EVLİLİK
BÖLÜM 1
EVLENMEDEN ÖNCE
Hayatımızda vermiş olduğumuz en önemli karalardan biridir evlilik, yaşamımızın kalanını nasıl geçireceğimizle ilgili de önemli bir ipucudur. Hayatımızdan çaldıkları olabileceği gibi hayatımıza kattıkları da olacaktır. Bu nedenle bu kararı vermeden önce üzerinde iyice düşünülmesi, “ben bir evlilikten ne bekliyorum, karşı taraftan evlilikten anladığı ne” sorularının değerlendirilmesi gerekir.
Evlilik kararı vermeden önce kişinin kendine dönüp bakması kendi ilişkilerini kurma biçimini değerlendirmesi, iletişim kurma ile ilgili problemleri varsa bunu çözmesi gerekmektedir. Evlilik öncesi sıkıntı yaşadığımız şeyler evlilik sonrası başka sorunlarda eklenince içinden çıkılmaz bir hal alabilmektedir. Hayatımızda ben’ken bize biz olmayı öğreten, bazen çok zorlanabildiğimiz bazen de iyi ki yapmışım dediğimiz bir süreç.
Evlilik öncesi süreç bilinçli olarak hazırlanmamız gereken, hem kendimizle hem de evleneceğimiz kişiyle ilgili gerçekçi düşünmemiz gereken bir süreçtir. Kendimizi öncellikle iyi dinlemeli, kendi beklentilerimize bakmalıyız. Sonraki süreçte ise karşımızdakinden beklentilerimiz üzerinde durmalıyız.
EVLİLİK VE KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ
Evliliğimizin yaşamımızdaki önemini düşündüğümüzde beklentilerimiz de o derece artıyor. Mutlu olmayı, karşımızdakinin hayatımıza girip her şeyi anlamlı kılmasını, keyifsiz giden her şeyi heyecanlı hale getirmesini, derinliğini hissedemediğimiz hayatı bize hissettirmesini bekliyoruz. Bazen o kadar büyütüyoruz ki bu beklentileri evlendiğimiz kişiye yüklediğimiz anlamlar karşı tarafın kendini evlilik içinde rahat hissetmemesine sebep olabiliyor. Ve bu da kendi hayatımızı mutlu yaşamakta zorlanan bizler için, başka birinin hayatını mutlu kılma meselesinde bazen sıkıntılar yaratabiliyor.
Hayatımızdaki tüm ilişkiler iki kişilik. Evlilikte öyle. Başlangıcından, devamından ve bitişinden her iki taraf da sorumlu. Evliliğimizde yaşadığımız her sıkıntıda önce karşı tarafın hatalarına bakma yanılgısını yaşarız. Oysa bir evliliği yürütebilmek için kişi önce kendini anlamalıdır. Kim haklı kim haksız, kim suçlu kim suçsuz, kim hatalı kim hatasız bunu aramayı bir kenara bırakıp, kendimizi ve karşımızdakini anlamaya çalıştığımızda evliliğimizi daha iyi anlayabiliyoruz aslında.
Evlilik içindeki ilişkiler bir denge meselesidir. İlişkilerde zaman içinde büyürüz, tecrübelerimiz artar.
Karşı tarafın varlığını kabul etmek
İlişkilerimizde en fazla zorlandığımız husus karşımızdakinin varlığını kabul etmektir. Bu durum, ilişkilerde, kendini zamanla ortaya koyar. Diğer tarafın ilişki içindeki varlığını kabul etmek, çoğu zaman çok kolay olmamaktadır. Örneğin akşam siz sinemaya ya da tiyatroya gitmeyi istediğinizde; eşiniz evde kalıp televizyon seyretmeyi isteyebilir. Ya da siz sosyal yaşamınızı sürdürmek isterken eşiniz evlendikten sonra bunlara çok sıcak bakmayabilir.
Bazen bu isteklerdeki farklılık bizi öylesine büyük çatışmalara sokar ki alışkanlıklarımızı, hayatımızı, davranışlarımızı gözden geçirmek zorunda kalırız. Karşımızdakini kırmadan, kendimizi ortaya koymak düşündüğümüz kadar kolay olmamaktadır evliliklerde. Bu zamana belli bir mesafe üzerinde kurduğumuz ilişkilerde hiç kimseye bu kadar yakın olmamışken şimdi bu kadar yakınızda olan birine nasıl davranacağımızı da bilemeyiz çoğu zaman.
Birisini hayatınıza dahil etmek, evlenmek bu zamana kadar edindiğimiz tüm alışkanlıkları gözden geçirmemiz demek. Her ne kadar alışkanlıklarımızı gözden geçirmeyi reddetsek de evlilik içinde bu zorunlu hale gelir.
Kadın ve erkeğin evlilikten beklentileri
Kadın ve erkeklerin, evlilikle ilgili beklentileri birbirinden farklı olabilir. Kadınlar ilgi görmek, biricik olmak, değer görmek isterler. Özellikle de “kadın” olan yönünün takdir edilmesiyle ilgili duygularla ilişkiye yaklaşırlar. Erkekler kadının kendilerine bağlanmasını isterler daha çok. Kadının kendisini sevmesine yoğun bir şekilde ihtiyaç duyarlar. Kendilerine olan güven duygusunu, kadının kendisini sevmesi, kendisine bağlanması üzerinden alırlar.
Kadın ile erkeğin evlilikten en temel beklentisi, hayatı paylaşmaktır. İlgi görmek, sevilmek ya da kendine bağlamak, kendine ait kılmak arzuları, kişinin kendine ait, kendi içinde geliştirdiği duygulardır ve tatmin edildiklerinde söner.
Evlilikte kadın ve erkeğin birbirinden beklentileri açık ve net olarak dile getirmeleri evlilik sırasındaki yaşanması muhtemel çatışmaları da en aza indirecektir. Karşı tarafın evlilikten beklentilerini bilmek ve bu beklentilerimizin kendi yaşama ve evliliğe bakışımıza ne kadar benzediğini görmek bizi rahatlatacak, bu duyguyla geleceğe daha güven içinde bakmak kolaylaşacaktır.
EVLİLİKTE KADIN VE ERKEK
Evlilik içerisinde kadın ve erkek birbirlerinden farklı şeyler bekleyebilirler. Beklentilerin farklı olması evlilik içinde uyumun gerçekleşemeyeceği anlamına gelmez. Burada önemli olan şey cinsiyet rolleri açısından evlilik içinde rollerle ilgili evliliğe bakış açısının dönem dönem değişeceğini bilmek ve farklılıkları kabul etmektir.
KADIN
İçinde yaşadığımız kültür kadının birey olmasına izin vermiyor. Kadın bir yetişkin olsa da birey olamıyor, olmasına izin verilmiyor. Birey olmak, öz güvenle ilişkilidir. Aile, kız çocuklarına karşı çok daha fazla koruyucu davranıyor. Bu durum kız çocuğun bireysel kimliğinin gelişimini engelliyor.
Erkek, dışa dönük, birey davranışlarını geliştirmek için toplumdan destek alır, toplum ondan bunu bekler. Bir erkeğin toplumdan saygı görmesi için bireysel bir kimlik geliştirmesi gerekir. Ailenin sorumluluğunu alacak kadar güçlü biri olmasını beklenir erkekten. Erkek zorunlu olarak kendine güveni daha fazla kazanıyor kadına göre. Evden ayrılıyor, , sosyal hayat içinde kendini var ediyor. Ve kendine güven hususunda kadına göre daha avantajlı bir konuma ulaşıyor. Kadınsa bunun aksine toplum tarafından bastırılıyor. Bu bastırma aynı zamanda bir koruma olarak ortaya çıktığı için kadının kendini güvende hissetme ihtiyacı çok fazla oluyor. Her durumda kendini güvende hissetmek istiyor kadın. Sorumluluk almak, karar vermek, risk almak onun için çok zorlandığı anlar oluyor. Erkeğe nazaran çok daha fazla endişeleri, korkuları oluyor. Özgürlükleri, istekleri hep daha sonra geliyor. Önce kendini güvende hissetmek istiyor. Bu psikolojik ihtiyaç kadının karı cins seçimine de yansıyor. Orada da erkeğe ne hissettiğini sonraya bırakıyor. Sevmeyi değil, sevilmeyi önceliyor. Erkekten hoşlanıp hoşlanmadığını, bir erkek olarak karşı tarafa ne hissettiğini değil, evlendiğinde kendini rahat hissedip hissetmeyeceğini önceliyor. Erkeğin kendisi değil iş, arabası, evi, sahip olduğu nesneler, toplum içindeki konumu öne çıkıyor. Bir erkek olarak ona karşı bir şey hissetmese de kendini güvende hissetmek için tercihlerini bu yönde kullanıyor.
Kadının evlilik içindeki genel davranışı, her koşulda kendini güvende hissetmeye çalışan biri gibidir. İlişkiyi bu şekilde yaşayan biri, kendi beklentilerine, ihtiyaçlarına, endişelerine, korkularına çok fazla odaklandığı için eşinin duygularını algılayamaz. Endişeleri yoğun olan ve bunu evliliğine yansıtan biriyle sorun çözemezsiniz, sorunun her adımı onun endişelerine çarpar.
Erkek kadının da tıpkı kendisi gibi duygularını açıkça ifade etmesini bekler. Sevgisini, öfkesini, kızgınlığını, beklentisini, endişesini, korkusunu, düşüncelerini açıkça söylemesini ister. Ancak bu çok mümkün değildir. Çünkü yetime koşulları nedeniyle kadın erkek kadar kendine güvenmez. Bu imkanlara sahip değildir. Kendine ifade etmek nihayetinde kişinin kendine olan güveniyle alakalı bir durumdur. Kendine güvenmeyen biri ne duygularını ifade edebilir açıkça, ne yaşayabilir. Kadının duyguları anlatması, göstermesi zaman alır ve bunun için erkeğin çabasına ihtiyaç duyar.
Kadının kendini açmak için erkeğe güvenmek ister. Erkeğin, hayatı ve duyguları konusunda açık davranmasını ister. Güvenmek, ilişkide çiftlerin birbirine açık davranması sonucu oluşur. Siz birine güven duyuyorsanız o da size güven duyuyor demektir. Aksi durum sizin güven duygunuzda bir sorun olduğunu gösterir.
Birine güvenerek kurulan ilişkilerle kendimizi güvende hissederek kurduğumuz ilişkiler birbirinden farklıdır. Kadın güveneceği erkek ararken aslında güvenilir bir erkek değil, ona kendini güvende hissettirecek bir erkek aramaktadır. Kadının kendini güvende hissetmesi üzerine kurulmuş ilişkiler oldukça sorunludur.
Bir evlilikte kadının kendini güvende hissetmesi, erkeğin kadına duygusal açıdan düşkün olmasıyla mümkün olur çoğu zaman. Erkek kadına neden bu kadar düşkün olur? Bu sorunun genelde iki cevabı vardır: kaybetme korkusu ve sevilme arzusu. Bu iki duyguyla yoğun ilgi gösteren erkeğin alakası kadının ilişkiye kendini bırakmasına kadar sürer. Kadın ilişkiye dahil olduğunda, kendini açtığında erkeğin ilgisi yavaş yavaş söner. Kendini güvende hissetme ihtiyacıyla kendisiyle çok ilgilenen, kendisine çok değer veren erkek arayan kadın, böyle başlayan bir ilişkide en sonunda yalnız kalır, hayal kırıklığı yaşar. Güven duygusunun zedelendiğini düşünür. Ancak en başında güven duygusuyla kendini güvende hissetmeyi birbirine karıştırdığını, kendini güvende hissederek bir ilişki yaşamanın bencilce bir tutum olduğunun farkında değildir.
Kadın genelde erkeğe hiçbir zaman güvenmez. Aileden ve kültürden getirilmiş pek çok korkusu vardır. Kadın kendine güvenmediği için; ya erkeğin ilgisine, sevgisine, ya da kendi sahip olduğu özelliklere güvenir.
Anne kızına duygularını göstermemesini tembihler. Çünkü annenin gözünde küçük kızı, büyümüş olsa da halen küçüktür. Kullanılmaya, duyguları yüzünden başkaları tarafından yanlış anlaşılmaya, göstereceği davranışlar nedeniyle basit, hafif bir kız olarak algılanmaya müsaittir.
Bu endişeleri yoğun olan annelerin aile hayatına bakıldığında, genelde, baba tarafından yeterli sevgiyi, saygıyı, desteği görememiş kadınlar oldukları görülür. Annelerin evliliklerindeki tatminsizlikleri kadın erkek ilişkilerine bakışını da etkiliyor ve kızlarını yetiştirirken bu referansları kullanıyorlar. Annenin kendi evliliğinde yaşadığı duygusal travmalar, kız çocuklarının da ilişki algılayışını belirliyor. Yeterli sevgi görmeyen anne, kendi hayatındaki sorunları gerçekçi bir bakış açısıyla çözmemiştir, evliliğindeki sorunu erkeğin eksikliği olarak görmüştür. Kadının hiçbir sorunlu davranışı yoktur. Sorun, onun bir hata yapıp yanlış erkekle evlenmiş olmasıdır. Erkek tarafından yeterli sevgiyi görmemesi, erkeğin ilgisizliğinden, kadının kıymetini bilmemesinden, duygusuz biri olmasından kaynaklanmaktadır. Erkek eğer kadını sevmiş olsa, asla bu şekilde davranamayacaktır.
Annenin bu düşüncesine göre, iyi bir evlilik için; kadir kıymet bilen bir erkekle evlenmek gerekir. Kendisi bir hata yapmıştır, en azından çocuğunun başı yanmamalıdır.
Erkeğin onu tam olarak sevdiğini anlamadığı sürece güvenmemesi gerektiğini tembihler. Kadın erkek arasındaki ilişkileri dengesizleştiren, kadının erkeğe güvensiz davranışlar sergilemesine neden olan temel öğretiler bunlardır.
ERKEK
Kadın ve erkeğin bir ilişkiden en çok beklediği şey; karşı cins olarak değer görmek, yalnız kalmamak, anlaşılmak, zayıf, güçsüz yönlerini paylaşmak, kendine güven duygusunun azaldığı zamanlarda güçlü, korunaklı hissettirecek biriyle hayatını paylaşmaktır.
Ancak her nedense, ilişkilerle ilgili oluşmuş genel algıda “kadının anlaşılmadığı, yeterince algılanamadığı”yla ilgili bir kanı söz konusu. Kadının, erkeğin kendisini anlamadığı, ne istediğini bilmediği kadın tarafından genel bir söylem olarak gündeme getirilirken, erkeğin konuyla ilgili tavrı “pasif kabul” davranışı oluyor. Açık açık “Evet, biz kadını anlamıyoruz.” demiyor erkek. Ancak “Kadın ne ister?” konulu kitaplara olan eğilim ve erkeğin bu konudaki talebi, ilişkiler anlamında böyle genel bir yargının oluşmasına neden olmuştur. Erkeğin ne istediği ya da anlaşılıp anlaşılmadığıyla ilgili durum, hem “belirsiz” hem de “gereksiz” bir nokta olmuştur. Ayrıca erkeğin ilişkideki önceliklerinin bu olmadığının da bir göstergesi olmuştur.
Bu konuda şikayetin olmayışından yola çıkarak; kadın erkeğin ne istediğini biliyor ve buna göre davranıyor ya da erkek duyguları konusunda çok açık denilebilir, fakat durum böyle değil.
Erkek kadınla ilgili iyi duygularını paylaşır. Yani ilişkiyi krize sokmayacak, karşı tarafın tavır almasını gerektirmeyecek duyguları. Ayrıca karşı tarafı ilişkiye bağlayacak, ona güven verecek duygularını. Bazıları sorunlarından bahsetse de genelde ilişki içinde yaşadıkları sorunları paylaşmazlar.
Yaşadığı sorunu açtığında, ona yeni sorun getireceği ve tepki görüp istenmeyeceği ile ilgili korkusu, kendisini ifade etmesini engeller. Onu kaybetmeyi göze alamaz, çünkü ihtiyacı vardır. Bu yüzden de kendini paylaşmaktan kaçınır.
Erkek kadının kendisini rahatsız eden davranışlarını dile getirmez çoğu zaman. Kadının çok konuşmasından, onu dinlemediğinden, onun hassasiyetlerini önemsemediğinden, ona iltifat etmediğinden, onu kıskanmadığından dolayı kendisini eksik hissettiğini, değersiz hissettiğini, yetersiz hissettiğini, kendisine olan güvenin kadının tavırları karşısında sürekli gerilediğini paylaşmaz.
Mesela kadın belki çok güzeldir, ancak duygusal olarak hiç de derinliği olmayan birisidir. Erkek kendini anlatmaya çalışırken hafif saf bir edayla dinliyordur, erkek kendisinin anlaşıldığını hissetmiyordur, ancak bunu sevgilisine söylemez. Aksine onun olumlu yönlerini öne çıkartıp iltifatlar eder. Olumsuz özelliklerine karşı kendini kapatır ve bu duygularla karşılaştığında, kendi içinde saklamak için her zaman bir sürü mazeret bulur. Onun kendisine değer vermediğini, duygularının aslında başka yerde olduğunu hissediyordur. Ancak bunları söylerse onun tarafından terslenmekten, anlaşılmamaktan, suçlanmaktan, “Madem öyle neden benimlesin?” tarzında restleşmelerin yaşanmasından korkar ve bu yüzden kendini açmaz.
Gerek onun kendisine olan davranışları, gerekse bizzat kendi kişilik ve fiziksel özelliklerinden dolayı, onu rahatsız eden şeyleri paylaşmaz.
Kadın, ilişkinin başlangıç kısmındaki bu geride durma davranışını terk edip tamamen ilişkinin içine dahil olduğunda duygularını paylaşır. Bu durumun süresi ilişkinin yapısına göre değişir. İlişkinin başlangıç süreci çok uzun da sürebilir. Yıllarca hatta bir evlilik boyunca da devam edebilir. Kaybetme korkusu yüzünden ya da sevilme arzusu yüzünden ilişki içinde olduğundan farklı görünmek ve bu korkuları paylaşmamak bencillik olarak görülmez erkek tarafından. İlk bakışta da böyle bir yoruma gitmek zordur. Ancak karşı tarafın yerine kendinizi koyduğunuzda, durum değişir. Her ne sebeple olursa olsun, olduğundan farklı görünmek karşı tarafı aldatmaktır. Bunun gerekçesi kaybetme korkusu dahi olmuş olsa, durum değişmez. Korkularınız sizindir. Size aittir. Sizin yenmeniz gereken şeylerdir. Bu korkuları karşı tarafa yüklemek bencilliktir. Bu davranış, ilişkide bencilliğin sadece açıktan açığa yaşanmadığını da gösterir. İlişkinin içinde kişi ne kadar zayıf durursa dursun duygularını söylemeyerek bencillik yapmıştır. Erkek duygularını açmış olsa belki de kadın ondan soğuyacaktır, onu değil de onun ona olan sevgisini, ilgisini seviyordur. İlgisi ve sevgisi olmasa, belki bu ilişkiyi istemeyecektir. Kendisinin hoşlandığı biriyle olacaktır.
Kadın, ilişki içinde, zorlanmadan erkek için adım atmayacaktır. Çünkü ilişkinin o anına kadar hep onun duygularına önem verilmiştir. Zoraki yapılan davranışlar, kadın tarafından kocası için yapılmış davranışlar olarak değerlendirilir. Ancak koca bu davranışlarının hiçbirisinden tatmin olmaz. Tıpkı kendisinin ilişkinin flört döneminde ona davrandığı gibi davranılmasını bekler. Yani kendisinin hassasiyet duyduğu meseleler söylenmesine gerek kalmadan eş tarafından önemsenecek ve yerine getirilecektir. Böylece kadının kendisini sevdiğini anlayacaktır.
Ancak erkeğin unuttuğu nokta, kadın talep etmeden onun her istediğini yerine getirmeye çalışmasının en önemli nedeni sevgisi değil, kadınının onu sevmesini istemesidir. Kaybetme korkusudur. Yani karşı tarafı sevdiği için değil, kendisinin sevilmesini istediği, onu kaybetmekten korktuğu için bu kadar hassastır. Eşiyle evlendiğinde ya da kadın ilişkiye bağlandığında kadından da kendisi gibi davranmasını beklemek yanlıştır.
Fırsat mı bulamaz, yoksa zayıflık olarak mı görür? Erkeğin ilişki içinde duygularını konuşmamasının birçok sebebi vardır ve bu sebepler, ilişkinin içinde bulunduğu ana, seyrine göre değişir. İlişkinin yapısı, karşı tarafın ilişkiyi algılayışı ve kişilik yapısı, ilişkinin duygusal ve düşünsel derinliği, zamanı gibi birçok etmen belirleyici olur.
İlişkinin başlangıç döneminde erkek, kadının duygularıyla uğraşmaktan, kendisini sevip sevmediğini, ne kadar ilgi duyduğunu, kendisini ona nasıl sevdireceğini, kadını kendisine nasıl bağlayacağını düşünmekten kendisini düşünecek vakit bulamaz. Bu karşı tarafta; kendisine duyulan ilginin ifadesi olarak görülse de böyle değildir. Bir ilişkide değer görmediğiniz halde çok değer veriyorsanız, bu sizin karşı tarafı çok sevdiğinizi göstermez. Bu şekilde yorumlanamaz. Erkeğin, aileden kopma sürecinde yaşadığı güvensizlik travmasını kadın üzerinde kapatmaya çalışmasından başka bir şey değildir bu tutum. Ancak duyguları savunma mekanizmaları tarafından o kadar çok çevrelenmiştir ki, bunları fark edemez. Duygularını sevgi, aşk olarak değerlendirir. Kadından istediği tek şeyin, kendisini sevmesi olduğunu kabullenmek istemez. Onca hassasiyetin, aslında kadının gözüne girmek olduğunu, verdiği şeylerden sonra kadının kendine güvenip ona bağlanmasını istediğini görmek, kabullenmek istemez. Bu yorumları kabul etmez. Aksine bu yöndeki eleştirileri geri püskürtüp duygularını abartıp kutsar.
Erkeğin, kadının kendisini sevmesine neden ihtiyacı vardır? Herkes sevilmek ister. Ancak erkeklerin çoğunluğunda var olan sevilmek konusunda bu kadar takıntılı davranışları neden?
Kadının kendisini sevmesini, kendisine bağlanmasını istemesinin altında yatan, erkeğin aileden koparak yaşadığı güvensizliği kapatmaya çalışmasıdır. Aileden kopmaya çalışan erkeğin yaşadığı güven sorunu, karşı cinsin kendisini önemsemesi, sevilir bulması, kendisine bağlanması, ona değer vermesiyle telafi edilmeye çalışılır.
Aileden hem kopup hem de onları hayatında tutmayı beceremeyen erkek, onları kaybetmiş olmanın psikolojisini hayatına aldığı kadınlarla kapatmaya çalışır.
Çocukluk çağlarından beri güçlü olmak zorunda olarak yetiştirilmiş erkeğin ilişkide zayıf durması, onun diğer insanlarca güçsüz bir erkek olarak algılanmasına neden olur ve böylece eşinin ya da sevgilisinin kendisine olan saygısının yitirileceği kaygısını yaşayıp, ilişkiyle ilgili hissettiği duyguları frenler. Göstermez. Onu kaybetme korkusu yaşamayı zayıflık olarak görür ve paylaşmak istemez. Kendine olan güveniyle ilgili, iş yeriyle ilgili korkularını, babaya ya da anneye olan bağımlılığını paylaşmaktan korkar.
Dışarıdan bu kadar güçlü görünürken aslında iç dünyasında hayattan, tek başına kalmaktan korkan biri olarak algılanmaktan, öyle olduğunun görülmesinden korkar. Kadın ilişkiye dahil olurken erkekte onu en çok etkileyen “kendine güvenen” yıkacağını düşündüğü için bu duygularını paylaşmaz. Erkeğin kadınla paylaşmaktan en çok çekindiği konular; başarısızlık, yetersizlik korkuları ve aileye olan bağımlılığıdır. Bunları paylaşırsa, kadın tarafından eksik görülmekten korkar erkek…
Kadın, kendisiyle kıyaslayarak anlamaya çalışır eşinin davranışlarını. Erkeğin annesiyle sorun yaşayan kadın, erkeğin annesiyle olan ilişkisini neden devam ettirdiğini sorgular. Annesi onlara onca zarar verirken ve bunu eşi de kabul ederken, neden annesini savunduğunu anlayamaz. Neden onu korumaya çalışmaktadır? Eşinin haklı olduğunu bildiği halde, annesini savunmaya çalışmasının nedeni nedir?
Erkeğin hiçbir savunması ailesine, annesine olan bağımlılığını açıklamaz. Eşine kendini anlatamadığını hissettiğinde, konuyu konuşmaktan kaçar. Kadın ısrar ederse, annesini savunmaya çalışır. Bunun karşısında tepki görürse onu susturmak için üstüne gitmeye, onu bastırmaya çalışır. Kadın erkeğin annesine, babasına olan sevgisinden değil onlara olan bağımlılığından dolayı bu davranışları sergilediğini düşünür ve bunları söyler. Ancak, bu gerçeğe erkek kendisini zayıf olarak göreceği için karşı çıkar. Bu sözleri kendisine yapılmış hakaret olarak algılar. Eşinin kendisiyle ilgili bu sözler gerçekten de kadının erkekte tespit ettiği durumlardır, ancak kendi eksikliğini anne babasına bağımlılığını derininde bilen erkek, bu sözleri hakaret olarak algılayıp tepki gösterir. Aslında gerçekten de eşinin söylediği gibi annesinin kuzusudur.
Erkek kıskandığında yasak koyar, sınırlar çizer. Bu duyguyu açık olarak ifade etmez, dolaylı bir kıskançlık dili kullanır. Bu dil bekarken farklı, evlendikten sonra farklıdır. Bekarken daha çok duyguların söylendiği, evlendikten sonra davranışların sınırladığı bir yasak diline dönüşür.
Evlenmeden önce karşı tarafın kendisine ait olduğunu hissederse, yasakları uygulamaya o zamandan başlar. Kıskançlık duygusunu erkek, ilişki içindeki gücüne göre ortaya koyar. İlişki içinde güçlüyse, yasak koyar, güçlü değilse rica eder, duygularını söyler. Duygularını söylemek yerine bu davranışlara girmesinin nedeni zayıf görünmek korkusudur.
O, İlişkiye ihtiyaç duyduğunun fark edilmesinden korkar. Karşı tarafın artık bir erkek olarak kendisini takmamasından endişelenir. İlişki içindeki gücünü yitireceğini, kadının kendisini eksik yetersiz bir erkek olarak görmesinden, kendini böyle hissettirmesinden, kendini böyle hissetmekten korkar ve böyle bir dil kullanır.
Bu dili kullanırken bunun ne anlama geldiğini bilmez. Kendince kendisini korumaya çalışırken, karşı tarafa ne hissettirdiğinin farkında olmaz. Fark edemediği bu durum ilişki içinde köklü sorunlar ortaya çıkartır.
Yasak getirilmesi, kural koyulması, bağırılıp çağrılması ilişkide karşı tarafa kendisini kötü hissettirir. İlişkide kaybetme korkusu olan kadın, kıskançlık anında erkek tarafından kısıtlanmasına olumlu tepki verse de uzun vadede, erkek tarafından sergilenen bu tavırlar son derece can sıkıcı olur. Erkek eşine ilgisini yitirdiği, eskisi gibi olmadığı dönemlerde kadını sıkboğaz edince, kadın açısından oldukça sıkıntılı bir tablo ortaya çıkar.
Erkek tarafından istediği, beklediği değeri göremeyen kadın en azından bunu dışarıyla olan ilişkilerinde telafi etmeye çalışacaktır, ancak orada da kısıtlamalara maruz kalır. Bu nedenle evli olan kadınlar kıskançlığın iyi bir şey olmadığını söyler. Erkek tarafından kıskanılmaktan büyük rahatsızlık duyarlar. Çünkü onlar için kıskançlık, kendisine karşı ilgisini yitirmiş erkeğin hayatını daraltmalarından başka bir şey değildir.
Kıskançlık bir duygudur. Hissedildiği kişiye önemsendiği, ihtiyaç hissedildiği duygusunu verir. Ancak yanlış ifade edildiğinde sorun oluşturur. Yasak koymak, kural getirmek, ilişkilerini sınırlandırmak erkeğin kıskançlık duygusunu dolaylı şekilde ifade etmesidir. Bu durum kadının kendini eksik ve değersiz hissetmesinden başka bir şeye neden olmaz.
Erkek kıskanma duygusunu yaşayacak kadar bile ilişkide kendisine güvenmez. Bu nedenle de ilişkide kıskançlığı duygularıyla değil, duruma göre hareket ederek ortaya çıkartır. İlişkiye ihtiyaç duyulduğu başlangıç dönemlerinde duygular söylenir, rica edilir, hatta yalvarılır, ileriki dönemlerde ise kurallar koyulup ilişkiler sınırlandırılır.
Erkek kıskanmaya korkar. Kıskanmak bir duygu olsa da erkeğe kadına değer verdiğini, onu önemsediğini hissettirir. Birini önemsemek ona ihtiyaç duymak demektir. Erkek kadını önemsemekten, ona ihtiyaç duymaktan korkar.
Kıskanmaktan korkan erkek, yasaklar, kurallar koyarak kadını ilişkide kişiliksizleştirir. İlişkinin içinde bağımlı hale gelen, bireysel tüm yeteneklerini kaybeden kadının bu hali de erkeğin şikayet konusu olur. Hiçbir şey düşünememesinden, kendini ortaya koyamamasından, kendine güvenmemesinden, insan içine çıkıp kendini ifade edememesinden, silikliğinden şikayet eder bu sefer. Ancak bunlara sebep olanın bizzat kendisi olduğunu kabul etmek istemez.
Bastırılmış ya da ilgisiz büyümüş erkek çocuk, çekiniklik yerine “anti-sosyal” sapmalar da gösterebilir. Kişilik bozukluğuna bile sebep olabilir bu durum. Kendine güven sorunu, çekinik birisi olarak görünüp açık açık ortaya çıkmak yerine, kişinin sanki hiç zayıf yönü yokmuş, hiç kimseye ihtiyacı yokmuş gibi davranmasına ve böyle kişilikle ortaya çıkmasına da neden olabilir.
Ailenin, çocuğun kendine olan güveni konusunda, çocuğun ortaya koyduğu olumlu ve olumsuz davranışlara karşı nasıl tavır aldığı önemlidir. İyi davranışlara olumlu yaklaşırken, olumsuz davranışlara cezaların tam olarak verilememesi, kurallar koyulsa da uygulanamaması erkek çocuğun sorunlu bir şekilde yetişmesine neden olur. Aileyle kurulan ve özellikle de anneyle kurulan bu olumsuz ilişki, sonraki yaşlarda diğer kişilere de yansır.
EVLİLİĞİ TECRÜBE ETMEK
İlişki, hayatımızdaki önemli tecrübelerden biridir. Yaşanmadan öğrenilmez. Herkes kendi deneyimini yaşadığı için, başka birisinin yaşadıkları, bizim hayatımızda bir karşılık bulamaz. Dışarıdan verilen tavsiyeler, ne kadar tecrübe ürünü olursa olsun, bizi çok iyi anladıklarını hissetmemizi sağlayan düşünceler ne kadar dikkatli ifade edilirse edilsin, yine de bize yön veren duygularımızdır.. Nasihatleri dinlemeyiz. Olaylar ve ilişkiler benzese de farklıdırlar; yaşananlar, hissedilen duygular farklıdır. Bizim tecrübelerimizi, karşımızdaki ancak kendisi tecrübe ettiğinde önemser. Anlattıklarımız ne kadar makul, mantıklı, gerçekçi olursa olsun, duygular söz konusu olduğunda karşımızdaki tecrübelerimizi değil, kendi duygularını önemser. Hayat, yaşanılmadan öğrenilmez; yaşanılmadan yaşanmış olmaz, yaşanılmamış bir hayat, bizim olmaz.
İlişki sayısının artışının getirdiği böylesi olumlu bir taraf söz konusudur ve önemlidir. Ancak, bu sayı artışı sadece nicelik artışı değil, nitelik artışını da beraberinde getirmelidir. İlişkilerde kendini bırakmamış, kendini, karşısındakini, yaşadığı ilişkiyi anlamaya çalışmayan biri, ne kadar çok ilişki yaşarsa yaşasın, yaşadıkları bir önceki ilişkide yaşananların tekrarıdır sadece. Bu sayısal çokluk sadece sayısal çokluk olarak kalır, bu bir tecrübe değildir. Kişiye katkıda bulunmaz, daha çok ilişkilerle ilgili duygularını aşındırır, hissizleştirir, duygusal küntlük oluşturur. Yorucu, yıpratıcı, güven kırıcıdır.
Yaşadığımız ilişki ne kadar iyi bir ilişki gibi görünse de, birbirimizi sevsek de, âşık olduğumuzda ilişki sarsılır. Aşk ilişkisi hayatımızın her döneminde kendini gösterebilir. Bu duygu kişinin tüm savunmalarını kaldıran, bütün duygularını apaçık gösteren bir ilişkiyi oluşturur. Kişinin kendini bütünüyle ilişkiye bırakabilmesi için kişilik yapısının olgunlaşması ve kendine olan güveninin artması gerekir.
Duygularını daha açık yaşayacak, duygularını saklayarak ya da çarpıtarak kendini korumaya çalışmayacak ve içinden geldiği gibi davranacaktır. Çünkü, bir önceki ilişkide duygularını açmıştır. Yaşadıkları, ona duygularını açmanın bir zayıflık olmadığını öğretmiştir. İlişkiyi çok istediği, aşık olduğu için korkularını, kaygılarını göze almış ve kendini bırakmıştır; görmüştür ki korkacak, kaygılanacak bir durum yoktur. Bu farkındalık da, onun sonraki ilişkilerinde daha içinden geldiği gibi yaşayan birisi olmasını sağlayacaktır. Daha yetişkin biri…
Karşımızdakini geçmiş ilişkilerinden tanımak
Karşımızdakini tanımanın önemli araçlarından biri de, onun geçmiş ilişkileridir. İlişkileri nasıl yaşadığımız ve kişilik yapımız hakkında bilgi verir geçmiş ilişkilerimiz. İlişkilerinde korkularının ve kaygılarının yoğunluğu nedeniyle bencil davrananlar, geçmişte kalmış ilişkileri paylaşmak istemezler. Karşı tarafı incitmekten, kırmaktan ve bu nedenle kaybetmekten, onun kendisini yanlış anlamasından korkarlar. Önce karşısındakini tanımaya çalışır, kendini güvende hissederse paylaşır.
Önceki ilişkilerin nasıl başladığı ve ne tür sorunların yaşandığı, nasıl bittiği; karşımızdakinin ilişki algısı, ilişkiyi yaşayış biçimi ve kişiliği hakkında bize bilgi verecektir. Sevmeyi, değer vermeyi biliyor mu? Yoksa sadece istiyor mu, aşık mı? Bu soruların cevapları önceki ilişkilerde aranabilir. Bu soruların cevaplarının asıl aranacağı yer elbette bizim yaşadığımız ilişkidir. Ancak, birisini tanımak çok uzun bir süreçtir ve geçmiş ilişkiler; karşımızdakini tanıma ve güvenme hususunda bu süreyi kısaltır.
İlişkide kendini koruma
Tüm organizmalar hayatını devam ettirme eğilimine sahiptir. Yaşamaya çalışırlar. İnsanoğlu da kendi organizmasını devam ettirme ihtiyacı duyar. Bu ihtiyacın psikolojik hayata uzantısı, acıdan kaçınma eğilimidir. Acı çekmek, üzüntü yaşamak, insanın içsel bütünlüğünü bozar ve bundan kaçınır. Acı çekmemek için kendini korumaya, savunma mekanizmaları geliştirmeye çalışır.
Küçük yaşlardayken geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarımızı hayatımızın sonuna kadar sürdürürüz ve bunun farkında bile değilizdir. Kullandığımız savunma mekanizmaları ise insanlarla yeterince sağlıklı ilişkiler geliştirmemizi engeller.
Sık kullanılan savunma mekanizmalarından birisi, insanlardan kendini soyutlamak, uzak durmaktır. Bağlanma korkusunun getirdiği bu davranış, bağlanıp ayrılmak zorunda kaldığımızda yaşayacağımız acıyla ilişkilidir. Böylesi bir acı yaşamamak için ilişkilerden uzak kalmaya çalışırız.
Bir başka savunma mekanizması da, ilişki içinde duyguların paylaşılmamasıdır. Karşımızdaki kişi bencil davranır diye, içimizde hissettiğimiz değeri, ona duyduğumuz ihtiyacı, ona göstermemek, söylememek, ayrıldıktan sonra pişman olmak, karşımızdakini kırmak ve yalnız kalma korkusu gibi nedenlerle hissettiğimiz olumsuz duyguları karşımızdakiyle paylaşmamak…. Kaygılarımızı, korkularımızı içimizde yaşayıp, karşımızdakiyle paylaşmayıp davranışlarımıza yansıtmak… Bu şekilde davranarak kendimizi emniyet altında tutmaya, bizi zora sokacak durumlardan kendimizi uzak tutmaya çalışırız.
İnsanlara düşmanca tavırlar sergilemek, insanlar tarafından sürekli onaylanmaya çalışmak, duygularımızı söylemek yerine eleştirmek, suçlamak, yargılamak, hakaret etmek, şiddet kullanmak diğer savunma mekanizmalarıdır. Bu davranışları geliştirerek ilişkilerde kendimizi korumaya çalışırız. Savunma mekanizmaları ilişkilerde kendimizi zayıf hissetmemize engel olur. Ancak bu yanıltıcı bir durumdur. Bağlanmadığımızı, karşımızdakinin bizim için çok önemli olmadığını hissettirmeye çalışsak da, durum çoğu zaman öyle olmaz. Biz bağlanmış oluyoruz ve davranışlarımız, karşımızdakine, kendini değersiz hissettirmekten başka bir işe yaramaz.
Korkularımız ve kaygılarımızla, korktuğumuz durumların yaşanmasına sebep oluruz. Bu nedenle kendimizi koruma davranışlarımızın anlaşılması önemlidir. Karşımızdakine zarar vermeden kendimizi korumanın yolları vardır ilişkide ve bunları öğrenmemiz, davranışlarımızı değiştirmemiz gerekir.
Kendimizi korumak için karşımızdakinin ne hissettiğini dikkate almadan sergilediğimiz davranışlar, bencilce davranışlardır. Bencil davranışları/mızı niçin sergilediğimizi anlamadığımız sürece, davranışlarımızı değiştiremeyiz.
EVLİLİKTE İLETİŞİM
Evlilikte iletişim kurmak iletişim becerilerini kullanmak tıpkı günlük hayatımızda olduğu gibi evlilik içinde de çok önemlidir. Kendimizi karşımızdakine ifade etme süreci önce kendimizi anlamamızla başlar. Kişinin hayatında kurduğu ilk ve en belirleyici iletişim kendisiyle kurduğu iletişimdir.Kendisini anlamayan ve anlamaya açık durmayan bir kişinin karşısındaki kişiyi anlaması, onunla empati kurması neredeyse imkansızdır.
Evliliklerde iletişimde temel ilke kabul etmedir;karşımızdakinin varlığını ve kim olduğunu kabul etme.Karşımızdaki kişi ancak onu kabul ettiğimizde ve anladığımızı hissettiğinde kendisiyle ilgili değişiklikler yapma ihtiyacına girecektir.Bizi anladığını düşündüğümüz bir eşimiz olduğunda değişmek ve gelişmekten daha az korkarız. Kişiyi olduğu gibi kabul etme süreci karşımızdakinin hatalarına yokmuş gibi davranmak değildir.
Evliliğimizde kurduğumuz iletişimde dolaysız olmak, açık ve dürüst davranmak, söylemek istediklerimizi dolaylı olarak değil doğrudan aktarmak önemlidir. Eşimize sıkıntılarımızı aktarırken doğrudan değil de dolayı ifadeler kullanmak, Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” anlatım biçimleri karşımızdakinin bizi anlamasını da güçleştirecektir.
Hayatımız bize sözleriyle iyi olduğunu söyleyen ama kızgınlıklarını davranışlarıyla gösteren insanlarla doludur. Her seferinde –miş gibi yapmak karşımızdakine açık davranamamak ve onun anlamasını beklemek iki tafra için de fazlasıyla yorucu olabilir. Bu bize öğretilen de bir şeydir. Örneğin annem babam arasındaki sıkıntılarda annem hep babamın davranışlarını tahmin ederken gitmiş, babamda hiç bir zaman açık olmayı beceremediği için zavallı kadın şimdi şöyle düşünüyor, böyle düşünüyor diye bir ömrü sürüp gitmişti.
Evliliğimizde doğru iletişim kurmak yaşam kalitemizi de arttıran kendimizi günlük yaşamımızda iyi hissetmemizi sağlayan çok önemli bir başlangıçtır.
Ailede iyi iletişim kurulması demek aile üyelerinin birbirini anlaması demektir. İyi iletişim kurmak için karşımızdakinden ne istediğimizi iyi bilmek gerekir.
İletişimde dilimiz
“Gerçeği Söylemek Değil, Anlatmak Güçtür”
CENAP ŞAHABETTİN
İletişimde kullandığımız dilde en az karşımızdakinin anlam süreci kadar önemlidir. Konuşurken sadece karşımızdakinin dilini kullandığımızda “sen böyle yapıyorsun, beni kızdırdın, telefonumu yüzüme sakın kapatma “ gibi iletiler karşımızdakinin diliyle konuşulduğunda bizim duygularımızı ifade etmez. Tamamen sorumluğu karşımızdakine iteriz. Bu iletilerde karşı tarafa suçlayıcı olarak gittiği için karşı tarafın savunmaya geçmesine neden olur ve sağlıklı iletişimi engeller.Bunun yerine bize ait duygu ve düşüncelerimizi ileten “kendimi kızgın hissediyorum, kendimiz iyi hissetmiyorum, telefonun yüzüme kapatılmasında hoşlanmıyorum” gibi karşımızdakini suçlamayan, savunuculuğa itmeyen , duygu anlaşıldığı için iletişimi sağlıklı kılan dil kullanılmalıdır.
Evliliklerde sözlü iletişimin etkili olmasında karşımızdakine geri bildirimler vermek, etkin dinlemek ve empati çok önemlidir. Karşımızdaki kişinin kendini daha iyi hissetmesi ve ilişki içinde değer görmemesi için olumlu geri bildirimler vermek ilişkiyi de güçlendirir.
Evlendiğimizde ya da günlük ilişkilerimizde karşımızdakilere olumlu geri bildirim vermeyi çoğu zaman unutur, onun nasıl olsa bizi anladığını düşünür ya da olumlu geri bildirimlerde bulunduğumuz zaman karşıdakinin hep isteyeceğini de düşünüp yapmama kararı alabiliriz. Karşımızdakilere güzel sözler söylemek onu onaylamak, alkışlamak karşımızdakine değerli olduğunu hissettirmenin önemli bir yoludur.Üstelik olumsuz geri bildirimler verirken hiç zorlanmayız.. Örneğin “Şikayetten başa bir şey bilmezsin zaten’
aslında senin derdin başka” zaten hep böyle yapıyorsun “ gibi sözler karşımızdakine şikâyetlerimizi bildirmek için ağızdan kolayca çıkıverir. Oysaki iyi şeyler söylemek alkışlamak zordur. Ancak olmazsa olmazdır. Karşımızdaki kişiyle yaşamımızın kalan kısmını birlikte götüreceğimizi düşündüğümüzde buna bir o kadar da ihtiyaç vardır.
Dinleme Becerisi
“Senin Ne Olduğun Kulağımda Öyle Yankılanıyor Ki Söylediklerini İşitemiyorum.”
EMERSON
İletişimde en önemli şeylerden birisi karşımızdakini etkin olarak dinlemek ve karşı tarafa dinlendiğini hissettirmektir. Duymak ve dinlemek birbirinden farklıdır. Tıpkı bakmak ve görmekte olduğu gibi. Duymak tamamen fizyolojik ve dinleyici bu süreçte hiç bir mesaj almazken; dinlemek karşımızdakinin kendini ifade etme biçimini ve duygularını görebildiğimiz bir farkındalık sürecidir. Eşimiz bize bir şey anlatırken dinlediğimizi hissettirmeli ve söylediklerinize verdiğimiz değeri gösterebilmeliyiz. Etkin dinleme geliştirilebilecek, öğrenilebilecek bir beceridir. Konuşurken konuşan kişiye doğru bakmak, konuşurken sözünü kesmemek ve duygularını ifade etmesine olanak tanımaktır. Etkin dinleme sürecini evliliğimizde yaşatabildiğimizde kendimizi daha iyi hissederiz. Konuşma sırasında kendimizle çok fazla meşgul olmak, karşımızdaki bize sıkıntılarını dile getirirken bizim onu dilmeyip kendi sıkıntılarımızı düşünmeye başlamamız etkin dinlemenin önündeki çok önemli bir engeldir. Eşimize, eşimizin daha önceki tartışmalarda bize söyledikleri ifade ettiklerine yönelik ön yargılarımızda bu dinleme sürecini fazlasıyla etkiler.
Empati
Son yıllarda çevremizde sıkça duyduğumuz ithal kelimelerden biridir empati. Türkçesi “duygudaşlık”. Sadece kelime olarak değil, anlamın kullanımı olarak da ithal bir kelimedir. Klişeleşmiş tanımları vardır ama genel bir tanım yaparsak “Kendini karşıdakinin yerine koymak” diyebiliriz.
Tüm tanımlarını yan yana getirdiğinizde en genel anlamda empati; “karşıdaki kişinin yerine kendimizi koyarak onun duygularını anlamaya “çalışmaktır”.
Evlilikte empatiye niçin ihtiyaç var?
Evlilikte uyumun en önemli göstergelerinden biridir empati. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki empati arttıkça evlilikte uyum ve ilişkilerimizin kalitesi de artmakta, evlilikte yaşanan çatışmalar en aza inmektedir.
Empati, karşımızdakini anlamak için gereklidir. Karşımızdakini anlamak, ona yapılmış bir iyilik gibi anlatılır. Aslında empati, karşımızdaki için yaptığımız bir davranış değildir. Karşımızdakine verdiğimiz bir ödün, ödül, bağış değildir. Yapıldığında da karşı taraftan, çevreden takdir beklenecek, övülecek, yüceltilecek bir davranış değildir.
İlişkilerde empati çoğu zaman, çevremizdeki diğer insanlardan daha üstün olduğumuzu göstermenin bir yolu olarak görülse de empati iyi iletişim kurmak, kendimizi iyi ifade edebilmek ve karşımızdakini anlamak için yaptığımız bir davranıştır.Aynı zamanda empati, kişinin kendisi için yaptığı ve yapması gereken de bir davranıştır; çünkü evliliklerde karşımızdakini anlamak karşı tarafa sağladığı faydanın dışında bize de fayda sağlar.
Empati niçin “bizim” için önemli?
Evliliğimizde karşımızdakini anlamak bizim için çok önemlidir. Çünkü, anlamadığımız sürece kendimizi ona anlatamayız. Onun neyi, nasıl anladığını, zihninin nasıl çalıştığını, olayları nasıl algıladığını, hassasiyetlerini anlamadığımızda kendimizi nasıl anlatacağımızı da bilemeyiz. Onu anlamadığımız sürece bizi gerçekten anlayıp anlamadığını asla bilemeyiz.
Empati, sadece karşı tarafı anlamaya yönelik bir davranış biçimidir. Anlamak, onun beklediği şekilde davranış geliştirmemizi gerektirmez. Onun rahatsızlıklarını, beklentilerini anlarız; ancak içimizden gelmiyorsa beklenen davranışları sergilemeyebiliriz.
İlişkilerde eşler arası en sık karşılaşılan yakınmalardan biri de “Beni anlamıyorsun!” cümlesinde karşımıza çıkar. Anlaşılmadığımızı hissettiğimizde daha da saldırganlaşırız. Kendisini ifade eden taraf karşı tarafın beklediği şekilde davranmamış olmasını kabullenemez. Kendini değersiz, önemsiz hisseder. Bu duygular onun ilişkiyi gözden geçirmesine, belki de ilişkiyi kaybetmesine sebep olacaktır. Bu yüzden kendisinin anlaşılmadığını düşünmeyi yeğler, böyle değerlendirmeyi tercih eder.
Evlilikte duygularımızı açıkca ifade etmek bizi rahatlatır. Karşı tarafa anlaşılmadığımızı düşündüğümüzü ifade ettiğimizde “Seni anlıyorum ama; şu şu şu gerekçelerden dolayı yapamıyorum…” gibi imkansızlık ifade eden açıklamalar duyabiliriz. Taraflar rahatsızlıklar ve beklentiler konusundaki hislerini, düşüncelerini açıkça ifade etmez ve tarafların ne düşündüğü, ne hissettiği davranışlarından, kullandığı kelimelerden “alt yazı okuyarak” elde edilir. Ne yazık ki kendi hislerimize bakarak hareket etmeyiz.
“Seni anlıyorum, beklentilerin çok doğal, ben de senin yerinde olsam aynı rahatsızlıkları duyardım ve senin beklediklerini beklerdim ama içimden gelmiyor…” cümlesi bizden beklenen ama gerçek anlamda karşı tarafı rahatlatacak davranışları sergilemediğimizde söylenmesi gereken cümledir. Ancak, bunu söylemek pek kolay olmaz. “İçimizden gelmemesini karşımızdakinin onu sevmiyor, önemsemiyor, değer vermiyor oluşumuz olarak görmesinden korkarız.
Anlamak, karşımızdakinin beklentilerini karşılamak olarak algılandığından ve bu anlama davranışını kendimizden verilmiş bir taviz olarak gördüğümüzden anlamaya yanaşmayız. Bu bencilce bir davranıştır. Kendimizi suçlu hissettirir; ancak ne olduğunu, neden olduğunu anlayamayız.
Anlaşılmış olmayı kendisi için bir kazanç sayıp, bizi dinlemeye, anlamaya bize yanaşmaya çalışmayabilir diye bir kaygı da söz konusu olabiliyor ve bu kaygı bizi karşı tarafı anlamaktan uzak tutabiliyor.
Karşımızdaki anlaşılmayı haklı olmak olarak görüyorsa, kendisinin anlamasını da böyle değerlendirecek ve anlamaktan kaçınacaktır.
Empati dereceleri
Evlilikte empatinin dereceleri vardır. Empatiyi en alt düzeyde gerçekleştirenler karşısındaki dinlerken, sorunu üstlenip çözmeye çalışır. Dinleyen ve karşısındakinin sorunlarının çözümünde bu kadar etkin olan kişiler, karşısındaki kişinin kendisiyle ilgili sorunlarında aynı duyarlılığı göstermez çoğu zaman.
Kendimizin dahil olduğu bir sorunla ilgili karşımızdakine empati yapabilmek ile karşımızdakinin başka bir sorunuyla ilgili empati yapmak aynı derecede değildir. Öz güveni olmayan birisi, kendisinin içinde olduğu bir sorunla ilgili karşısındakine empati geliştiremez.
Kişinin duygularını anlamak, göstermek hususunda kendisini geliştirmiş olması gerekir. Karşısındaki bencil davranış sergilediğinde ona zarar vermeden kendini koruyabilen, anlamak için çabalayan…
Bu çaba onu tedirgin eder. Çabaladığında da, zorlandığı anda vazgeçer. Kendini savunamadığını hissettiğinde, karşısındakini anlamayı bırakır ve anlamaktan kaçınmasıyla ilgili bahaneler üretir.
Bu nedenle karşı tarafla gerçekten empati ilişkisi kurabilmek, özellikle de kendimizle ilgili olan konularda empati davranışını sabırla ve sonuna kadar yürütmek zordur. Karşımızdakinin bencil davranışlarına boyun eğmeden; ama ona da zarar vermeden kendini savunabilmeyi gerekli kılar. Anlamaya çalışmamız, karşımızdaki kişi tarafından kullanılsa bile bundan vazgeçmememiz gerekir.
Tüm bu davranışlar farklı biçimlerde ortaya çıkan empati biçimleridir. Ancak, yeterli bir anlama davranışı değildir. Çoğumuz bu davranışları empati olarak görürüz. Örnek bir çalışmayla durumu açalım…
Duyguyu anlamak
Hisler üzerinde anlama empatinin en üst sınırıdır. Kendi hayatımızdaki benzeri olaylardan yola çıktığımız sürece, karşımızdakinin duygularını tam olarak anlayamayız. Çünkü hepimiz farklıyız. Geçmişimiz, kişilik yapılarımız, anlama tarzımız, iletişim şeklimiz, hayata bakışımız, ilişkilerden beklentimiz, ilişkiyi yaşayış biçimimiz…
Bu farklılıklar, olaylar karşısındaki duygularımıza yansır. A olayı X kişide pek az bir etki oluştururken, aynı olay Z kişisinde çok büyük etki yapabilmektedir.
Konuşmak, Konuşamamak
“Ben diyorum bayram haftası, o diyor mangal tahtası”
Evliliklerimizde konuşmak kendimizi doğru ifade etmek, söylemek istediğimizi şeyi karşı tarafa iletmek son derece önemlidir. Konuşulamayan bir ilişki paylaşımın yaşandığı bir ilişki biçimi değildir. İlişkinin başlaması, devam etmesi, duyguların yaşanması, paylaşılması için “olmazsa olmaz”ıdır konuşmak.
Evliliğimizde karşımızdakine sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, mutluluklarımızı, bizi öfkelendiren şeyleri ifade edebilmek ve bunu yaparken de karşı tarafı kırmamak çok önemli bir beceridir aslında.
Kişiler arası iletişimimizde karşı tarafın sadece ne söylediğine bakmayız. Sözcükler, beden dili ve ses onunu bir bütün olarak değerlendiririz. Onun nasıl biri olduğunu, güvenilir olup olmadığını, bizimle konuşurken neler hissettiğini, bize nasıl baktığını, bizim hakkımızda ne düşündüğünü, ne hissettiğini vb aramızdaki ilişkiye dair şeyleri sözcüklerine ve beden diline bakarak değerlendiririz.
Özellikle beden dili ile gelen mesajlar iletişim sırasında çok fazla öne çıkar.Örneğin eşimiz eve geldiğinde suratının asık olması “bir şey yok” dese de bizim kafamızda bir sürü ihtimali sorgulamamıza neden olur. Beden dilini, konuşmadan çok daha fazla önemsemek, iletişimde sıkıntılar yaratabilir. İnsanların sadece davranışlarına göre onların genel ruh halleri hakkında ya da bizim hakkımızda ne düşündüklerini tahmin etmeye çalışmak iletişimi zorlaştırır. Karşımızdakiyle ilgili şeyleri bilmemizi ve anlamamızı zorlaştırır. O zaman bu sadece bizim kendi kendimize kurduğumuz bir iletişime dönüşür. Oysa iletişim karşılıklı bir süreçtir. Konuşma, beden dili ve ses bir bütün olarak görülmezse sağlıklı bir iletişim de ortaya çıkmamış olur. Evliliklerde konuşma; kendini ifade etme kısmı küçümsenmemelidir. Konuşmak yerine duygularımızı, davranışlarımızla göstermeye kalktığımızda sorunlar da yaşamaya başlarız. Karşımızdakini sadece davranışlarından anlamaya çalıştığımızda, onun hakkında fazlaca yorumlar yapmış olabiliyoruz. Bizimle ilgili duygularını hissetsek de, karşımızdakinin gerçekte ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlayamıyoruz.
Evliliklerde duyguların ifade edilmesi, duyguları konuşmak çiftler arasında basitlik olarak algılanabilmektedir. Duyguların konuşulmasıyla söylediklerimizin öneminin azalacağı ya da kendi önemimizi kaybedeceğimize yönelik ön yargılarımız, iletişimi sorunlu hale getirmekten başka bir şeye yaramaz.
Evliliğimizde çoğu zaman konuşmuyoruz.Konuşmak yerine karşımızdakinin bizi anlamasını bekliyoruz. Hatta bizi davranışlarımızla anlamadığı zaman sinirleniyoruz.Bize birisi sen kendini ifade et dediğinde görmüyor mu canım, anlamak istese zaten bizi anlardı deyip geçiştiriyoruz.
Niçin konuşmuyoruz?
Evliliklerde ve genel olarak ilişkilerde konuşmamamın birkaç nedeni var. Bunlardan biri, ilişkinin yapısından kaynaklanan etmenlerdir. Evliliklerde “daha çok istenilen taraf” olanlar kendilerini açma ihtiyacını daha az hissedebilirler.
Duygularımızı ifade ettiğimizde kendimizle ilgili olarak karşımızdakine bilgi veririz. Zayıf göründüğümüzü düşünür, evliliğimizi de bozacağı düşüncesiyle duygularımızı konuşmaktan kaçınır ya da erteleriz. Duygularımızı karşı tarafa ifade ettiğimizde suçlanma korkusu, eleştirilme kaygısı yine bizi konuşmaktan, duygularımızı, düşüncelerimizi açmaktan uzak tutar.
Konuşmak kişinin kendini ifadesiyle ilgilidir. Kendimizi ifade etmek, düşüncelerimizi, duygularımızı karşımızdakine aktarmaktır.
İletişimde tıkanma
Evlilik içerisindeki iletişimde zaman zaman tıkanmalar yaşanabilinir. Söylediklerimizin ya da davranışlarımızın karşı tarafa gitmediği ve anlaşılmadığımızla ilgili duygularımızı oluşabilir. Özellikle tıkanma tafralardan birisinin suçlama, diğerinin savunma davranışına yöneldiğinde ortaya çıkar. İletişim kilitlenir. Yürümez. Karşılıklı suçlamalara başlarız. Eleştiriler ağırlaşır, kişiselleşir. Duygularımızı ifade ettiğimizi sanırız. Endişelerimiz karşımızdakini anlamamıza engel olur. İlişkilerde, iletişimin tıkanmasına yol açan bu davranışlar, kişilerin ilişkiyle ilgili korku ve kaygılardan kaynaklanır.
İletişimde duygular değil de, olaylar konuşulmaya başlandığında da tıkanıklık, yeterince ifade edememe, anlamama, anlatmama, anlaşılmama sorunları ortaya çıkar. Olaylarla ilgili duygularımızı anlatmak yerine olayı konuşursak; karşımızdakine hissettiklerimizi, içimizde yaşadıklarımızı aktaramayız.
Evliliklerdeki bu tür tıkanmalarda haklı, haksız yoktur. Bunun kriteri de yoktur. Kim, kime, neye göre haklıdır? İlişkilerde duygular asıldır. Karşımızdaki, bize yönelik davranışlarını, haklı olduğumuz için değil, duygularımızı önemsediği için şekillendirmelidir. Rahatsızlıklarımızı, beklentilerimizi önemsemelidir. Haklı olduğumuz için değil, biz öyle hissettiğimiz için önemsemelidir. Karşımızdakinin davranışlarını beğenmediğimizde “sen zaten böylesin” gibi ifadeler kullanmak olayı kişiselleştirir.
Bu tür suçlamalar yerine onaylamadığımızı düşündüğümüz davranışı ifade etmek “böyle davranmadan hoşlanmıyorum” gibi çok daha verimli iletişim kurulmasını sağlayacaktır.
Konuşmak niçin gerekli?
Konuşmayı önemli yapan şey kendimizi karşımızdakine anlatma sürecidir. İlişkinin en önemli yanı duygulardır. Gelecek, çocuklar, iş, ihtiyaçlar gibi ortak sorumluluk alanlarıyla ilgili düşüncelerin açıklanması elbette ki önemlidir. Ancak, ilişkide asıl önemli olan karşımızdakiyle ilgili duyguların konuşulmasıdır.
Konuşmazsak karşımızdakinin bizimle ilgili duygularını öğrenemeyiz. Onun dünyasında nerede olduğumuzu bilemeyiz, kendimizi nereye konumlandıracağımızı bilemeyiz, bu kendimizi güvensiz bir ortamda hissetmemize neden olur.
Aynı cinslerde bile görüş, etnik, kültür, kişilik farklılıkları iletişimi sorunlu hale getirirken; ayrı cinslerde ve tabii ki evliliklerde daha da derin sorunlar ortaya çıkarır. Bu durum iletişimi daha da önemli hale getirir. Yanlış anlamaları gidermek, karşımızdakine hissettiklerimizi, düşüncelerimizi anlatmak için daha çok konuşmamız gerekecektir. İletişimde çoğu zaman kadın ve erkeğin davranış dili aynı değildir. Örtüşen yerler olsa da, önemli farklılıklar söz konusudur.
İyi bir iletişimde duyguların paylaşımının yanı sıra birbirini tanımak da önemlidir. Bu da evlilik içinde yaşayan iletişimle mümkündür.
Duygunun varlığı ilişkinin başlaması için ne kadar önemliyse, yürümesi için de kişilerin birbirini tanıması gerekir. İlişkinin yürümesinde temel belirleyici unsur güven duygusudur. Güven duygusunu oluşturan ana faktörlerden biri de kişilerin birbirini tanımasıdır.
Karşımızdakini tanımadan onun nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Tanımadığımızı düşündüğümüz bir kişinin hassasiyetlerini, beklentilerini, ilişkiye verdiği önemi konuşma içindeki paylaşımlarımızla anlayabiliriz. Nerelerde kırıldığını, nelere alındığını, nelere kızdığını, neyin ne kadar önemli olduğunu ancak konuşarak anlarız.
Karşımızdakine karşı zayıf düşeceğimizi düşünerek sakladığımız her şey evlilik içerisinde çatışmalarla su yüzüne çıkar. Kendimizi anlatmak o kadar kolay olmayabilir. Kendimizi anlatmak ve anlaşıldığımızı hissedebilmek ancak doğru iletişim kurmakla olabilir.
Davranışların ne anlama geldiği ancak iletişimle anlam kazanır.