesele tarafların önceki ilişkilerinin yas’ını henüz bitirmemiş olmaları değil;
yeni ilişkinin ilişki yaşanmıyormuş gibi yaşanıp ve aynı zamanda bir önceki yas’ın hem paylaşılıp hem yansıtıldığı bir ilişki olarak yaşantılanması.
Açayım…
İki tarafın birbirinin henüz tükenmemiş bir ilişkinin acısını dinlemesi, işitmesi, destek olmasını kastediyorum.
Bir dostun yapabileceği şeylerin flörtöz bir ilişkiden karşılanmaya çalışılmasını kastediyorum.
Bağlanma ihtiyacının bu ilişkiye transfer edilmesini kastediyorum.
Zihnin bölünüp, kişinin iki ilişkiyi aynı anda yaşamaya kalkmasından bahsediyorum.
Yani bir anomaliden!
Karşınızdakini bilinç düzeyinde bir seçenek olarak görmeyip, bilinçaltınızda bunun tersini yapıyor oluşunuzu kastediyorum.
Paradokstan bahsediyorum.
Böyle bir ilişkide karşınızdakinin bir başkasıyla ilgili hissettiği bütün bağlılığı, acıyı görürsünüz.
Her şeyini sizinle paylaşır, bunlara şahit olursunuz.
Bununla kalmaz siz de kendi yas’ınızı paylaşırsınız.
Aşkınızı, acınızı, umudunuzu, beklentinizi karşılıklı paylaşırsınız…
Bunları görmek, yaşantılamak karşınızdakini daha yakından tanımanızı sağlar kuşkusuz.
Çünkü olağan durumda ilişki yaşadığımız kişiye karşı “kendimizi koruma” ihtiyacı hissederiz;
değersizlik, yetersizlik, terkedilme kaygıları kendini koruma dürtüsünü harekete geçirir.
Bu nedenle yakınımızda olan, ilişki yaşadığımızı düşünmediğimiz ya da bağlanmadığımız ya da karşımızdakinin bağlanmadığını düşündüğümüz kişilere karşı[5]daha açık oluruz.
Bu açıklık ilişki açısından iyi bir şey gibi görünse de,
paylaşan kişiyi paylaştığı kişiye karşı savunmasız bırakır.
Ve aynı zamanda her şeyini paylaştığı için de olağan bir ilişki durumundan daha fazla anlaşılma beklentisi geliştirir.
Hem çıplak kalmakla ilgili zayıf hissetmek hem de daha açık olunduğu düşünüldüğü için daha fazla anlaşılma beklentisi içine girmek…
***
Paradoksların dansı gibidir böyle bir ilişki…
Karşımızdakinin her şeyini bilmek istesek de aslında bir yanımız bundan büyük bir kaygı duyar ve istemez.
Bu içsel paradoks bir yaşantıya dönerse ilişkideki olağan akışı sabote eder.
Bir İlişki olur, evet.. ama olağan bir flörtün dışına çıkan seyirle[6].
Bu çelişkili durum, kişilerin bilinçaltı mahcubiyet yaşamasın da neden olur
Acısını yaşadığın kişiyle ilgili zorlanmayı paylaşırken ve bir daha bu kadar sevemezmiş, bu kadar acı çekemezmiş gibi hissederken ve paylaştığın kişiye bunu hissettirirken;
şimdi aynı kişiye karşı aynı duyguları hissettiğini düşünmenin çelişkisi ve mahcubiyetidir bu.
Dün bir başkasını bu kadar çok severken, bugün beni nasıl o kadar sevebilirsin ki?
Beni onun kadar sevebilir misin?
Hissettiğini söylersen, buna inanabilir miyim?
Bu sorgulamalar nedeniyle kişinin karşısındakine;
hem hissettiği duyguların gerçekliğiyle ilgili hem de karşısındakinin bu hislere itibar etmesiyle ilgili “mahcubiyet” hissetmesi kaçınılmazdır.
***
Bir başka kaossa “ilişki şablonu” açısından söz konusudur.
“İlişki şablonu” ilişkide bir kez oluştuktan sonra değişmesi çok zordur.
Çocuğunuzla kurduğunuz ilişkiyi çocuğunuzun büyümesiyle birlikte bir yetişkin ilişkisine çevirmek ne kadar zordur, çocuğu olanlar bilir;
zaten çocuğun tüm yetişme tarihi bu değişen durumun ilişkinin biçimini de değiştirmeye zorlamasıyla ilgili değil midir?
Uzun süren bir arkadaşlığı flörte çevirmek,
flört yaşanmış bir ilişkiyi arkadaşlığa çevirmek,
bu nedenle zordur.
Kişilerin bunu başarabilmesi için türü ne olursa olsun, “ilişki terapisi” almaları şarttır.
Aksi takdirde,
her ilişki başladığı duygusal motivasyonu arar, geliştirdiği şablon üzerinden beklentiler geliştirir, iletişimini sürdürür.
İşte bahse konu ettiğim,
flört edilen ama bağlılık geliştirmek istenilmeyen ve aynı zamanda ileride bir gün istenilmesi ihtimalini de bilinçaltı süreçle içte tutan bu ilişkinin yarattığı şablon
kişiler tarafından “olağan bir flört”e çevrilmek istendiğinde ilişki zorlanır.
Bu değişim her defasında kaygı ve değersizlik duygusuna çarpar ve geri döner;
Bu, açık ya da gizli çatışma demektir.
***
Bu ilişkilerde ortaya çıkan kalıcı bir başka sorun, “kıyas” sorunudur.
Karşıdakinin geçmişinde yaşadığı ilişkiler bile kıyas ve kıskançlık meselesi haline dönüşebiliyor[7].
Kaldı ki kişilerin şu an yaşanan bir ilişkinin yasına şahit olması “kaçınılmaz” olarak kıyas nesnesi haline gelir.
Sevgi kıyaslanır, aşk kıyaslanır, değer kıyaslanır, yaşanan acı kıyaslanır..
Ve bu kıyaslamalarda, geçmişe bırakılan kişinin hep daha fazla sevildiği ve önemsendiği düşünülür.
Bu ilişkide kişiler gerçeklikten bağımsız olarak, algılamaları nedeniyle ne kendilerini güvende hissedebilirler ne de kendilerini değerli hissederler.
Bu düşünceler, ilişkide bağlanmanın önünde bariyer oluşturur.
Başlangıcı anomali olan bu ilişkilerin yarattığı bariyer, kendini anlama ve aşma hususunda yol yürünmezse ilişkinin sonunu getirir.
İlişkinin sonuna yürünen yol;
Ya bağlanmanın gerçekleşemediği ama aynı zamanda vazgeçilemeyen “çek-bırak” bir ilişkiyle,
Ya da sürekli tekrar eden bir çatışma döngüsüyle yürünür…
***
İşte,
“seni seviyorum” dememi engelleyen “bariyer” buydu.
“Dememesinin nedeni bu bariyer miydi, yoksa benim koyduğum bariyere mi takılmıştı” soruları anlamlı gibi görünse de değil.[8]
O’nun evlenmeyi benim bağlanmayı istemem arasındaki fark kadar anlamlı bir fark değil bu.
***
Sorun seçimlerimin yanlış kişiler olması mı?[9]
Yoksa yanlış olan ben miydim?
Yasına ortak olduğun, yasıma ortak ettiğim biriyle ilişki yaşamak,
mesleki deformasyonum mu?[10]
Aklımdan kayıp giderken bu düşünceler,
yüzümü yıkayıp, başımı kaldırdım,
aynadaki yansımama baktım…
Gerçekten sorunum bu muydu?
Geçmişini bilmediğim ya da yasına tanık olmadığım, yasıma tanık etmediğim biriyle flört etseydim,
farklı mı olur muydu her şey?
13 yılım farklı geçer miydi?
Aynadaki yüzüme tebessüm ettim!
Sorumun cevabının “evet” olmadığını biliyordum.
Çünkü, aslında bir soru sormadığımın farkındaydım!
***
[1] En azından ben öyle biliyorum
[2] Önceki yazılarımı okuyanlar bilir;
Farkındalık hususundaki düşüncelerimden biri şudur;
Bir ilişkiyle ilgili beklentinin sürüyor olması o kişinin o ilişkiyle yaşadığı zorlanmanın ne olduğunu, neden zorlandığını anlamasına engel olur. Beklenti zihni manüple eder. Bu nedenle beklentinin zihin üzerindeki kelepçeleri gevşemeden farkındalık oluşmaz. Beklenti zayıflayıncaya kadar gelişen farkındalıklar zihinsel düzeyde gelişir, derinlikli değildir, bu nedenle değişim yaratmaz.
[3] Bağlanma zemini, bağlanmanın şeklini oluşturacak zemin
[4] Tüm bu soruların toplamında şu tartışma kendini gösterir:
Kişiler bağ geliştirdikleri bir ilişkiden ayrıldıktan sonra yas tutmalı mıdır, tutulmayan yas bir sonraki ilişkiyi engeller mi, yapısını bozar mı, doğrusu nedir?
Yukarıdaki soruların cevabını tartışmak için ise bir başka soruya cevap bulmak gerek;
“Ayrılık bir kayıp mıdır, yası tutulmalı mıdır?”
Bir sonraki yazımda bu soruyu tartışacağım.
[5] Bu algılamalar ve yorumlamalar bilinç düzeyinde olanlardır, bilinçaltında ise başkaca süreçler işler
[6] tüm bu yorumları yaparken doğru ya da yanlış üzerinden bir değerlendirme yapmadığımı, sadece “ortada olan” hakkında konuştuğumun altını çizmek isterim
[7] Buna da bir isim bulunmuş: “Retro kıskançlık”
[8] Teorik olarak aynı kapıya çıkar.. İlişkinin yapısından kaynaklanan bariyere takılmakla benim koyduğum bariyere takılmak arasında fark yoktur..
[9] Yası devam eden kişileri seçmiş olmam
[10] Mesleki deformasyonum:
Şöyle demişti “para kazanamasın ve bana muhtaç olsun istiyorum”
Kendine güven sorunu yaşayan öğrencinin hep bildiği konulara çalışması gibi ben de bir ilişki yaşayacağım zaman kendimi güçlü hissettiğim yeri öne çıkartırım;
Mesleğimi.
Kişiler arası ilişkilere hakim olmam, hakim olduğumun bilinmesi, hissettirdiğim güven karşımdakilerin benimle bu yönümle ilişki kurmalarını sağlar. Kendimi burada güçlü hissederim.. olası değersizlik, yetersizlik duygularına karşı önlem, olası terkedilmelere karşı kendimi emniyette hissettirir.
Ancak kendimi yetersizlik, değersizlik, terkedilme durumlarına karşı emniyette hissettiriyor gibi görünse de karşımdakinin “gerçekten” beni sevdiğine, bana değer verdiğine karşı hep “kuşku duymama” neden olur. “Gerçekten beni seviyor mu yoksa bana ihtiyaç duyduğu için mi benimle?”
Onun bağ geliştirdiği mesleki kimliğim mi, yoksa ben miyim?
Bu kuşkunun bir geçekliği var mı ayrı bir tartışma konusu, ancak ortada olan gerçek benim bu kuşkuya saplanmış olmam.
“Mesleki becerilerimi dahil etmeden bir ilişki nasıl yaşanır, bilmiyorum”. Flört etmeyi unuttum. Yıllardır mesleki çeperimde yaşamaya o kadar alışmışım ki bunun dışındaki alan beni kaygılandırıyor. Bir yanıyla beni manüple eden, kendim olmama izin vermeyen ama diğer yanıyla da güvende hissettiren bu ilişki kurma davranışımdan nasıl çıkacağım, bilmiyorum? Çıkmak istiyor muyum, İlişkide kontrolü elimden bırakmak istiyor muyum, kendimi buradan güçlü ve değerli hissederken böyle hissetmeden bir ilişkide var olmak beni mutlu edecek mi onu da bilmiyorum. Bildiğim, mevcut durumun benim için artık sürdürülemez oluşu. Yakın zamanda biriyle tanıştırmak için randevu oluşturdu bir arkadaşım. Görüşmeye gidinceye kadar yaşadığım stres, içine kapandığım alanın dışına neden çıkmak istemediğimi açıkça gösterdi bana.