KADIN PSİKOLOJİSİ
-Kadın beyni nasıl çalışır?-
Hepimiz, doğduğumuz andan itibaren içinde bulunduğumuz koşullar ve ilişkilerle kişilik yapımızı oluştururuz. Kişiliğin büyük kısmı çok erken yaşlarda şekilleniyor. Sonraları, hayat ilerledikçe farklı ilişkilerde farklı roller ediniyoruz.
Kişiliğimizin temel katmanı hiç değişmiyor, ama içinde bulunduğumuz role göre farklı davranışlar sergiliyoruz. Bunlar da kişilerin başkaları tarafından farklı farklı algılanmasına neden oluyor.
Çok duymuşsunuzdur “Bu kadar iyi bir adamla bu kadın neden geçinemiyor? Kesin suç kadındadır.” ya da “Melek gibi kadın, ne istenirse yapıyor, herkes onu seviyor. Huzursuzluk adamdan çıkıyordur eminim!” gibi sözleri…
Bu cümleleri biz de başkaları için kullanmışızdır muhakkak.
Bu yorumları yaparken gözden kaçırdıklarımız var…
Bizler yorumlarımızı, dışarıdan gördüğümüz davranışlar ya da söylemler üzerine yapıyoruz.
Bir insan; arkadaşlarıyla, dostlarıyla, çevresiyle çok iyi ilişkiler kurabilir. Bu durum onun kendi ailesindeki bireylere, eşine, çocuklarına da iyi davrandığı anlamına gelmez.
Dışarıdaki insanlara çok verici olan pek çok kişinin aile hayatlarında bencil olduklarını biliyoruz.
Bunun elbette psikolojik sebepleri var. Her ilişkide aynı şekilde davranmıyoruz. Babamız ve annemizin yanında farklı bir davranış, çocuklarımıza farklı, eşimize, sevgilimize farklı, dostlarımıza, yakınlarımıza farklı bir davranışla ilişki içinde oluyoruz. İş yerinde daha farklı bir tutum sergiliyoruz.
Gerçekte her ilişkimizde aynı kişiyiz, ancak kişiyle kurduğumuz ilişkide ihtiyaçlarımız bizi olduğumuz, hissettiğimiz gibi davranmaktan alıkoyuyor. Bizi farklılaştıran ilişkilerden beklentilerimiz oluyor.
Tüm bunların yanında kişi olarak nasıl birisi olduğumuzu en açık yansıtan ilişki, karşı cinsle kurduğumuz ilişkimizdir.
Kişilerin zayıf yerlerini, ilişkileri nasıl algıladığını en çıplak haliyle orada görürüz. Sevgi, nefret, kıskançlık, tutku, hoş görü, değer verme, anlamaya çalışmak ya da bencillik, tahammülsüzlük gibi duygu ve davranışların en açık göründüğü yerlerdir karşı cinsle ilişkiler. Kişiler zayıf görünecekleri, alay edilecekleri kaygısıyla ya da kullanılacağı korkusuyla sakladıkları özelliklerini karşı cinsle ilişkilerde sergilerler.
Bunları göstermek istemeseler de gösterirler.
Kadın; anneyken, çocukken, arkadaşken farklı, eşken, sevgiliyken farklı biridir. Âşıkken farklı, erkek kendine şık olduğunda farklı biridir…
Bu kitapta kadın kişiliğini, karşı cinsle ilişkilerini merkeze alarak değerlendirmeye çalıştık. Oradan yola çıkarak tanıtmaya, ilişkilerindeki olumsuz tutumlarını eleştirmeye çalıştık…
Kitapta değerlendirilen öyküler yer, isim değiştirilerek kullanılmış olup, öyküsü kullanılan kişilerden izin alınmıştır.
Psikolog Mustafa Topkara
KADIN…
Kadın insanın tarihidir aslında… Havva’dan bu yana üzerinde çokça söz söylenen yazılıp çizilen kadın, tüm zamanlarda başkahraman olmayı başarmıştır. Kutsal kitapta “Cins-i Latif” olarak tanımlanır kadın, gerçek hayatta da latif yönleri ile öne çıkar. Naiftir, kırılgandır, güzeldir, zariftir… Öte yandan kadın güçlü, zeki, sahiplenici, sabırlıdır da… Belki bu özelliklerin en üzerine yazılması gereken, kadın doğurgandır yani annedir.
Erkek sevmeyi, bağlanmayı, güvenmeyi, yarını düşünmeyi, sadakatin ne olduğunu kadından öğrenir. Kadın, ilişkiyi aileye dönüştüren temel unsurdur. Evlilikteki ilişkinin görünmez bağlayıcısıdır. Kadının bağı çözüldüğünde evliliğin de bağı çözülür.
Kadınların farkında olmadan sergiledikleri pek çok davranış yaşadıkları ilişkiyi sorunlu bir ilişkiye dönüştürmektedir. Sayfalar ilerledikçe “kadın kişiliği” eleştirisinin sıkça yapıldığını göreceksiniz. Bu kitaptaki eleştirilerden yola çıkarak ilişkide sorunlu davranan tarafın “kadın” olduğuyla ilgili bir yoruma gidilmemelidir. Erkek de kendi kişiliğiyle en az kadın kadar sorunlu davranışlar sergiler ilişkide. Bu konuyu “Erkek Psikolojisi” isimli kitabımızda detaylı olarak aktardık. Eleştiriden maksat okuyucunun ilişkiyi değerlendirmesini kolaylaştırmak, konuyu daha hızlı kavramasını sağlamaktır.
Toplumsal algıda kadın zayıftır. İlişkide zayıf olan taraf, kendini karşı taraftan daha fazla korumaya çalışır. Güçsüz durumunu, geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla eşitlemeye, kendini korumaya çalışır. Kendine güvenmediği için açık olmayacak, doğal davranmayacaktır, bunu istese de yapamayacaktır. Kendini korumak istediği için ilişkide yapılması gereken pek çok davranışı yerine getirmeyecektir. Bu tutumların karşıdaki erkeğe ne hissettirdiğinin ise farkında bile olmayacaktır.
Duygularını gizleme, dolaylı şekilde ifade etme, çarpıtma davranışları kadınlarda erkeğe nazaran daha fazladır. Bu da kadının erkeğe göre daha çocuksu ve daha bencil olduğu hissini verir.
Eleştiriler, ilişkilerdeki sorunların çözümünde işe yarayacak ipuçları sunmak amacıyladır. Erkek kadından şikâyet ettiği davranışların nedenini, kadın ise farkında olmadan sergilediği davranışların karşı tarafa ne hissettirdiğini ve bunun ilişkisine yansıyan olumsuz yanlarını görecek. Her ne kadar kadınlar üzerine yazılmış bir kitap olsa da, her iki cinsin de doğru ilişki yaşamak adına faydalanabileceği pek çok tecrübe paylaşılmıştır.
BÖLÜM I
KADIN KİŞİLİĞİ
Toplumun en küçük yapısı olan aile, çocukla kurmuş olduğu ilişki tarzıyla onun kişiliğine biçim veriyor. Erkeğin erkek, kadının kadın olmasında başrol oynuyor. “Kadını anlamak” için önce ailesiyle kurduğu ilişkiyi anlamak zorundayız…
KADIN VE BİREY KİŞİLİĞİ
Birey olmak
Yaşadığımız hayatı kendimiz için yaşayabilmek için gerekli bir kişilik standardıdır “birey kişiliği”. Hissettiği gibi davranan, duygularını, düşüncelerini açıkça ifade eden, inançlarını kimseden çekinmeden içinden geldiği gibi yaşayabilen kişilerdir birey kişilikleri.
Kendi hayatıyla ilgili her konuda sorumluluk alan kişilerdir. Zorluklarla baş etme yetenekleri yüksektir. Zorlansalar da zorluklar karşısında yılmazlar. Açık iletişim kurarlar. Gerçekçi davranırlar. Kendi duygularına, düşüncelerine, inançlarına sahip çıkmak için hayat içindeki pek çok riski göze alırlar.
Başkalarına değil kendilerine güvenirler. Hayatlarının kendi hayatları olması için gerekirse çevreyle çatışmayı göze alırlar. Olmasını istediği şeyin doğru olduğuna inanıyorsa, aksi kendisine ikna edilmediği sürece davranışlarını korurlar.
Kendilerini sever, kendilerine değer verirler. Karşıdaki kişiye olduğundan farklı görünme ihtiyacı hissetmezler, çünkü kendilerine güvenmektedirler. Bu nedenle karşı tarafı da yanıltmazlar. Hayal kırıklığı yaşatmazlar. Kurmuş oldukları ilişkileri önemserler ve bunu da karşı tarafa hissettirirler. Bağımlı ilişkiler geliştirmezler.
Davranışlarında genel bir tutarlılık söz konusudur. Ne zaman, nasıl hareket edeceği konusunda size ön algı verirler. Güven veren bir ilişki tarzları vardır.
Birey kişilik yapısı, kendi başına var olabilen, hayatını yaşayabilmek için çevresine duyduğu ihtiyacı en alt seviyeye indirmiş kişiliklerdir. İnsan olarak hepimizin çevre ilişkilerine ihtiyacı vardır. Ancak birey kişiliği sergileyen kişiler çevreyle kurduğu ilişkide ihtiyaç duyduğu için değil daha çok görmüş olduğu değer üzerine kurar.
Bu noktadan bakınca birey kişiliği geliştirmiş kişiler kolay ilişki kurabilen kişiliklerdir. Ne dediğini, ne istediğini, neyi istemediğini çok rahat anlarsınız. Sizi zorlamaz. Size, kendinizi değersiz hissettirmez. Sizi ilişkinizle ilgili pek çok soru işaretiyle karşı karşıya bırakmaz.
Birey kişilik özelliğini kadın ve erkek cinslerini göz önüne alarak değerlendirirsek, bunun daha çok erkeklerde görüldüğünü söylemek gerek. Erkeklerin kadınlara nazaran birey kişiliği davranışları daha fazladır. Bu nedenle hayata karşı daha güçlü bir duruşları vardır.
Kadınların birey olma yolunda çok ağır ilerlemeleri onların tüm hayatını başkaları için yaşamalarına, korkular ve kaygılar içerisine hapis olmalarına neden olmaktadır. İşte bu noktada belki de ilk sorulması gereken soru kadınların neden böylesi bir durumla karşı karşıya kaldığıdır?
Kadınlar neden birey olamıyor?
Kadın ve birey kişiliği
Toplumun kadından; evden ayrılması, bir aile kurup onun tüm ihtiyaçlarını karşılamakla ilgili bir talebinin olmaması –“adam olma” talebi- kadının bireysel kimliğinin gelişmemesine neden oluyor. Böylece kadın için güvenlik gereksinmeleri ve yaşama dair istekleri birey olmaktan daha önemli oluyor. Öncelikli olan bir birey gibi davranmak, hayat böyle bir duruş sergilemek değil, hep kendini güvende hissetme ihtiyacı oluyor, yaşama dair beklentilerini buna güvenlik ihtiyacına göre şekillendiriyor.
Birey olmak, kendimize güven duygusuyla ilişkilidir. Aileler, çocukların kendilerine olan güvenlerinin oluşumunda gerekli davranışları sergileyemiyor. Aile, çocuk için olumlu olduğunu zannettiği davranışları sergilese de –çok fazla koruyucu davranmayı ya da çocukların her isteğini yerine getirmeye çalışmayı ya da kendilerini kötü hissetmesinler diye onlara olumsuzlukları yansıtmamayı olumlu davranış olarak görüyor aileler. Oysa bunlar, sınır çizildiğinde çocuğun kişilik gelişimine çok fazla olumsuz etkide bulunuyor- çocuğun bireysel kimliğinin gelişimine olumsuz katkıda bulunuyor.
Kişilik gelişiminde çevreden gelen talep belirleyici oluyor. Erkek için yaşanan budur. O, kendiliğinden doğan bir ihtiyaçla birey olmaya çalışmaz, bireysel kimlikle ilgili davranışlar onun kimliği için zaten gereklidir. Toplum ondan bunu beklemektedir. “ailenin sorumluluğunu alacak kadar güçlü biri olamazsan hayattan hiçbir şey alamazsın” diyor. Erkek zorunlu olarak ve tam da olmasa birey olmanın bazı özelliklerini kazanıyor. Evden ayrılarak, sosyal hayat içinde tutunmaya çalışarak yani adam olmaya çalışarak. Ve kendine güven konusunda kadına göre daha avantajlı bir duruma ulaşıyor. Tamamen olmasa da birey olmanın pek çok davranışını bünyesine katıyor. Ancak bunların hiçbirisi gerçekte birey davranışları değildir çünkü ortaya çıkış nedeni toplumun talebinin olmasıdır.
Toplumun kadından böyle bir beklentisi yok bu da kadının kendini geliştirmekle ilgili hiçbir zorlanmaya girmemesine, kendini geliştirmemesine, hiç mücadele etmemesine neden oluyor çünkü mücadele etmek gerekli motivasyona sahip olamıyor erkek gibi. Bu nedenle de kadın için önemli olan güvenlik duygusu oluyor. Ayağının sabit yerini aileye basarken diğer ayağıyla da özgürlük alanını açmaya çalışıyor. Bütün yaşamını bu son cümle üzerine kuruyor, kurmak zorunda kalıyor.
Belirleyici Duygu, “Kendini güvende hissetmek”.
Bu yüzden kurduğu tüm ilişkilerde kendini güvende hissetmek “başat duygu” oluyor. Bu gereksinme, onun kadın olmasından değil çocukluktan itibaren kendisinden beklenen ya da beklenmeyen toplumsal algılarla ilgilidir.
Toplumun beklentileri onu aileye bağımlı kılıyor. Ancak bu bağımlılığın olumlu tarafları nedeniyle yani kendini güvende hissetme duygusunun tatmini nedeniyle yerinden kıpırdamıyor ya da ailenin izin verdiği ölçüde bir özgürlük alanı çiziyor kendine kadın.
Hırçın yetişen yaramaz kızlar, hayatla ilgili isteklerini ailelerine dayatsalar da aslında ailenin kendisinin isteğini bir şekilde kabul edeceğini, bunu onlara kabul ettirebileceklerini biliyorlar.
Bu yüzen evden kaçarak evlenen kızların yaptığı, “evlilik” değil “evden kaçma”dır. Kız evlense de babası, annesi kendisini affedip bağışlamadığı sürece asla mutlu olmaz. Kendi kişiliğini, hayatını kuramaz.
Kadının aileyle kurduğu güvene bağımlı ilişkide kadınlar; ya ailenin sınırlarıyla yaşayan, açıktan bağımlı bir karakter olurlar ve onların tüm yaşamını aile belirler, evlendikten sonra da bu durum devam eder ve anne baba kızlarının hayatını tayin ederler. Ya da kendi isteklerini önemseyen bir tavırla ortaya çıkarlar ve yaramaz, asi bir çocuk görüntüsüyle ilişkilerini yaşarlar. Yine ya da çekingen, içe kapanık bir kişilik portesi ortaya koyarlar.
Çekingen davranışa sahip olanlar, hiç itiraz edemeyen kişilikler olabilir ya da ertelenmiş duygusal tepkilerini dengesiz ve abartılı gösteren kişiler olurlar.
Evdeki Kız; Erkeğin Kadını
Kadın aileyle kurduğu ilişkide nasıl davranıyorsa eşiyle kurduğu ilişkide de benzer davranışlar gösterir. Ailede, istekleri karşılanan bencil bir kız çocuğuysa eşine de benzer bir davranış gösterecektir. Kendini ifade edemeyen, dengesiz tepkiler veren biriyse eşiyle ilişkisinde de aynı davranışlar ortaya çıkacaktır. Aileye bağımlı, onların beklentilerine göre hayatını yaşayan biriyse, hayatını yöneten eşi olacaktır. Aileyle ilişkisinde istediklerini yaptırmak için sık sık öfkeye sığınan biriyse, eşiyle ilişkisinde de bu davranışlar görülecektir.
İlişkinin başlangıç döneminde kadınların sorunlu yönleri ortaya çıkmaz. Kadının aileyle ilişkisinde meydana getirdiği sorunlu davranışlar erkekle ilişkisinde ortaya çıkmamışsa ya kadın henüz ilişkinin içine kendini bırakmamıştır ya da erkeğe âşıktır ve onun kendisini sevmesi için gerçek duygularını, davranışlarını göstermiyordur. Bunlar flört döneminde görünmese de evlilik içinde ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle kadınların, erkeklerin evlendikten sonra değiştikleriyle ilgili tespitleri eksiktir. Erkekler evlendikten sonra ya da kadın ilişkiye kendini bıraktıktan sonra değişirler ancak aynı durum kadınlar için de söz konusudur. İlişkiye tam olarak dahil olmadan ya da evlenmeden önceki kadın değildir. Flörtün başlangıç döneminde ya da evlilik öncesindeki davranışlarından çok farklı davranmaktadır. Ancak kadınlar değişikliği ilgi, sevgi duyguları üzerinden değerlendirdikleri için kendi değişimlerini göremezler. Evlenmeden önce son derece olgun ve sakin davranan kadın, evlendikten sonra sorgulayan yer yer yargılayan bir tavra bürünür. Evlenmeden önce erkeğe yanında olma arzusu veren kadın, evlendikten sonra yanından kaçma arzusu uyandırır. Yani tıpkı erkek gibi kadın da değişmiştir evlenince.
Kadının genel davranışı, kendini güvende hissetmeye çalışan ama güven duygusunun bedelini ödemeye yanaşmayan bir durum arz eder. Bireysel isteklerinden vazgeçmez. Ancak birey gibi davranmaz. İsteklerinin sorumluluğunu almaz, bedelini ödemek istemez, kendini güvende hissetmek ister ama isteklerinden vazgeçmez.
İlişkiyi bu şekilde yaşayan biriyle yaşamak oldukça zordur. Sorun çözemezsiniz. O, sorunu değil kendi kaygılarını önceleyecektir. Kendinizi anlatamazsınız çünkü o kendi kaygılarına, korkularına, beklentilerine odaklanacaktır.
Yapmak istemediğiniz halde pek çok şeye zorlanırsınız, ilişkiden çıkmak isteseniz de tehdit, suçlama, yargılama, duygusal baskıyla karşı karşıya kalabilirsiniz, kendinizi suçlu hissedersiniz ve ilişkide kalmak zorunda kalırsınız. Karşınızdaki kişi bencilce davranıp sizin duygularınızı kullansa da bunu çevrenizdeki hiç kimseye anlatamazsınız. Çevrenin duyarlılıklarını kullanacağı için çevre gözünde her zaman haklı olan taraf olacaktır. Sizin “Seni sevmiyorum.” demeniz onun için hiçbir şey ifade etmeyecektir. O “Kim var hayatında?” diye sorar.
Toplumun Beklentisi?
Toplumun erkekten ve kadından beklentisi farklıdır ve bu fark, onun yetiştirilme tarzına ve dolayısıyla kişilik yapılarına yansımaktadır.
Toplum, erkekten “adam olma” sıfatını bekleyip, onun anneden, babadan, aileden kopup kendine yeten bir birey olmasını ve kuracağı yeni ailenin sorumluluklarını alabilecek bir kişiliğe kavuşmasını ister.
Toplumun küçük bir parçası olan ailenin kız çocuğundan beklentisi ise, onun birey olması değil aileye “leke” getirmemesidir. Erkek çocukların meydana getirdiği olumsuz davranışlar sadece kendilerini bağlarken, kız çocuklarının meydana getirdiği toplumun olumsuz gördüğü davranışlar, kendisinin olduğu kadar ailenin de toplum içinde lekelenmesine neden olacaktır. Eleştirilen sadece kız değil, aynı zamanda aile olacaktır.
KADIN VE NAMUS
Ailenin Namusu…
Kız çocuğu, toplum içindeki davranışlarıyla sadece kendisi için değil aile için de sorumludur. Olumsuz davranışlarını hem kendisi hem de ailesi için kendini sınırlamalıdır. Yaptığı olumsuz davranışların bedeli sadece yaptığı hata kadar değildir ve alacağı karşılık bu kadar olmayacaktır.
Aynı olumsuz davranışı erkek çocuk meydana getirdiğinde aileden ve toplumdan göreceği tepki “bir” birimse kız çocuğu yaptığında bu katlanarak artar. Çünkü kız çocuğu sadece kendisi için olumuz bir tavır ortaya koymamış, aynı zamanda ailesini de toplum içinde sıkıntıya sokmuştur. Ailesini toplum içinde küçük düşürmüş, rezil etmiştir.
Ailenin ekonomik, sosyal tüm ihtiyaçlarını karşılamayı erkeğe bırakan ve erkeği bu baskı altına iten toplum bu talebiyle erkeği öz güven sorunuyla karşı karşıya bırakırken, kadını ise birey olmaktan hızla uzaklaştıran, tüm hayatını çevresi için yaşayan birisi olmasına neden olur. Küçük yaştan itibaren “ailenin namusunu” üstünde taşıtır.
Kadınların özellikle cinsellik konusunda tutucu davranmaları, karşı cinsle ilişkide aşırı güvensiz ve geride duran tavır sergilemelerinin bir nedeni de budur. O, sadece kendisini değil ailesinin de “adını” korumak zorundadır, bir hata işlediğinde sadece kendisi için değil ailesi için de suçlanacaktır.
Aileden gelecek ilk tepki “Yaptığın şey yanlış, hatalı davrandın, cezalısın!” olmayacaktır. Bunun yerine “Sen bizi rezil etmeye utanmıyor musun!” olacaktır. Oysa yapılan davranış hata bile olsa sadece o kişinin davranışıdır ve bir ceza görecekse, tepki alacaksa o davranışla sınırlı olmalıdır. Ancak söz konusu kadın olduğunda böyle olmaz.
Kadın ve Namus…
Burada sorgulanacak en önemli husus, ailenin kendisiyle ilgili ahlaki meseleleri neden kız çocuklarına yüklediğidir. Erkek çocuklar yaptığında düzeltilmesi gerek bir hata olan davranış, kız çocukları yaptığında neden aile için bir lekeye dönüşüyor?
Ahlak denilen kavram insan ilişkileri zemininde kopartılıp erkeklerin rahat hareket edebildiği alana dönüşmektedir böylece. O zaman yalan söylemek, dolandırmak, hırsızlık yapmak, göründüğünden farklı olmak ve daha pek çok ahlaki açıdan sorunlu davranış toplum tarafından yeterince önemsenmez olur. Ya da daha doğru bir ifadeyle, erkek medeniyetinde erkekler, kendi çıkarları için esnettikleri ahlak alanını başka bir olguyla doldururlar. Yalan söyleyerek insanları aldatmak çok önemli bir sorun olmaktan çıkar, bir delikanlıyı seven kız çocuğuna sahip olmak yüz kızartacak bir suç dönüşür. Böylece erkekler, ahlak alanını kendiişlerine geldiği şekilde şekillendirmişler ve ahlakın yükünü de kadının üzerine bırakmışlardır.
Kadın, Erkek Ahlakının Bekçisidir.
Kadın, bu yönden bakılınca erkek ahlakının bekçisidir. Bu insani bir ahlak değildir, erkeğin ahlakıdır. Gerçek ahlaki erdemlere göre değil erkeğin keyfiyetine göre düzenlenmiş bir ahlak manzumesidir ortada görünen. Namus kavramı üzerinden yürüyen bu bekçilikle kadının tüm yaşamı, duyguları, davranışları sınırlandırılmıştır ve ona, kendisini ifade edebileceği daracık bir alan bırakılmıştır. Kocaman kadın olmuştur ancak kişiliği küçük bir kız çocuğudur. Küçük bir kız çocuğu gibi hayattan, toplumdan, erkeklerden korkmaktadır ve küçük bir kız çocuğunun benmerkezciliğini yaşamaktadır.
Kadın, ilişkilerinde mutlu olmak istiyorlarsa korkularını, kaygılarını iyi tanımalı ve bunları kontrol ederek ilişkilerine yansıtmamayı öğrenmelidir. Korku ve kaygılarıyla ilişkiye verdiği zarar, kendisine geri dönmekte ve en fazla zararı yine kendisi görmektedir.
Aile içinde geliştirdiği alışkanlıkları karşı cinsle ilişkilerine taşıması kendisine zarar vermektedir. Erkekler ailenin kendisine anlattığı gibi değildir. Hayat, ailenin anlattığı kadar korkulacak, kaygılanacak bir yer değildir. Duygularını söylemesi, göstermesi kötü bir şey değildir.
Ancak, kadında bunlar o kadar yerleşik refleksler halinde mevcuttur ki erkeğe olumsuz olarak yansıyan pek çok davranışı kendini korumak için yaptığının farkında değildir. Herkesin yaptığı, toplumda genel geçer davranışlar olarak kabul edilen, ancak erkeğe olumsuz yansıyan ve doğal olarak erkekle ilişkisini hırpalayan davranışlarına yapılan eleştirilere karşı kendini kapatır. Bunu değiştirmek için çabalayanlar, kendi duygularını anlamaya çalışanlar, davranışlarını neden yaptığını, sergilediği davranışlarından erkeğin ne hissettiğini anlamaya çalışanlar; kendi korkularını, kaygılarını anlayıp bu korkularla hareket etmediğinde bu durumu daha çıplak bir şekilde fark edecektir. Bu tutum kadınlar için bu kolay geliştirilecek bir erdem değildir.
Cinsler ve Ahlak Algısı…
Erkekler kadınları aldattığında, kadın “sadece” aldatılan taraf olurken, kadınların erkekleri aldatmasında erkek “sadece” aldatılmış olmaz, aynı zamanda aşağı bir duruma düşmüş olur. Aldatılmış erkek toplumda itibar kaybeder, değeri azalır. Kadının aldatmasının suçlusu erkekmiş, aldatılarak kötü bir eylem meydana getirmiş gibi tepki görür çevresinden.
Tek başına bu olaylar bile kadının ahlaki değerlere sıkı sıkıya bağlı yaşamak konusunda erkekten çok daha zorunlu olduğunu göstermektedir. Ancak bu ahlaki değerler, “adalet” üzerine değil, toplumun nasıl algıladığı, nasıl gördüğü üzerinedir. Adil davranarak kadının birey olmasının önünü açmak yerine toplumun eleştirisini, tepkisini alacak davranışlardan uzak durmasını beklemek…
Böylece kadının hayatı, kendisinin dışarıdan nasıl algılandığı üzerine kurulur.
“KADIN ÇOCUKTUR!”
Kızlar Büyümemeli!
Bu adaletsiz tutum, kadın üzerinde büyük bir baskı kurup onun kendini bastırmasına, aşırı kaygılı ve korkulu bir kişilik oluşturmasına neden olur ve onun bir birey olmasını engeller.
Aile kızlarından birey olmalarını beklemez, çabalarsa da buna tahammül edemez. Evden ayrılması her zaman aşırı tepkiyle karşılanır. Kız çocuk eve yarım saat geç kaldığında ortalık birbirine girer. Hemen “en uç” düşünceler, kaygılar ve korkular geliştirilir.
Kız çocuklar, evlenene kadar ailenin küçük çocuğudur, büyümesine fırsat tanınmaz. Bunun böyle olmasının nedeni ailenin kızlarına gerçekte böyle davranmak istemelerinden değildir. Hatta pek çok ailede anne babalar toplumdan farklı düşünseler ve bu adaletsizliği kabul etseler de kız çocuklar için durum değişmez. Aile kendi kaygılarını yine de kız çocuğuna yükler.
Kadın, Hayatı Boyunca Ailenin Çocuğudur.
Kız çocuk evden uzaklaşmamalıdır. Bir birey olmamalıdır. Dışarıda, içinden nasıl geliyorsa öyle davranmamalıdır. Çünkü kız çocuk toplumda aileyi temsil etmektedir.
Kız çocuğun üstündeki bu aile belirleyiciliği evlendikten sonra da devam eder. Kız çocuk evlenip bir kadın olamamıştır. Evlilikte sorun çıktığında “kadının geri gelmesi” diye bir davranış söz konusudur. Bu da ilginç bir tavırdır. Kız çocuk büyüyüp bir seçim yapmış ve evlenmiş değildir sanki. Bir iş yerine çalışmaya gitmiş yeni yetme bir çırak gibidir. Aile onun hakkındaki belirleyiciliğini evlendikten sonra da devam ettirmektedir. Kızlarının evliliklerini devam ettirmeleri konusunda kendilerini sorumlu hissetmektedirler.
Özellikle anneler kız çocuklarına, ne yapmaları, ne yapmamaları konusunda öğretilerde bulunurlar. Her ne olursa olsun, her şartta evliliklerini devam ettirmeleriyle ilgili bir zorunluluk içinde tutmaya çalışırlar. Çünkü ayrıldıktan sonra kız çocuk eve gelecektir. Yani “babasının evine dönecek” ya da döndürülecektir. Çünkü ayrılmak, kız çocuk için bir eşten ayrılış değil babasının evine geri dönüştür.
Kadın Kocasından Ayrılamaz!
Bir kadının kocasından ayrılması için sebeplerinin olması gerekir. “Seni sevmiyorum.” Demek ayrılık için yeterli olmaz. Ya da erkeğin “Ben artık kızınızı sevmiyorum.” demesi yeterli değildir. Kadının erkeği lekeleyecek bir davranış meydana getirmesi halinde ayrılık hak olarak görülür. Kadın erkeğin onurunu çiğneyecek bir davranış sergilemediği sürece, erkeğin cinsel ihtiyaçlarını karşıladığı, yemeğini yapıp çamaşırlarını yıkadığı sürece erkek tarafından “bırakılamaz”. Erkekler eşlerinden ayrılmaz, onları “bırakılar”.
Bu ilişki biçimleri erkeğin egemen olduğu aile hayatının sürdürülmesini sağlar. Burada ezilen, kişiliği, kimliği zedelenen sadece kadın olacaktır. Onun ne hissettiğinin bir önemi yoktur. Kız çocuk için; evlenmeden önce ailenin ne düşündüğü, ne hissettiği önemlidir, evlendikten sonra ise eşinin ne hissettiği, ne düşündüğü önemlidir. Kadın bu ilişkiler arasında yitip gitmektedir.
Doğduğu andan itibaren kadından bu yönde hassasiyet geliştirmesini bekleyen aile için kız çocuğu büyüse de her zaman çocuktur. Çocuk olarak kalmaya devam edecektir. Yaşı ne olursa olsun bu durum kadın yaşlanıncaya kadar devam edecektir.
Kadının Bencilliği…
Kadın bu durumu, kendi çıkarına gelen yönleri nedeniyle zorlamaz. Kendini bir birey olarak toplumda var kılmaya çalışmaz. Bundan kaçınır. Erkek birey olmak istediği için birey davranışlarını kazanmaz. Toplumun ondan böylesi beklentileri vardır. Önce anneden, sonra özdeşim kurduğu babadan, daha sonra da aileden ayrılması gerekir. Erkek, toplumdan istediği saygıyı, sevgiyi, istenmeyi böyle karşılayacağını öğrenir. Yani birey davranışları onun için, olmasını istediği bir şeyden ziyade toplumdan talep ettiği duyguları tatmin edebilmek için meydana getirmek zorunda olduğu davranışlar bütünüdür. Böyle olması nedeniyle erkeklerin büyük kısmı birey kimlik davranışlarını yerine getirse de gerçek anlamda birey olamıyorlar ve böylece ölüp gidiyorlar. Çünkü anneden, babadan, aileden ayrılışları böyle olması gerektiği için değil, aile bu süreci bildiği, onu planlı bir şekilde evden ayırdığı ve kimliğini oluşturduğu için değil, toplumun beğenisini, takdirini, kabulünü kazanmak içindir. Beğeni için yaptığınız şey ne kadar doğru bir davranış olsa da sizi dışarıya yani beğenisi almak istediğiniz kişi, grup ya da topluma bağımlı kılar hatta bu öz güven içeren davranışlar olsa bile. Bu nedenle, bir davranışı meydana getirmek için gerekli motivasyon yoksa ve davranışı yapmak zor geliyorsa bundan geri durulur.
Anneden, babadan, aileden ayrılmak, onlarla çatışmalar yaşamak ve bu sürece direnmek zordur. Çocuğun kendisini güvensiz hissetmesine neden olur. Kendine olan güveni için gerekli desteği aileden hissedememesine neden olur. Çocuk aileye bağımlı olduğu için öz güven isteyen, onu birey yapacak tutum ve davranışları geliştiremez, bunlardan kaçınır.
Erkek zorunlu olarak bu davranışları geliştirirken, toplumun kadından böyle bir talebinin olmaması onu birey davranışlarını geliştirmekten onu uzak tutar. Kendini güvende hissetme arzusu, güvenlik kaygıları öncelendiği için, kendini güvende hissetmek için aileden ayrılmak, hayatı kendi başına kurmak gibi davranışları geliştirmez.
Kız çocuğun aile içinde kalmakla ilgili geliştirdiği bu tavır, ailede onunla ilgili daha hassas davranılmasına neden olur. Onun zayıf olan yönleri, naiflikleri öne çıkartılır. Erkek çocuğa verilen imtiyazların, hakların ona verilmemesi, aile tarafından kız çocuğun beklentisi olan “söylemeden anla” davranışlarının geliştirilmesini sağlar.
Kız çocuklar da kendilerini bu atmosfer için de var kılmaya çalışırlar. Kendini açmak, hissettiği gibi davranmak, birey davranışlarını yerine getirmeye çalışmak yerine “kendini güvende hissetme duygusunu” öncelerler ve kendilerini aile içinde daha iyi hissetmeye neden olacak başkaca davranışları geliştirirler.
Dişilik, Özgüven Aracı…
Aile baskısı nedeniyle karşı cinsten kendini çok koruyan, kapatmak zorunda kalan kadın, aynı zamanda tüm özgüven alanını da buraya kaydırır. En çok korkulan, kaygılanan yer, erkeğin en fazla istediği alan haline gelir. Erkeğin bu alanı çok istemesi, kadın için bu yönüne dair özelliklerinin çok değerli olmasını sağlar, kendine güven kazanmasında bu yönlerin öneminin artmasına neden olur.
Karşı cinsin kendisine bakış açısı onun için çok önemli olur. Aileden ayrılmakla ilgili tutum geliştiremeyen ve bu yöndeki davranışlarının önü tıkanan kadın, kendine olan güvenini tesis etmek için karşı cinsin ilgisine ihtiyaç duyar. Bunu karşılamak içinse cinsel kimliğine aşırı vurgu yapar ve bunu öne çıkartır. Kişisel bakımıyla, kıyafetiyle, fiziki görüntüsüyle her anlamda albenisi olan tutumlar geliştirir.
Evde kendini eksik hisseden kız, evlenerek kendine olan güven sorununu haletmeye çalışabilir. Birçok kadın için evlilik, kendi evinden kaçıştır. Sürekli yasak davranışlarıyla büyüyen, ailenin toplumsal beklentileri ve kaygıları yüzünden kendi hayatını yaşayamayan ve boğulan kadınlar için evlilik –kadının zihnindeki anlamıyla bir erkeğin kendisiyle ilgilenmesi, kendini değerli hissettirmesi- kurtuluştur.
Orada erkeğin kendisini gerçekten sevip sevmediğini göremez, fark edemez. Erkeğin geliştirdiği yoğun ilginin sevgi değil de isteme tutkusundan, sevilme arzusundan kaynaklanan bir davranış olduğunu kabullenmek istemez. Kadının ihtiyaçları vardır. Erkeğin bencilliklerine de bu yüzden pek aldırmaz. Bu davranışların sonucu da hüsran olur. Aileden kurtulmak için evlenen kadın, aileden daha da bencil biriyle karşı karşıya kalır çoğu zaman.
Başka bir gruptaki kadınlar için evlilik kurtulmak için değil, ancak bir kadın olarak diğerleri kadar “tam” olduğunun, önemli olduğunun, istendiğinin göstergesidir. Bu guruptaki kadınlar da erkeklerin bencil davranışlarını çok fazla göremezler. Evden kurtulmanın hesaplarını yapan kadınlara göre daha geniş açıdan bakarlar ve erkeklere karşı daha güvensizlerdir. Bağlanmaları çok daha zordur. Erkekten emin olmaya çalışırlar. Ancak onlar da erkeği tam olarak tanıyamazlar. Aileden yeterince sevgi görmüş, değer görmüş bu kadınlar için evlilik; kendini güvende hissettiği, iyi hissettiği bir yerden ayrılıp başka bir ortama geçiştir. Güvenmekte zorluk çektiği için ilişkide erkeğin kendine güven vermesini daha çok bekler. İlişkiyi sürekli ağırdan alır.
ANNE KIZ İLİŞKİLERİ
“Kenarına Bak Bezini Al!”
“Anasını bak kızını al.” Diye devam eder bu deyiş. Kızların annelerine benzediği ile ilgili bir yargıyı kendi içerisinde barındıran bu cümle pek çok açıdan doğruluk içerir. Kızların, küçük yaştan itibaren hem annenin güveni altında yetişmesi hem de kendi kimliğini oluşturmak için onu modellemesi, annesine benzer tutumlarının ortaya çıkmasına neden olur. Anne, hem çocuğun kendini en çok güvende hissettiği hem de cinsel kimliğini kazandığı yer olarak önemli olduğu için; annenin tüm kaygıları, beklentileri, korkuları, ilişkiye dair algısı aynı zamanda kızın korkusu, kaygısı, beklentisi haline dönüşür. Annenin kendi annesinden ve ailesinden getirdiği “El alem ne der!” kaygısı, yeni yetişen kız çocuğuna transfer edilir.
Ailenin toplum gözünde küçük düşeceği, ahlaki değerlerden yoksun bir aile olarak algılanacağı korkusuyla kızların üzerine baskı kurulur. Sorun sadece davranışların kısıtlanması değildir. Davranışların kısıtlanmasının yanı sıra, kız çocuklarına özellikle de anneleri tarafından oluşturulan psikolojik bir baskı söz konusudur. Bu kısmı hazin bir öykü gibidir. Toplumun bu algısından en fazla zarar göre kadın olmasına rağmen, kadın anne olunca kendisinin yaşadığı tüm zorluğu kendi kızlarının hayatına da aktarmaktadır. Korkular en çok da onun tarafından aktarılır. Anne olmuş kadın, toplumun kendisine zorla aşıladığı korkuları sahiplenmiş, kaygıları kendi kaygısı, beklentileri kendi beklentisi yapmıştır. Kızına aşıladığı korkular ve kaygıları da bu nedenle kendi korkusu, kaygısı, beklentisi zanneder. Bu zan, toplumun kız çocukla ilgili beklentilerinin karşılanmasını sağlar. Anne, farkında olmadan kendi cinsine yine kendisi zarar verir.
Kız çocuğuna, toplumun eleştirdiği davranışları sadece toplumun kötü olarak görmesi değil, aynı zamanda toplum tarafından da istenmeyen birisi olarak algılanacağı, toplumun onu beğenilen birisi olarak görmesi için bu davranışlardan uzak kalması gerektiği öğretilir. Yani kızı çocuk, toplum tarafından sevilmek, beğenilmek, takdir görmek istiyorsa annesinin kendisine öğütlediği davranışlara dikkat etmek zorundadır.
Kıyafet, toplum içindeki davranışlar, alışveriş konusundaki aşırı hassasiyet ve daha pek çok davranış… Böylece kız çocuğu, davranışlarını, çevrenin kendisiyle ilgili algısı ölçüsünce daraltmış, belirlemiş olacaktır.
Bu hususu birkaç farklı başlık altında özetlemek mümkündür. Kızların büyük kısmının anneleriyle yakınlıkları dikkat çeker. Bu ilişkilerde anne; zaman zaman babaya karşı onu koruyan, onun isteklerini, arzularını küçük kaçamaklar dâhilinde de olsa yaşamasına fırsat tanıyan, kendisinin genç kızlığındayken yapamadığı şeyleri onun yapmasına fırsat tanıyan, kızının biraz daha serbest büyümesi için çaba gösteren biridir. Eşiyle ilişkisinde yeterli sevgiyi bulamadığı için çocuklarına daha düşkün olan ve eksik sevgiyi, evlilik sorunlarını kız çocuğuyla ilişkisinde ödünlemeye çalışan biridir.
Bu ilişkilerde anne, kız çocuğun her şeyidir. Tüm desteğini ondan alır. Annesinden başka hiç kimseye gerçek anlamda güvenmez. Hayatında ne sorun varsa hep anneyle paylaşır. Annesinin sözleri kendisi için belirleyici olur. Yaşadığı ilişkileri, duygularını hep onunla paylaşır.
Bu tür kadın, ilişkilerinde daha güvensiz daha zayıf olan taraftır. Kişilik yapısı büyük oranda anneye bağımlı olduğu için ilişkide de çok zayıftır. Bu zayıflığını ilişkiye kendini bırakmayarak kapatmaya çalışır.
Bu ilişki biçiminin ileri boyutlarında, anne kız ilişkisi evlendikten sonraya da sıçrar. Evlilik ilişkisinin sorunlu hale gelmesine neden olur. Anne, evlilik içindeki kızını korumak için geliştirdiği davranışlar ve kızına verdiği tavsiyelerle ilişkinin tam bir ilişki olmasını engeller. İlişki bir tür rekabete dönüşür. Bu ilişki biçimlerinde annelerin kızlarını damatlarından kıskandığı da görülür. Kızını kaybetme korkusu annenin dönem dönem hırçınlaşmasına neden olabilir.
Anne ve kız arasındaki bu ilişki biçimi, en yumuşak halinden en yoğun haline kadar farklı oranlarda görülebilir ve ilişkideki yoğunluk düzeyine göre erkekler farklı oranlarda bu ilişki biçiminden olumsuz etkilenebilir.
Anneden Uzak Olan Kızlar?
Bir başka anne kız ilişkisinden ise kız çocukları annelerinden uzak olması söz konusudur. Bu ilişki biçiminde, kızlar genelde babaya daha yakın olurlar ancak babaya yakın olmayan ve anneden de uzak kalan kız çocukları vardır. Bu ilişki biçimi, annenin duygusal olarak kızına çok yakın olamadığı, kızına sevgisini gösteremediği, onun kaçak hazlar yaşamasına fırsat vererek; onun yanında olduğunu, onun hazlarının, korkularının ya da kaygılarının anne için önemli olduğunu hissettiremediği durumlarda ortaya çıkar.
Anne kızını sevmektedir ancak bunu ona göstermemesi, kişilik yapısının duygularını göstermede çok zorlanması, kız çocuğun anneye karşı tepkisel bir tavır geliştirmesine neden olur. Bu tür anneler sevgilerini, verdikleri değeri gösteremezken, toplumla ilgili kaygılarını, korkularını, beklentilerini çok rahat sunarlar. Hatta bu durumu izah kabilinden değil emir vererek, yasak koyarak yaptıkları için kız çocuk tarafından sevilmezler. Bu durum kız çocuğun, anneden sürekli bir şeyler saklayan, onunla çatışan bir davranış sergilemesine neden olur. Bu tür kız çocukları annelerinden yeterince sevgi alamadıkları ve sürekli çatışma alanının içinde kendilerini buldukları için yoğun derecede sevgiye ihtiyaç hissederler.
Bu sevgi boşluğu, evde babayla doldurulabilirse babayla bu açlık giderilir ve babaya yakınlaşılır. Baba, onun duygularını anlayan, yasak koymak yerine öğütler veren, ona zaman ayıran, ilgi gösteren, hediyeler alan biriyse babayla yakınlık daha da gelişir. Ve kız çocuğu, “babasının kızı” olur. Bu tür durumlar genelde babanın anneyle yeterince iletişim kuramadığı, duygularını yeterince yaşayamadığı ilişkilerde yaşanır.
Annelerinden yeterli sevgiyi alamayan, üstüne üstlük çatışmalar içinde anne-kız ilişkisini devam ettiren kadınlar erkeklerle olan ilişkilerinde “ilgi bağımlısı” olurlar. Erkeklerin ilgisine karşı çok zayıf olurlar.
Erkeklerle olan ilişkisi “karşı cins ilişkisi” gibi olmaz. Kendilerine olan güvenleri yetersiz olduğu için her zaman kendilerini sevecek birine ihtiyaç hissederler. Kendilerinin hoşlandığı, beğendiği erkeklere karşı geri çekilirken, kendilerini beğenen, seven erkeklere yaklaşırlar. Seçtiği kişiyle, erkekle değil, kendisini seçen erkekle birlikte olurlar.
Bu kadınlar yetişkin bir kadının sevgisini hissedemezler ve gösteremezler. Onların bu davranışları erkeğe kendini “yetersiz” hissettirir. Sürekli sevgi, ilgi beklemeleri, sevgi, ilgi olmadıkça ilişkiye adım atmamaları, ilişkideki duruşları erkeğin davranışlarına göre şekillenmesi erkeğin “sevilmiyormuş hissi” yaşamasına neden olur.
Erkekler böylesi duygulara ilişkinin başlangıç döneminde aldırmasa da sonraki dönemlerde bu ilişki biçimi sorun çıkartır. “Eksilen erkek”, ilişkiden çıkamadığı için kadını bir an önce “elde etmeye” çalışır. Elde edilen kadınınsa hayatı kâbusa döner.
Kaygılı Annelerin Kızları…
Anneleri kaygılı olan kız çocukları ya anneyle çatışmaları yüzünden sorunlu ilişkiler yaşarlar ya da çekingen, bağımlı bir karaktere dönüşürler.
Annenin kaygılarına boyun eğenler çekingen olur. Kendine güven duygusu alt seviyededir. Annenin kaygılarını ve korkularını üzerine alırlar farkında olmadan, ancak bir farkla; annenin kaygıları daha çok toplumla ilgilidir, eleştirilme, alay edilme, zayıf görünme, mükemmel görünme arzusu, toplum tarafından sevilme, takdir görme duygularıyla oluşurken, bu tür annelerin davranışları kız çocuklarında öz güven eksikliği ortaya çıkartır. Kız çocuk da annesi gibi kaygıları, korkuları olan biri olur ancak bu korku ve kaygının biçimi, nedeni anneninkinden farklıdır.
Sağlıklı Anne Kız İlişkileri.
Anneyle kız arasındaki ilişkinin sağlıklı olduğunun “ilk göstergesi” baba ve anne arasındaki ilişkinin sağlıklı olmasıdır. Eğer orada sorun varsa, eşler farkında olmadan bu sorunlarını çocuklarıyla olan ilişkilerine yansıtırlar. Anne ve babanın ilişkisinin sağlıklı olmasının göstergesi ise kavga etmemeleri, birlikte yaşamaları değildir. İletişim kurulabilen bir evlilik söz konusu olması gerekir.
İkinci önemli gösterge, annenin kız çocuğuna karşı sevgisini gösterirken ya da yanlış davranışları karşısında ceza verirken kendinden emin davranmasıdır. Ve bir başka gösterge, annenin kaygılı biri olmamasıdır. Yine bir başkası, annenin, yaşadığı olumsuz deneyimler nedeniyle erkeklere ya da topluma karşı öfkeli bir kişilik geliştirmemiş olmasıdır.
Bu davranışların olmadığı anne-kız ilişkileri sağlıklı ilişkilerdir ve bu ilişkilerde kız çocukları birey özelliklerini alarak yetişir.
Annenin toplumsal kaygıları fazla olmadığı için kızına davranışları konusunda aşırı yüklenmeyecektir. Kaygılarını, korkularını çocuğuna yansıtıp onun korkak birisi olarak yetişmesine neden olmayacaktır.
Anne çocuğuna toplumsal kaygılarını yansıtırken, bunun kız çocuğundaki yansıması öz güven sorunu, topluma ve erkeklere güven sorunu olmaktadır. Anne açısından bakılınca, erkeğe karşı olumlu duygular hissetmek başka bir şey, ilişki yaşamak başka bir şeydir, yanlış anlaşılma kaygılarıyla ilişkiden geri durmak ise başka bir şeydir. Ancak bütün bu düşüncelerine rağmen eylemde durum böyle olmaz. Kaygılar çocuğun kişilik yapısı haline dönüşür. Annenin kaygıları sonraki neslin problemli ilişkiler yaşamalarına neden olur.
Annenin Korkularını İlişkiye Taşımak…
İlişkisinde duygularını açıkça ifade edebilen kadın karşısındaki erkeğe eksiklik duygusu hissettirmez. Erkeği eksik bırakmadığı için erkekle olan ilişkisinde onu daha iyi tanır. Erkek kadını elde etme ihtiyacı hissetmeyeceği için olumlu-olumsuz tüm duygularını açıkça ortaya koyar. Neyse o olur.
Kadın kendini ilişkiye bıraktığı için elde etmek üzerine ilişki kuran erkekleri çok çabuk tanır ve onlarla ilişkilerini daha başlamadan bitirir. Evlendikten sonra başına gelecek pek çok şeyi daha baştan sona erdirmiş olur.
Kendini ilişkiye bıraktığı için bencilleşen erkeği görür, bencilliklerine tepki gösterir, erkeğin kendini görmesini, bencilliğini fark etmesini sağlar. Erkek böylece, elde etmekle sevmek arasındaki farkı görür. İlişki zamana yayılır, birbirlerini tanıma fırsatı bulurlar ve aradaki ilişki gerçek bir sevgi ilişkisine döner. Kadın erkekle ilgili derin hayal kırıklığı yaşamamış olur.
Aksi takdirde annesinin korkularını üzerinde taşıyarak, ilişkide mesafeli, öz güvensiz, erkeğe karşı kuşkuları olan, terk edileceği, ortada bırakılacağı ya da erkek tarafından kullanılacağı korkusunu yaşayan kadınlar, erkekten çok fazla güven beklerken sergiledikleri davranışlarla erkeği eksik bırakırlar ve erkekteki “isteme duygusunu” kamçılarlar.
Sevilme arzusuyla ilişkiye giren erkek, kadının ağırdan alan davranışları karşısında kendini iyi hissedebilmek için bir an önce kadını ilişkiye çekmeye çalışır. Ancak bu çaba bir taraftan onun kendini değersiz, karşıdaki kadını ise çok değerli görmesine neden olur ve ilişki uzadıkça bu duygular giderek artar, kökleşir.
Erkek elde etmek için daha ısrarcı olur daha bir tutkuyla bağlanır. Kadın, gördüğü sevgi, değer, aşk karşısında ilişkiye sevgiyle daha çok bağlanır. Ayrılamaz hale gelir. Bağlandığında ise artık erkek istediğini almıştır ve ilişkiden duyguları çekilir. Hevesini yitirir. Eskisi gibi ilgilenmez olur. Bu davranış kadında öz güven sorununa dönüşür. Kendini hayat damarları kesilmiş gibi hisseder. Ya gücünü tamamen kaybeder ve depresif bir ruh haline geçer ya da hırçınlaşır. Eğer bu süreçte bir de evlilik olmuşsa durum kadın açısından daha da vahim bir tablo alır.
Kadınlar üzerinde annelerinin “belirleyici” etkisi vardır. Ailenin, kız çocuğuna ailenin namusunu korumak gibi bir vazife yüklenmesi “adil” değildir. Ve bu adaletsiz yük altında kişiliği oluşan kadın hiçbir ilişkisinde; hissettiği gibi, bir birey gibi davranamaz, yaşayamaz.
KADIN KENDİNİ NASIL AÇAR?
Erkek Kadını Anlamalı…
Erkek kadının da tıpkı kendisi gibi duygularını açıkça ifade etmesini bekliyor. Sevgisini, öfkesini, kızgınlığını, beklentisini, düşüncelerini açık açık söylemesini bekliyor. Bu gelmediğinde ise sinirleniyor. Ancak bu çok haklı bir beklenti değildir.
Erkek kendine olan güven konusunda, duygularını açıkça ifade etmeyle ilgili davranışları hususunda kadın gibi yetişmiyor. Toplumun erkekten beklentileri sonucu gelişiyor erkeğin duygularını ifade etmesindeki açıklığı. Ancak, toplumun kadından böyle bir talebi yok, aksine kadının daha da geri çekilmesi için ne gerekiyorsa yapıyor. “Duygularını söyleme, gösterme, dokunma, dokundurtma…” Gibi pek çok telkin veriyor. Bu davranışları yapmanın kötü şeyler olduğu öğretiliyor kadına ve bunları yapanların toplum tarafından sevilmeyeceği ile ilgili korkular aşılanıyor.
Böyle birinin ilişkilerinde hissettiği davranmasını beklemek haklı bir beklenti değildir. Onun kendisini bir yetişkin gibi açması için erkeğin daha anlayışlı olması gerekir. Kızmak, yargılamak, şikâyet etmek, suçlamak yerine hatta bazı erkeklerin yaptığı gibi ilişkiyi bitirmekle tehdit etmek ya da tehdit için başkaca tavırlar geliştirmek yerine, ona onun davranışlarının kendisine hissettirdiği duyguları söylemeli, ondan beklentilerini anlatmalıdır.
“Bunları yaptım ama yine değişen bir şey yok.” Diyerek yukarıdaki eleştirilen davranışlara başvurmamalıdır. Erkek duygularını paylaşıp yukarıdaki davranışları sergilemeyerek onu incitmekten kaçındığı halde, kadın korkuları ve kaygılarıyla yüzleşmekten, sorumluluk almaktan ısrarla kaçınıyorsa kendini düşünüyor demektir. Yani bencillik ediyordur. Bu noktada erkek kadına karşı çok vericiyken kadın kendini önemsemektedir. Kadının bu davranışları çabalayan erkeğin duygularını bir süre sonra köreltecektir, bu konuda artık eskisi gibi çaba sarf etmeyecek, ilişkiden yavaş yavaş geri çekilecektir. Tüm bunları, yapılması gereken davranış, karşı tarafı bir cezalandırma olarak değil, onun bencil olduğunu düşündüğü, kendi duygularının önemsenmediğini hissettiği, ona kırıldığı, içinden gelmediği için yapacaktır. Böyle bir davranışa ise kadından kısa zamanda cevap gelecektir. Bencilliğini fark edecek ve davranışını düzeltecektir. Gelmiyorsa kadın ilişkiye bağlı değildir, erkeğe sevmiyor demektir.
Kadının Kendini Açması Zaman Alır.
Bir kadının ilişkide hissettiği duyguları anlatması, göstermesi zaman alır. Bu, küçük bir çocuğu büyütmek gibidir. Bu sözden yola çıkılarak erkeklerin kadınlardan daha yetişkin olduğu yorumu yapılabilir. Durum kısmen de böyledir. Ancak erkeğin birey davranışlarının pek çoğu çevreyle bağlantılıdır. Yani o; dışa dönüklüğünü, kendini ifade etmesini, çevre ondan böyle olmasını istediği için yapmıştır. Yani aslında o da içinden geldiği gibi davranmamaktadır. Bu yönüyle o da birey değildir. Bu nedenle, ilişkide çok sever gibi görünmesine karşın kadını kısıtlamaya, yasaklar koymaya, kıyafetine, işine, ilişkilerine karışmaya çalışır. İstediği şeyler olmadığında kadını cezalandırmaya kalkar. Hakaret, küfür eder, şiddet kullanır. Suçlama, yargılama gibi pek çok olumsuz davranışlar içerisine girer. Erkekler duygularını açmak konusunda birey özelliklerine sahip olsalar da istedikleri olmadığında ya da talepleri yerine getirilmediğinde bencilce davranırlar. Çocukluk dönemine ait davranışları sergilerler.
Erkek Bencillik Etmemeli.
Ancak buna rağmen erkekler kadına göre daha açıktır ve kadına bu anlamda katacağı pek çok şey vardır. Kendini ifade etme şansını hiç bulamamış, sürekli bastırılmış, bu bastırmaları kişilik olarak da içselleştirmiş birinden kendisi gibi davranmasını beklemesi erkeğin bencil olduğunu gösterir. Davranılmadığında kadını suçlamak, yargılamakla bencilliğin daha üst seviyelerine çıkar. Sevgisini göstermekte zorluk çeken, erkeğin kendisini önemsemeyeceğini ve zayıf göreceğini, terk edeceğini hisseden, bu yüzden değer verdiğini hissettiren davranışları sergilemekte zorlanan bir kadına, “Sen başkasına âşıksın, başkasını seviyorsun!” ya da “Beni eksik buluyorsun, beni istemiyorsun!” gibi suçlamalarla gitmek bencil bir tutumdur? Kendisinin yeterince sevildiği hissini yaşamadığını ya da yeterince sevilmediğini söylemek yerine karşı tarafı itham etmek, kadın gibi duygularını ifade etmek konusunda çok zorlanan birisi için bu tavırları sergilemek bencilcedir.
Kız Çocuklarına Verilen Hediye.
Aileden yeterince sevgi gören kız çocukları, erkek çocuğa nazaran daha içeri kapanarak yetişmelerinin ödünlemesi olarak “nazlı” büyütülürler. Baba, kız çocuğunun hareket alanını kısıtlayıp erkeğin özgürlük alanını açarken, kız çocuğuna erkeğe göre daha imtiyazlı davranır. “Kapris” yapmasına müsaade edilir. Bu şekilde büyütülen kız çocuklarında naz, kapris davranışları daha sık görülür. Aile, o söylemeden onun ne hissettiğini, neyi beklediğini anlar. Gelir ve onunla konuşur, barışırlar. İstediklerini kapris yaparak alan kadınlar ilişkilerinde de kendilerini geride tutarlar. Her kavgada karşı tarafın gelmesini beklerler, gelmediği sürece kendilerini ilişkiye bırakmak istemezler.
Bu tablo, erkeğin ilişkide sürekli alttan almasına, kendini eksik, değersiz hissetmesine neden olur. Erkek ilişkiyi sürdürmeye çabaladığı sürece kadın lehine olan bu durumu kullanır. Ancak hiç kimse bir ilişkiyi bu şekilde sürdüremez ve bir süre sonra yorulur. Yorulduğu yerde ise kadın çoktan ilişki içinde derinleşmiş ve erkeğe bağlanmıştır ve bundan sonra bir başına kalır. İlişkiyi yeniden eski haline döndürmekse çoğu zaman mümkün olmaz.
Bazı kız çocukları aileyle yaşanan gerginliğe hiç dayanamaz. Anne babasına o kadar bağımlıdır ki aile içinde hiçbir şeyle ilgili tepki gösteremez. Kendisini haklı bulsa da gidip özür dileyen, sırnaşan, barışmak için çabalayan o olur. Bu davranışlar onun aileden istediği şeyleri alamamasına, kendisine hiç değer verilememesine neden olur.
Ailenin istediği küçük kız olduğu sürece onu sever, sayarlar. Böyle biri karşı cinsle ilişkisinde de benzer bir tutum sergiler. Orada da gerginliğe dayanamaz. Karşı taraf onu kırmış olmasına rağmen, kırılamaz, kaybetme korkusuyla kırgınlığından vazgeçer ve barışmaya çalışır.
Erkek onun bu durumunu “kendisinin haklı görüldüğü” olarak yorumlar ve onu anlamaz. Onun bu konudaki hassasiyetini kavrayamaz. Davranışlarını gözden geçirme ihtiyacı duymaz. Böyle bir ilişkide erkek ne derse o olur. Kaybetme korkusuyla, kadın sürekli alttan alan, ilişkinin içinde kişiliksizleşen, kimliksizleşen, kendine güvenini kaybeden biri olur.
Bu davranışlar, erkeğin ona olan sevgisini artırmak yerine daha da uzaklaşmasına neden olur. Erkek, karşısında bir birey değil de bağımlı birini gördükçe, onu zayıf buldukça hayatını onunla yaşamak “zorunda” olacağını hisseder. Kendisini boğulmuş hisseder. Hiçbir zaman ayrılamayacağını, ayrılmaya kalktığı takdirde kadının kendi hayatını kuramayacağını, onsuz hayatını devam ettiremeyeceğini görür, ayrılırsa kendini suçlu hissedecektir. Sevgisinden değil ona acıdığı için onunla birlikte olduğunu hisseder. Bu uzaklaşma, gerginliğe dayanamayan kadınların en çok korktukları şeyleri yaşamalarına yani erkeği kaybetmelerine neden olur.
BABASININ KIZI
Babalar ve Kızları.
Kız çocuklarının babayla kurdukları ilişkide, babanın davranışları, yaklaşımı anneyle ilişkisi kadar etkili, belirleyici değildir. Ancak erkekleri algılamada, onlarla ilgili beklentilerin oluşmasında birincil etkiye sahiptir.
Baba, evde evin ihtiyaçlarını karşılayan kişidir. Yemek, içmek, giyim, günlük harcamaların yapılması, okul ve gezmeyle ilgili masraflar, sağlık harcamaları ve daha pek çok harcama için babanın kapısı çalınır. Para anneden de gelse asıl mecranın baba olduğunu düşünür tüm çocuklar.
Çocuğun toplumsal hayat içinde kendini güvende yaşayacağı yerdir aile. Ayrıca baba tüm bu ihtiyaçları karşılarken sorunları, sıkıntıları çocuklarına yansıtmaz. Evdeki ekonomik sıkıntıları çocuklar bilmez, aile bunları çocuklarına yansıtmamak için elinden geleni yapar. Onların üzülmemesi, babalarından bir şey isterken zorlanmaması, diğer yaşıtlarına karşı kendilerini eksik hissetmemeleri için yapılır “sorunları saklama” davranışları. Bu tavır, kız çocuğunda erkekle ilgili imajın oluşumunda etkili olur. Evin ihtiyaçları, ailenin ekonomik sorunları karşısında hiç zorlanmayan kız çocukları babaları gibi bir erkek ararlar. Yani tüm sorunları göğüsleyebilecek, kendine güvenen, güçlü bir erkek…
Erkekten Babadan Beklediğini Beklemek…
Böylesi bir erkek arayışı, kadınların erkeklerle ilgili yanlış bir algı geliştirdiğinin göstergesidir ve bu yanlış algı süre içinde kadın tarafından yaşanarak tecrübe edilecektir. Çünkü bir eşten, babadan beklenen tavırları beklemek doğru bir algı biçimi değildir ve bu algı ilişkide sorunlara neden olur.
Bu sorunun ilk ayağı kadının erkeği doğru tanıyamamasıdır. Erkeğin davranışlarından ziyade nasıl göründüğü üzerine odaklanmaya, kendine güvenen birisi olup olmadığını ilişki içindeki davranışlarından yola çıkarak anlamaya çalışmak yerine güçlü bir erkek gibi görünüp görünmediğine bakmaya götürür kadını ve yanılmasına neden olur.
Kendine güvenle ilgili dışarıdan görülen özellikleriyle çok fazla mesaj veren erkekler, kendi iç dünyalarında diğer hemcinslerinden daha fazla korkuları olan kişilerdir. Bu korkularını “kendine güveni yüksek” kişi davranışlarıyla kapatmaya çalışırlar. Onların kendilerine güvenle ilgili sorunları ilişkide zaman ilerledikçe ortaya çıkacaktır ve kadın bu duruma çok şaşıracaktır.
Babaya Benzeyen Erkek Bencildir.
Böyle bir erkek kadına ilgi göstermeyi, sevmeyi sadece “elde etmek” için yapar. Elde ettiğinde tamamen kendini ilişkiden çeker. Bu tür erkeklerin davranışları kadının kendini eksik, yeterince sevilmiyormuş hissetmesine neden olur. Kadının ilişkiyle ilgili taleplerini nedensiz olarak geri çevirir, baskıcıdır, emirler verir, yasaklar koyar, taleplerini yerine getirmek için gerekirse şiddet kullanır.
Kadının babası gibi bir erkeğe yönelmesi, erkeğin kendisine karşı geliştirdiği davranışları anlamasına engel olur. Erkeği tek bir gözle görür ve asıl farkındalık genelde evlendikten sonra ortaya çıkar, ancak bu oldukça geç bir anlama olacaktır.
Kızlar, Babalarının Annelerinin Kocası Olduğunu Unutur.
Babası tarafından çok fazla ilgi görmüş kızlar da erkekler tarafından yoğun ilgi görmek ister. Babalarının kendilerine davrandığı gibi davranacak erkekler ararlar. Bunu ararken, kendilerinin babalarının kızları olduğunu, babalarının bir koca olarak ilişkide asıl annesiyle ilişkisinde ortaya çıktığını unuturlar. Asıl gözlemeleri gereken ilişkinin baba-kız ilişkisi değil anne-baba ilişkisi olduğunu fark edemezler. Babalarının annelerine nasıl davrandığını değil, kendilerine nasıl davrandığını gözlerler ve erkekleri de kendi zihinlerinde bu şekilde kurgularlar. Babasına benzeyen erkekler ya da benzemeyen erkekler… Kendisine bu konuda asıl yardımcı olacak annenin kocasıyla ilgili ne hissettiğidir? Kızın babası koca olarak nasıl bir eştir? Ancak bu soruları sormaz. Muhtemelen annesiyle ilişkisi bir çatışma alanı üzerindedir ve baba-anne arasındaki ilişkide annesinin babasını anlamadığını düşünür.
Baskıcı Babaların Kızları…
Baba tarafından yoğun baskı görmüş kadınlar erkeklere yaklaşırken çok zorluk çeker. Erkeğin kendisini hapsedeceğini, onu elde ettikten sonra eve kapatacağını, kendisini bastırmaya çalışacağını düşünür ve kendisini karşı cinse karşı savunucu durumda tutar.
İlişkide hırçındır, serttir, karşı tarafa nedensiz şekilde sürekli kendini kapatır. Bazen eleştirel birisidir bazen de karşı tarafı aşağılamaya çalışan biri gibi görünür. Evde babası tarafından yaşadığı tüm olumsuzlukları başka bir erkek tarafından yaşamamak için kendisini sürekli geride tutar ve bu davranışlarıyla çevresine erkek sokmaz. Yanına erkeklerin yaklaşması zordur.
Genelde, kontrol edebildikleri, zayıf karakterli erkeklerle birlikte olurlar, ancak bundan da mutlu olmazlar. Çünkü onların asıl istediği zayıf bir erkek değildir. Her kız çocuğu gibi onlar da ilişkilerinde erkeğin ilişkiyi sahiplenmesini beklerler, ancak kendini karşı tarafa bırakacak kadar kendilerine güvenleri yoktur. Zarar görmeyle ilgili kaygıları onu böylesi bir tercihe iter. Ancak bundan mutlu olmaz, karşıdakini de mutlu etmez.
Babası Pasif Olan Kadınlar…
Babaları pasif olan kadınlar daha çok annelerini model aldıkları için güçlü erkeklerden uzak dururlar. Annelerinin telkinleri hayatlarında oldukça önemlidir. Babası pasif olan kız çocuklarının, kendine güvenen bir erkeğe kendilerini bırakması, güvenmesi oldukça zordur. Annesinin babasının zayıflıklarıyla uğraşmasına, bundan şikâyet etmesine rağmen, benzer bir tercihi genelde hayatlarında tekrar ederler.
BÖLÜM II
KADIN VE GÜVEN DUYGUSU
Kadın güven duymadan bir erkeği sevmez ve bağlanmaz. Ancak kadının güven kelimesinden anladığı “birine güvenmek” değil “kendini güvende hissetmek”tir. Erkeğe güven duyarak kurulan ilişkiyle erkeğin kadını güvende hissettirdiği ilişki arasında çok büyük farklar vardır. Bu fark anlaşılmadan bir kadının ilişkiyi nasıl yaşadığı anlaşılamaz…
KADIN VE GÜVEN DUYGUSU
Kadınlar İçin Güvenmek Demek?
Kadın erkekle kurduğu ilişkide erkeğe güvenmeyi değil erkeğin kendisini güvende hissettirmesini önemser. İlişkide “öncelediği” şey erkeğin kendisini güvende hissettirmesidir. Bir diğer önceliği ise tüm savunmalarını, korkularını ortadan kaldıracak kadar bir erkeği çok “istemesidir”. Bir cins olarak, erkek cinsi olarak onu çok istemesidir. Yani aşık olmasıdır.
Kadınların, erkeğe güven konusunu sürekli gündemlerine alıp iki lafın birinde bu konudan dem vurmaları bu noktada anlaşılır bir tavırdır.
“Birine güvenerek” ilişki kurmakla “kendini güvende tutarak” ilişkiyi yaşamak birbirinden farklıdır. Kadın kendini güvende hissetmeye çalışarak ilişki kurar, ancak kendisi de erkek de bu isteği birine güvenmekle ilgili bir ihtiyaç olarak algılar.
“Kaygı” ve “Güven” Duygularının Benzerliği.
Bu güvensizlik yeterince anlaşılmaz, erkeğe tuhaf gelse de genel geçer bir kabul olduğu için sorgulamaz ve kadına güven vermek için çabalar. Kadının ilişkinin en başından itibaren güven kelimesine bu kadar takıntılı davranmasını sorgulaması gerekirken bunu yapmaz. Sadece erkek olduğu için kendisine suçlu gibi davranılmasını anlamaya çalışmak yerine peşin peşin güven vermeye çalışır. Ancak bu noktada erkeğin de kadının da büyük yanılgıları söz konusudur. Güven birinin bir kişiye verebileceği bir duygu değildir. Birine güven duygusu o ilişkinin ürünü olarak ortaya çıkar. Siz eşinize, sevgilinize ne kadar güven vermeye çalışırsanız çalışın bu çok fazla bir şeyi değiştirmeyecektir. Karşı taraf yaşadığı en küçük güvensizlikte tekrar başa saracak ve size olan güvensizliği yeniden geriye dönecektir. Sizin güven vermek için vereceğiniz çaba ancak karşı tarafın kendine güvende hissetmesini sağlar. Kaygılarını gidermiş olursunuz. Bağlanmayla ilgili, kendine güven sorunuyla ilgili kaygılarını gidermektir yaptığınız şey. Birinin kaygılarını giderebilirsiniz ancak birine güven veremezsiniz.
Erkeklere göre kadınların güven duygusundan anladığı; kendisini başka bir kadınla aldatmamak, onu cinsel açıdan kullanmamak, yarı yolda bırakmamaktır. Ve bu beklentinin de olağan bir beklenti olduğunu düşünürler. Yani kadının, ilişkideki duruşuyla, meydana getirdiği davranışlarla bu karşılığı görmesi gerekirken, hiçbir şey yapmadan erkeğin ona güven vermesi gerekir.
Oysa güven verici davranışların sergilenmesi için karşı tarafın da benzer davranışlarda bulunması gerekir. Onun da ilişkiye dahil olması, sorumluluk alması, karşı tarafın güvensizlikleriyle ilgili davranışlar geliştirmesi gerekir. Tek başına taraflardan birinin karşı tarafa güven vermesi anlamsız, güven açısından sorunlu bir davranıştır.
Bu algıya göre, erkek güvensizlik meydana getirecek hiçbir davranış sergilememiş olmasına rağmen, sırf kadın istediği için güven konusunda ona borçludur. Ancak bu, “gerçek” bir güven duygusu beklentisi değildir. Kadının kendini güvende hissetmesiyle ilgili bir duygudur. Kendini yetersiz hissetmeyle ilgili bir kaygı, kendine olan güvensizliğin meydana getirdiği bir zayıflıktır.
Birine güvenmekle kendini güvende hissederek ilişki kurmanın farkı anlaşılmadığı sürece bu tuhaf durum devam edecektir.
Bu tavır, ilişkinin en başından itibaren, ilişkiyi kadın lehine bir durum olarak ortaya çıkartır. İlişkinin başında erkeğin tavırları nedeniyle kendini güvende hisseden kadın, sonraki süreçte erkeğin istekleri karşılanınca yani kadının sevgisini alınca, artık kadının kendisini güvende hissedeceği davranışları sergilememeye başlayınca kadın için ilişki kâbusa döner. Bu nedenle bu iki duygunun iyi anlaşılması gerekir.
Birinin güven vermesiyle kurulan ilişkiyle kendini güvende hissettiren biriyle ilişki kurmanın benzerlikleri çok fazladır ve farkları anlaşılmalıdır. Kadın erkek arasındaki ilişkilerde sorunların anlaşılmasında bu ayrım son derece önemlidir.
Birine güvenmek için zaman gerekir. Bu, açık yaşanan bir ilişkide ve iki tarafın karşılıklı oluşturacağı bir duygudur. Ancak kendinizi güvende hissetmek istediğiniz ilişkide güvenle ilgili tüm yük karşı tarafa düşer. Onun yapıp ettikleri sayesinde oluşacak bir ilişkidir bu. İlişki psikolojisi açısından bakıldığında ise çok sorunlu bir ilişkidir.
Güvenerek Bağlanmak…
Erkeğe güvenmek, onunla paylaşımı zorunlu kılar. Erkeğin, hayatı ve duyguları konusunda açıklık getirmesini ister. Birine güvenmeniz demek onun sizinle ilişkisinde, sizinle ilgili duyguları, düşünceleri konusunda dürüst olmasını gerektirir. Güven duyacak kişi bunu hisseder.
Daha öncesinde pek çok kez sizin zayıf yerinizi görmüş ancak kullanmak yerine anlamaya, size yardım etmeye çalışmıştır. İhtiyaç duyduğunuzda yanınıza olmuştur, bunu size pek çok kez kanıtlamıştır. Sizi aldatmayacağını daha önceki pek çok olayda test etmiş görmüşsünüzdür. Sizden sır saklamadığını, açık olduğunu görmüşsünüzdür.
Sizin bir davranışınızdan rahatsız olduğunda bunu saklamamış ve açıkça söylemiş, duygularını göstermiştir. Sırf sizi kaybetmemek için rahatsızlıklarından, isteklerinden vazgeçmemiştir. Onun sınırlarını çiğnediğinizde, ona zarar verecek bir davranışta bulunduğunuzda ilişkiden çıkıp gideceğini size hissettirmiştir. Sizinle ilişkisinde mecbur olduğu için, ayrılamadığı, kaybetmekten korktuğu için değil; sevgi, değer gördüğü için kalmaktadır ve size de bunu hissettirmektedir.
Birine güven duymak, güven duygusunu verecek olan kişiyle sınırlı davranış değildir. Güvenmek, ilişkide kişilerin açık olması sonucu elde edilecek bir duygudur. Eğer birine güveniyorsanız bu karşı tarafın da size güvendiğini gösterir. Eğer karşı taraf size güvenmediğini söylüyor ancak siz o kişiyle ilgili güvensizlik yaşamıyorsanız, sizin güven duygunuzda da bir sorun vardır. Siz ona güven duyuyorsanız onun da size güven duyuyor olması gerekir. Tıpkı sevgi duygusu gibi karşılığı olan bir duygudur güvenmek. Kişilerin ilişkiye emeğini, değerini, önemsemesini ister, ilişki içinde duyguları, düşünceleri, inançları konusunda açık olmasını gerektirir. İki tarafın da birbirine karşı şeffaf olduğunu gösterir güven üstüne kurulu bir ilişki. Ve bu duygu, karşılıklı bir duygudur.
Ancak, kişilik yapılarımız, güven duygusu konusunda geçmişte yaşanan travmatik olaylar, ilişki içinde güven duygusunu farklı yaşamamıza neden olur. Geçmişinde güven sorunu yaşayan kişiler ilişki içinde karşı tarafa göre daha hassas olacaktır. Ancak bu tür durumlar uzun süreli olmaz. Kişinin güven sorunundaki derinlik, geçmişte yaşanan travmanın kişi üzerindeki etkisi oranında güven duymak zaman alır. Karşı tarafın açık olması durumunda zamanla bu duygu ortadan kalkacaktır.
Bu nedenle, “güven duygusunun karşılıklı olduğu” yorumuna “herkesin kişilik yapısının farklı olması, geçmişte farklı deneyimler yaşaması” itiraz olarak gösterilemez. Farklı kişilikler olsak da geçmiş tecrübelerimiz farklı olsa da güven duygusu karşılıklı bir duygudur. Kişilik yapımız güvensiz birisi olsa da geçmişte güven konusunda kötü deneyimler yaşamış olsak da, “karşı tarafın normalin üstünde bir çaba göstermeksizin meydana getireceği açıklık, şeffaflık” bize güven verecektir. Er ya da geç mutlaka güven duygusunu bizde oluşturacaktır. Bunun için karşı tarafın ekstra bir davranış meydana getirmesine gerek yoktur. Onun, hissettiği, düşündüğü, inandığı gibi olması yeterlidir. Zamanla bu duygu oluşacaktır. Karşı tarafa güven vermek için oluşturulan “aşırı davranışlar”, kısa vadede güven duygusunu oluştursa da bu gerçek bir güven duygusu değil karşı tarafın kendini güvende hissetme duygusudur ve bunun ilişkiye yükü ileriki zamanlar da ortaya çıkar. Karşıdaki kişi de kendini güvende hissetmeyle birine güvenmek arasındaki farkı da bu yüzden anlayamaz çoğu zaman. Bilinçaltından sızan bir soru işareti zihninde olmasına rağmen bu duyguları ayıramadığı için gerçekte ne hissettiğini bilemez. Kadınlar bir erkeğe güvenmekle kendini güvende hissetmek arasındaki farkı görebilmiş olsalar kendileriyle ilgili çok daha doğru kararlar verebilirler. Ancak öz güven sorunu, birey kişiliğinin olmaması, kadının kendini güvende hissettiren erkeğe güvenmesini ortaya çıkartıyor. Erkeğe olan güven duygusu kendini güvende hissettiği için ortaya çıkıyor. Evlendikten sonra ya da ilişkiye bağlandıktan sonra ise derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Kendine neden bu kadar çok yanıldığı ile ilgili onca soru sormasına rağmen cevabını bulamıyor. “O kadar çok güvenmişken, bu kadar çok nasıl yanılabilirim?”
Erkekler kadınlara güven veremez! Güven vermek kişinin tek başına karşı tarafa yapacağı bir şey değildir. Siz, normalin dışında, içinizden gelmediği halde meydana getirdiğiniz güven verici davranışlara sadece karşı tarafın kendini emniyette hissetmesini sağlamış olursunuz. Gerçek bir güven duygusu oluşturmuş olmazsınız.
Aldatılmış bir kadına daha hassas davranmak o kadına güven vermek değil, güvenlik duygusu sarsılmış kadının kendini güvende hissetmesini sağlamaya çalışmaktır. Güven iki taraflı kurulduğu için erkeğin aldattıktan sonraki güven verici davranışlar, aslında kadının kendi güvenliğiyle ilgilidir. Gerçek güven kaybının yaşandığı durumlarda karşı taraf sizden güven verici davranışlar beklemez, ilişkiden çıkıp gider. Aldatma sonrasında erkeğin meydana getirdiği güven verici davranışlarla kadın eğer erkeğe güven duyuyorsa bu kadının da ilişki içinde bencil davrandığını, erkeğe güvenmediğini gösterir. O erkeğe çok güvendiği ve erkek bu güveni sarstığı için kırılmış, ona güvenini kaybetmiş değildir. Onun tepkisi kendi güvenliğinin sarsılmasınadır. Kendini eksik, yetersiz, değersiz, eksik hissetmesinedir. Erkeğe güven kaybından dolayı oluşacak ilk tepki “neden” sorusudur. Kadın erkeğe bu soruyu sorup onu anlamaya çalışmıyorsa –ki kadınlar bu tepkiyi genelde vermezler, bunun yerine “nasıl böyle bir şeyi yaparsın?” derler. Bu tavır kadının” meydana gelen olayla ilgili kendini haklı gördüğünün peşin yargısını işaret eder. “Ben bir kadının ilişkide yapması gereken her şeyi yaptım. Cinsellik, yemek, çocuklar, temizlik vs. sen bana bunu nasıl yaparsın?”. Kadın kendi içinde bu olayı anlamak yerine kararını zaten vermiştir. Erkek bu olayı meydana getirmiş ve ona haksızlık etmiştir ve suçludur. Kendisinin ise hiçbir sorumluluğu, eksikliği ya da erkeğin böylesi bir davranışa yönelmesine neden olacak hiçbir davranışı söz konusu değildir.- kadın erkeğe zaten güven duymamıştır. Erkeği değil kendini sevdiği için ilişkidedir.