BÜYÜCÜYE GİTTİ HAYATI DEĞİŞTİ
Kitap hakkında;
Elinizdeki eser Türkiye de yaşayan insanlara; toplumun bir kesiminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya ve bütün dünyada yaşanan fizik ötesi olayların Türkiye’deki boyutunu göstermeye çalışmaktadır.
İnsanlar Tıp dünyasında halledemedikleri sorunları “mistik” boyutta çözebilir miyiz düşüncesiyle gittikleri insanlardan, ne umarak gidiyor ve neyle dönüyorlar? Bu meselenin incelenmeye değecek bir yanı var mıdır? Toplum kocaman bir paranoyayı birlikte mi paylaşmaktadır? Yoksa bilimsel düşünce adına hakikatler mi yargılanmaktadır?
Bu denli tartışmaların tam ortasında bir takım insanların birileri tarafından sömürülmesi. Açıkçası kimin ne dediği, neyi düşünüp nasıl tartıştığı belli olmayan bir hadiseyi, bir öyküyle sizinle paylaşmaya çalıştık.
Dış dünyada oldukça yoğun araştırmalara konu olan paranormal olaylar Türkiyemizde oldukça yoğun yaşanmasına karşın nedense incelenme gereği duyulmaksızın rafa kaldırılmıştır.
Bu eserde dinimizde de yeri bulunan parafenomen olaylar ve toplumumuzun hezeyanı olarak ortaya çıkan hadiseler tesbit edilmeye çalışılıp yazarın kendine has yorumlarıyla açıklanmıştır.
Psikolog Mustafa TOPKARA
1.
Patika yolda ağır ağır ilerlerken yaşadıklarını düşünüyordu. Başına gelen bunca olayın nedeni neydi ve niye oydu? Milyarlarca insan yaşarken şu koca evrende, onu bulmuştu çekilemeyecek kadar büyük problemler.
Kendisine neden bu şekilde davrandığını bir türlü anlayamıyordu. Bu gün bu yolda olmasının sebebi, işte hep arayıp da bulamadığı bunun gibi binlerce soruydu.
Elini eşarbına attı, tüm hırsını ondan çıkarırcasına ve sanki başına gelen her olayın tek sorumlusu o eşarbmış gibi onu sıktı,sıktı. Eşarbın hali kalmamıştı adeta. Bütün desenleri bile birbirine girmiş gibiydi.
“Ben sana ne yaptım neden bana bu öfken”
Derdi elbet konuşabilseydi eğer. Katlanmaktan bitap düşmüş eşarbı yanındaki çalılıklara fırlattı.
Soru sormayı kesti. Ne kadarda rahattı şimdi. Sanki beynini kemiren bir kurttan kurtulmuştu. Keşke tüm hayatı böyle olsaydı, ne olurdu sanki. Oda herkes gibi yaşasa, evlenebilseydi, çocukları olsaydı. Akşam eve dönüşünü bekleyebileceği bir kocası olsaydı keşke. Ama bunların hiç biri yoktu, asla da olmayacaktı. Güya soru sormuyordu kendine ama yine başlamıştı.
Düşünmeyi kesti ve adımlarını biraz daha hızlandırdı. Nereden takıldıysa dudaklarına, birde türkü mırıldanmaya başladı, içinden gülmek geldi bir an. Hakim olamadı kendine ve gülmeye başladı. Hem hızlı adımlarla yürüyor hem de gülüyordu. Gülmenin arkası kesilmedi, kendini susturmaya çalıştırsa da nafileydi. Üstelik şimdi daha da artmıştı, katıla katıla gülüyordu artık. Ömründe bu kadar güldüğü gün olmamıştı belki de. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı gülmenin şiddetinden. Hem yürüyor hem de gülüyordu. Bir yıl boyunca gülememenin hırsını çıkartıyordu sanki!
Yüzü tekrar asıldı. Gülmenin yerini asık bir surat, gülen gözlerinin yerini donuk bakışlar almıştı. Ağlamaya başladı, bir taraftan da hızlı adımlarla yürüyerek çalılıkların içinden geçip bir km kadar yol aldı. Yolun bitimindeki derin uçurumun önünde durdu.
Bir uçuruma baktı sonra birde kendine, becerebilir miydi acaba? Korkuyordu, hem de çok. Uçurumdan aşağı süzülürken hayal etti kendini. Çok hoş bir duygu gibi geliyordu ama ölümün yüzü soğuktu yinede. Bir daha hiç nefes almayacaktı, o temiz havayı bir daha soluyamayacaktı.
Buraya gelene kadar ölümden bu kadar çok korkmamıştı. Yüzü çok soğuktu ölümün ama onun için başka bir kurtuluş da yoktu ki. Ya ölecek yada ölümden bile zor acılara her gün bir yenisi eklenecekti. Şimdi ölmeyebilirdi belki, ama dönerse her gün ölecekti.
Ayaklarını uçurumdan aşağıya saldı ve oturdu! Tepesi sis içinde kalmış Keltepeye daldı bir an. Ne kadarda heybetliydi.
Cebinden bir sigara çıkardı, yapmaktan hoşlandığı tek şey bu kalmıştı ona; Sigara içmek. Sadık bir sevgili edasıyla çıkardı onu yerinden, elinden gelse sanki methiyeler düzecekti. Kibritin yanan sesiyle ilk dumanın içine girişi aynı anda oldu. Öyle derin nefeslerle içti ki sigarasını başı dönmeye başladı, kesmedi bir tane daha yaktı. Sigara onu yaşama bağlayan tek nedendi sanki, öyle ya böyle bir günde bile yalnız bırakmamıştı onu. Karşısındaki heybetli dağa tekrar göz attı ve geçmişini düşünmeye başladı, mutlu olduğu o günleri hatırladı. Herkes gibi, bütün sıradan insanların yaşadığı gibi yaşadığı günleri anımsadı. Gözleri tekrar buğulandı..
2.
Muhtar köyün ortasına geldiğinde, gözü Elife ilişti. Gerçekten güzeldi, bir içim su gibiydi adeta. Onu istemeyecek bir tek delikanlı yoktu şu köyde. Alıcı gözlerle tekrar süzdü Elifi. Bir yetmiş boylarındaydı ve sarı saçları omuzlarına dökülecek kadar uzundu. Omuzları bir bayana göre oldukça geniş sayılırdı, hatta bazı erkeklere göre bile. Masmavi gözleri güneş ışığını gördüğünde ışıldardı. Bütün köyün kızları gibi eşarbı da başından eksik olmazdı Elifin, balık eti sayılabilecek kadar kilosu vardı.
Bütün erkeklerin imrendikleri gibi muhtar da dudaklarını sıkarak izlerdi Elif’i, yaşlı değildi ya! Yaşlı olsa da ne olurdu sanki, sonuçta o da bir erkek değil miydi. Belki yaşına yakışmazdı böyle bakması ama,
-” Olsun, kimse bilmedikten sonra sorun da yoktu” zaten diyordu, bu düşüncelerle yaklaştı Elife,
-Ne o kız bu gün başka bir güzelsin yine, süslenmiş nereye gidiyorsun böyle?
-Hiiç. Halama gidiyorum Hasan abi!
Elif yalan söylüyordu, halasına falan gittiği yoktu. Onunla konuşmamak için aklına gelen bu yalanı uydurmuştu. Bakışlarından hiç hoşlanmazdı muhtarın, derin derin süzüşleri, anlam veremediği tavır ve davranışları vardı. Sanki genç bir delikanlıydı da, ona aşıktı. Yaşından başından da utanmaz mı ki diye düşündü.
Muhtarın yanından uzaklaşırken izlendiğini biliyordu. Gerçektende bir çift göz onu bakışlarıyla yutuyordu sanki.
Küçük ahşap bir binanın önünde yürüyüşü bitti. Dedesinden kalma bu ahşap evde şimdi anneannesi ve dayısı oturuyordu. Tek katlı yığma tuğlalarla çevrilmiş, evin içi ve dışı ahşapla çevrilmişti. Etrafı tahta bir avluyla çevriliydi. Küçük bir bahçesi bile vardı.
Kapının gıcırdamasından, uzun bir süredir yağlanmadığı belliydi, başını kaldırdığında irkildi. Dayısı karşısındaydı. Önce çok korkmuştu, hani, insan hazırlıksız bir anda kendini farklı bir ortamın içinde buluverirdi ya işte oda aynı durumdaydı. Elif bu şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra,
-Dayı’cım bu gün nasılsın?
-Sağol canım ne olsun hep bildiğin gibi, değişen ne olur ki bu köy yerinde, ya sen nasılsın?
-Bende iyi sayılırım işte, bildiğin gibi. Her gün aynı, okulların açılmasını bekliyorum işte
Elifin dayısı çok genç ve çok yakışıklıydı. Eliften bir kaç yaş büyüktü, Elif neredeyse aşık olmuştu ona ama, dayısı olması her şeyi değiştiriyordu.
Siyah gözleri, siyah saçları, esmer, geniş atletik yapısı bütün genç kızların kanını kaynatacak kadar hoş görünüyordu. Bu hoşluktan Elif’te nasibini almıştı.
Bir an için göz göze geldiler. Elif heyecandan ne yapacağını şaşırdı, sanki bir an için dayısının gözleri içinde yok olmuştu. İçinde yaşadığı o korkunç fırtınanın belli olmaması için gözlerini kaçırdı dayısından, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Dizlerinin bağı çözülmüş, yere düşecekmiş gibi halsizleştiğini hissediyordu kendini. Çok şey söylemek isteyip de söyleyememenin acısını hissetti bir an, anneannesinin sesiyle irkildi.
-Burak kimle konuşuyorsun oğlum?
Seslenen Burağın annesi Elifin annannesiydi. Altmış yaşlarında tatlı yüzlü bir ihtiyardı. Konuşurken ağzından bal damlardı sanki. Güler yüzlü, namazında niyazında, günlük işleriyle uğraşan bir ihtiyardı.
Zeynep teyze sıkıntıda olan her insanın yardımına koşmayı kendine vazife edinmişti. Yaşına rağmen yinede hareketliydi, oturmayı sevmez hep bir şeylerle meşgul olmaya çalışırdı. Kadınların ne zaman bir problemleri olsa ilk geldikleri kapı Zeynep teyzeninkiydi,
-Elif geldi anne onunla konuşuyorum
-içeri alsana kızı, niye ayakta tutuyorsun. Yemeği hazırladım hadi oturun sofraya yemeği getireyim
-Tamam anne geliyoruz
Ahşap binanın, boyasını yitirmiş yağsızlıktan gıcırdayan kapısından içeriye geçtiler, salondaki yemek masasına oturdular. Yemekler hazırdı.
-Eif nasılsın yavrum?
-Sağol annanne. İyidir işte ne olsun, ya sen ne yapıyorsun?
-Nasıl olsun be kızım. Allah’ıma bin şükür bugünümüzü aratmasın. Romatizmalarım da olmasa daha iyi olacağım ama, ne yapalım hepsi Allah’tan işte, sabredeceğiz. Annen ne yapıyor? Nasıl, iyi mi? Nerede?
-Ablamla birlikte halama gittiler
-Oldum olası gezmekten bıkmadı zaten, ne yapmaya gitmişler halana?
-Bilmiyorum anneanne muhabbet etmeye gitmişlerdir herhalde
Bir an sessizlik oldu.
Elif göz ucuyla dayısına baktı, Onun da kendisini izlediğini fark etti. Dayısı yemeğini bitirip lavaboda ellerini yıkadıktan sonra
-Anne ben kahveye gidiyorum gecikirsem merak etme!
-Bıktım senin bu kahvenden, bir gün de evde otursan ne olur sanki! Her gün her gün nedir bu! İş yok, güç yok, para yetiştiremiyorum sana,
-Gene başlama anne
-İşine gelmiyor değil mi? İşine gelmedi mi yine başlama anne! Bu ne zamana kadar böyle gidecek böyle oğlum? Kaç yaşına girdin, hala bir baltaya sap olduğun yok!
Burak bu sözlerden sıkılmıştı, kendini dışarıya zor attı. Bir taraftan da,
“Bıktım bu anamın dırdırından”.
Deyip söyleniyordu. Bahçe kapısını sertçe vurarak evden uzaklaştı.
Elif anneannesini biraz yumuşatmak için konuyu değiştirmeye çalıştı,
-Kahve yapayım mı ister misin anneanne?
-Valla iyi olur kızım, sinirlerim altüst oldu yine. Bu çocuk beni ya öldürür yada bu yaşta tımarhaneye sokar
-Boş ver anneanne takma, kendini üzüyorsun, sende bilirsin ki her şey olacağına varır
-Neyse daha fazla sinirlenmeden kapatalım bu konuyu. Sen ne yapıyorsun kızım nasıl geçiyor tatilin? Rahatladın mı biraz? Okulda sıkılmışsındır bütün sene?
-Nasıl olsun hep aynı işte, ev işi, kitaplar, gezmeler vs.. Okuldan pek farkı yok buranın, şöyle kafamı koyup rahat rahat bir dinlemedim
-Ne yapacaksın hayat bu işte; bir an öyle, bir an böyle, bakmışsın ki iki büklüm olup hayatın son demlerine yaklaşmışsın. Bakarsın ki koca ömre ne sığdırdım diye, hiç bir şey göremezsin, an bu an, dem bu dem. Kafanın içi dolu mu ona bak sen, gerisi boş, gerisi yalan. Bu gün var, yarın yok, akarsudaki çöp misali bir gün denize ulaşmışsın. O yüzden oku kızım insana ilimden daha yararlı, daha kalıcı bir şey yoktur. Bizim deli oğlanı ne kadar okutmaya uğraştıysam da ikna edemedim, rahmetli de çok istiyordu okumasını .Sağ olsaydı belki de böyle olmazdı.
Torunun sırtını sıvazlayarak ona sarıldı Elif farkında değildi ama bir damla göz yaşı döktü anneanne.
Sohbet iyice koyulaşmış vakit hayli geç olmuştu, Elif anneannesinden izin alıp kendi evine doğru yola çıktı. Her yer karanlıktı, karanlıktan da çok korkardı. Tedirgin bir şekilde yürürken baykuş sesiyle irkildi. Bu sesi ne zaman duysa içi ürperir, nedense bu hayvanı hiç sevmezdi. Onun için;
“Hangi evin yanında öterse oradan cenaze çıkar” diye bir şeyler de duymuştu ama böyle sözlere pek aldırış etmezdi. Hem sonra insanların ölümlerini baykuş mu tayin ediyordu? Bu kadar saçma bir düşünce olamaz diye düşündü.
Saat on iki ye geliyordu. Köy meydanından geçiyordu dışarıda kimseler yoktu, hatta çoğu evin ışıkları bile yanmıyordu, meydanın orta yerinde bir dibek taşına doğru yaklaşmaya başladı.
Eskiden bu taşın içinde köylüler buğdaylarını döverlerdi, şimdi ise hiçbir işe yaramayan sıradan bir taştı işte.
Dibektaşının yanından geçtiği anda omuzuna bir el dokundu, irkildi çok korkmuştu, Arkasına dönmeye bile cesareti yoktu, geriye döndü,
-Aman Allah’ım!
Dedi. Gözleri irileşmişti ve kalbi sanki yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Bütün vücudu uyuştu, Dizleri titriyordu. Korku dolan gözlerle tekrar baktı ve olduğu yere yığıldı.
3.
Gözlerini açmak istedi ama sanki biri gözleri kapatmaya çalışıyordu. Başı uyuşmuştu ve bütün vücudu odun gibiydi, içi alev gibi yanıyordu. Sanki günlerce susuz bir şekilde çölde yolculuk yapmıştı, susuzluktan içi yanmasına rağmen su isteyecek takati yoktu, sadece.
-Su
Diyebildi. Ablası hemen koşup mutfaktan bir bardak su getirdi. Başını çevirip annesine baktı, annesi ağlıyor bir taraftan da kızının saçlarını okşuyordu,
-Sana ne oldu böyle güzel kızım?
Sare hanım kırk dört yaşındaydı. Çocuklarına çok düşkün bir anneydi. Bütün anneler çocuklarına düşkündür ama Sare hanım daha bir farklı bir severdi çocuklarını. Bütün analar da böyle düşünmez miydi zaten, her ana
“evlatlarını en çok seven anne benim demez miydi”.
Öyle ya canından can koparıp vememiş miydi ona.
Çemberinin ucuyla gözlerini sildi, kızına baktı, ama ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ona doğru eğildi sesini iyice alçalttı,
-Nasılsın kızım,biraz daha iyi misin?
-İyiyim
Bu kelimeyi bile zorla söylemişti, artık konuşacak hali yoktu, başı dönüyordu. Üstünde bir ton yük vardı sanki ve bu duruma daha fazla dayanamadı, uykuya daldı.
4.
Uyandığında henüz sabah olmamış tan yeri yeni yeni ağarıyordu. Yatağından kalkmak istedi ancak beynindeki zonklama ve kulaklarındaki çınlama yüzünden beceremedi. Tekrar denedi, bu kez de başı dönmeye başladı, buna rağmen kalktı, bin bir güçlükle de olsa lavaboya kadar ulaştı.
Elini yüzünü yıkayıp başını kaldırdı ve aynaya baktı, kötü görünüyordu; saçı darmadağın ve yüzü sapsarı olmuştu. Saçını tarayıp tekrar odasına döndü, yatmaktan başka hiçbir şeyi düşünemiyordu. Yorgun bedenini yatağına uzattı.
Gece yaşadığı olayı hatırladı ve bütün vücudu diken diken oldu, arkasından da göğüs kafesinde berbat bir sıkıntı başladı. O an gözlerinin önünden gitmiyordu oda neydi öyle? Sıkıntısı iyice artmıştı, uyuyamadı. Eline bir kitap alıp okumaya çalıştı ama nafile, o görüntü bir türlü gözlerinin önünden gitmiyordu. Bu sıkıntılı düşüncelerle boğuşurken kapı çalındı, İrkildi,
-Kim o?
-Benim kızım
-Gel baba
İçeriye giren adam; orta boylu, 45 yaşlarında, zayıf biriydi. Yaşından oldukça fazla gösterirdi, bunda en büyük etken başındaki saçların seyrek olmasıydı herhalde. Babasının ekonomik durumu oldukça iyi sayılırdı, köyün ileri gelenlerindendi. Köydeki oldukça geniş fındık arazilerinin dışında, köye ulaşımı sağlayan bir de otobüsü vardı.
Elif’e yaklaştı,
-Günaydın kızım nasılsın, kendini toparlayabildin mi?
-Biraz daha iyi gibiyim, ama yinede başım dönüyor, kalbimde de müthiş bir sıkıntı var
-Dün gece halinden çok korktuk ne oldu yavrum neden bayıldın?
Elif ne söyleyeceğini bilmiyordu, nasıl anlatabilirdi gördüğü şeyi nasıl tarif edeceğini bile bilmiyordu ki. Anlatsa bile, acaba inanırlar mıydı, gözlerinin gördüğüne kendisinin bile inanası gelmiyordu. Anlatıp anlatmamak arasında bir an düşündü söylemeye karar verdi,
-Dün gece anneannemden çıktım eve doğru yürüyordum, köyün ortasındaki dibek taşının olduğu yere geldiğimde bir el sırtıma dokundu, Arkamı döndüğümde…
Elif birden sıçradı.
-Babaaaa!!!!
Diye bir çığlık attı, çünkü “o”, babasının arkasında duruyordu. Elifin beti benzi attı, çığlık içinde tekrar bayıldı.
Kadir bey ne yapacağını şaşırmıştı, Elif baygın bir durumda kucağında yatıyordu,
-Kızım! Kızım! Kızım ne oldu! Ne gördün,
-Kızım bana bak! Kendine gel ! Elif! Elif! Elif.!!
Ancak Kadir beyin bu feryatları da bir işe yaramamıştı, Elif cansız bir şekilde kucağında yatmaya devam ediyordu,
telaşla hanımını çağırdı,
-Sare! Sare! Sare!!!…
Sare hanım telaşlı bir vaziyette odaya girdi ve Elif’i yine bayılmış durumda görünce haykırarak ağlamaya başladı,
-Kızıııım! Kızıııım! Ne oldu sana kızım. Bak hadi bana, evladım uyan hadi!
Aradan kısa bir süre geçmedi ki Elifin gözleri aralandı. Ev halkı hep etrafındaydı. Aynı yorgunluk, aynı zonklama ve aynı çınlamayı duyuyordu,
Kadir bey Elif’in bu durumuna çok üzülüyordu,
-Kızım nasılsın? Hadi seni bir doktora götürelim ?
-Yok baba şimdi daha iyiyim
Diyordu ancak, vaziyeti hiç de öyle görünmüyordu.Yattığı yataktan biraz doğruldu,
-Kızım nedir bu? Ne oluyor sana? Bir yerin ağrıyor mu? Ne oluyor? Bayılmana ne sebep oluyor? Öcü görmüş gibi bir halin vardı?
“ÖCÜ”, acaba gördüğü böyle bir şey miydi. Çevresindeki aile fertlerinin meraklı bakışlarıyla, söyleyip söylememe arasında yine bocaladı, bu bocalama yüzüne de yansıyordu. Babası durumu anlayınca,
-Peki kızım sen bilirsin, madem istemiyorsun, yat, dinlenmeye çalış. Yarın bir doktora gideriz. Ablan seninle yatsın bu gece, bir şey olursa bize haber verir en azından olur mu kızım?
-Tamam baba
Bu fikir iyiydi, yalnız kalmaktan çekiniyordu zaten . Yine onunla karşılaşmaktan, yine onu görmekten endişeliydi. İşin garip yanı, onu kendisinden başka kimsenin fark etmemesiydi, babasının arkasında durmasına, korku dolu gözlerle onu izlerken babasının göremeyişi çok ilginçti. Elifin, hayret dolu gözlerinin dikildiği noktaya babası gayri ihtiyari bakmış ancak bir şey görememişti, onu sadece kendisi görüyor olmalıydı.
Acaba hayal mi görüyordu? Korku filmlerini çok severdi, sakın bu filmlerin etkisinde kalmasındı. Belki de, ama yinede çok korkutucuydu gördükleri.
İnsan desen insan değil, hayvan desen o hiç değil, garip bir yaratıktı görüğü şey.
Gözlerinin önüne gördüğü o garip ucube şeyi getirdi. Onu hayal etmek bile, Elif!in kanını dondurmaya yetmişti. Ayakları yoktu ama insana benziyordu. Vücudundan ışık yansıyor gibiydi. Onu iki kez görmüş iki defasında da her yer aydınlanmıştı.
Üstünde simsiyah giysi gibi bir şey vardı. Aslında bu bir giysi mi yoksa yapısı mı buydu onu da tam olarak anlamak zordu ya! Çok geniş bir göğsü ve bedenine göre daha uzun ancak çok iri olan kolları vardı. Bu iri gövdenin üzerinde büyük sayılabilecek kadar iri bir başı vardı ve saçları yoktu. Kulakları insan kulağına hiç benzemiyordu, daha doğrusu var mıydı yok muydu o bile belli değildi, başının iki yanına yapışmış iki küçük et parçası gibiydiler. Yüzü insana benziyordu ama gözleri? En çok korktuğu yönü de buydu zaten, onlar nasıl gözdü öyle. Bir insan gözünden çok daha iri ve kıpkırmızıydı alev gibi parlıyordu, sanki içinde ateş vardı. Bu kızıllığa rağmen göz bebeklerini görülebiliyordu, ateşin içindeki siyah bir noktaydı sanki göz bebekleri. O bakış bile insanın aklını almaya yeterdi . Uzun kollarının birinde zincir gibi bir nesne vardı, ucunda da bir topuz. Topuzun dış kısmı demirden yapılmış dikenleri andırıyordu.
Onu her görüşünde çok korkmuştu. Ancak o hiçbir harekette bulunmamış, sadece anlamsız gözlerle Elife bakmıştı.
Ne istiyordu ve neden Elif’ti? Yoksa hayal miydi? Yada kendisi mi uyduruyordu bütün bunları? Neden uydursundu ki delirmemişti ya! Aklı başındaydı. Hayal olsa bile daha önce böyle bir şey hiç görmemişti ki. Üstelik ona dokunmuştu da. Hayal insana dokunabilir miydi? Gerçek dese gerçek değil hayal dese hayal değil. Neydi peki bu? Çıldırmak işten değildi. Bu sorularla uykuya daldı yine.
Sabah uyandığında saat onu geçiyordu. Bütün aile fertleri uyanmıştı. Tabak seslerinden kahvaltının hazırlandığı belliydi.
Bu gün daha iyiydi. Başındaki o zonklamadan, kulaklarındaki çınlamadan, baş dönmesinden, uyuşukluktan ve en önemlisi de canının çıkması kadar onu rahatsız eden sıkıntıları yoktu. Garipti ama kendini mutlu hissediyordu.
Yatağından kalktı, vücudu da oldukça dinç görünüyordu, hiç bir yerinde bir şikayet yoktu. Penceredeki perdeyi araladı, güneşli ve sıcak olmaya namzet bir hava vardı dışarıda.
Ablası çoktan kalkmıştı,
-Elif hadi kahvaltıya gel
Bu söz çok hoşuna gitmişti, kurt gibi açtı çünkü. Yaşadığı o gergin saatler bütün enerjisini tüketmişti. Herkes sofradaydı. Elif tıka basa bir yemek yedi. Onun bu durumu evdeki herkesi mutlu etmeye yetmişti, öyle ya, evde bir kişi hastaysa evdeki bütün fertler de aynı dertle dertlenmez miydi, şimdi o iyiydi ve evdeki herkesin keyfi yerine gelmişti.
Neşe içinde yenen kahvaltıdan sonra Kadir bey kızını doktora götürmek üzere hazırlandı. Sare hanımı da yanlarına alarak çarşıya indiler.
Doktor muayenesinde herhangi bir hastalığa rastlanmadı. Doktorun istirahat etmesiyle ilgili bazı tavsiyelerini dinlediler. Daha sonra Kadir bey kendi işleriyle meşgul olmak için onlardan ayrıldı, Elif ve annesi birlikte amcasına gittiler. Amcası kendi halinde bir devlet memuruydu.
Amcasının oturduğu apartmanın önünde yeğenini gördü,
-Annenler evde mi Melek?
-Evet Elif abla
Merdivenleri çıkmaya başladılar. Amcaları beşinci katta oturuyorlardı ve asansörleri de yoktu. Oflaya puflaya beşinci kata çıktılar. Annesi nefes nefese kalmıştı Elifin de durumu annesinden çok farklı değildi ama serde gençlik vardı ya belli etmedi. Elif zile bastı, kuş sesini andıran bir sesten sonra kapı açıldı.
Kapıyı yengesi açmıştı,
-Hoş geldiniz Elif, geç yavrum . Sen de geç Sare, nerdesiniz? Ne zaman dan beri görüşemiyoruz?
-Başımıza gelenleri bilmiyorsun ya söylen bakalım. Kaç gündür ne çekiyoruz haberin var mı?
Sare hanımın sözlerinden bir şeylerin olduğu belliydi, Zeynep hanım bir sorunun olduğunu anlamış meraklanmıştı da,
-Geçin içeri de öyle konuşalım
Hep birlikte salona geçtiler. Elif ve annesi merdivenlerin yorgunluğunu yumuşak koltuklara yaslanarak gidermeye çalıştılar,
-Ne oldu Sare anlatsana ?
-Dur bir soluklanayım, canım çıktı merdivenlerinizi çıkarken
-Ne yapalım biz her gün inip çıkıyoruz, bizim ki can değil mi yani!
-Amaaan bu da çekilir mi her gün her gün, başak bir yere taşınsanıza, bıkmadınız mı burada oturmaktan?
-Akıl vereceğine paradan haber ver. Neyse bırak şimdi bunları ne oldu anlatsana, nedir bu telaş?
-Elif hastalandı dün gece, baygın vaziyette köy meydanında bulmuşlar, komşulardan biri görmüşte Allah’tan alıp eve getirdiler.
Zeynep hanım Elif’e döndü,
-Ne oldu kız Elif ?
-Bilmiyorum yenge, birisi sanki, sanki omzuma dokunur gibi oldu, çok korktum oldum yere yığılmışım
-Yaaa. Korkar tabi insan. Kim korkmaz ki, gecenin bir yarısı yolda yürü, biri gelsin seni dürtsün. Peki kimdi o kaçık?
-Bilmiyorum yenge görmedim
-Ne yani bakmadın mı kim olduğuna ?
-Yooooo
-Sende bir tuhafsın yani, insan dönüp arkasına bir bakmaz mı? Bu kadarda korkulur mu canım
Zeynep hanım tuhaf bulmuştu olayı, insan hiç arkasına dönüp bakmaz mıydı? Bu kadar korkuyla da insan kendinden vazgeçer mi? Diye düşündü.
Elif’in kendisinden bir şeyler gizlediğinden haberi yoktu, bir bilseydi Elifin gördüklerini, o zaman nasıl düşünürdü acaba. Deli mi derdi yoksa hak mı verirdi Elife. Ya kendisi görseydi Elifin gördüklerini acaba o ne yapardı, korkudan sadece bayılır mıydı yoksa çıldırır mıydı. yada korkudan ödü patlayıp canı mı çıkardı.
Sare hanım anlatmaya devam etti,
-O gece bir daha bayıldı. Kadir “sanki bir şey görmüş de ondan korkuyormuş gibi gözlerinin açıldığını, sonra da BABA diye haykırarak, bağırıp kucağına yığıldığını” söyledi. Ne gördün diye sorduk ama bir şey görmediğini söyledi, ne yapacağımızı şaşırdık. Bu günde doktora götürdük ama doktor da bir şey anlamadı
Diyerek gece yaşanan durumu kısaca özetledi Sare hanım.
-Ne gördün kız Elif anlatsana?
Zeynep hanım meraklı gözlerle bu soruyu sormuştu ama Elif halen anlatıp anlatmamak arasında tereddütteydi. Kendisine böyle bir şey anlatılsaydı ne düşünürdü acaba?
-Ya, garip şey gördüm ama hayal miydi değil miydi bilmiyorum, garip bir adam gibi bir şeydi işte.
Sare ve Zeynep hanım dikkat kesildiler, Elif bu konuda daha önce herhangi bir açıklama yapmamıştı. Sare hanım daha da meraklandı.
-Ee kızım dün gece niye söylemedin bunları
-Bilmiyorum anne. Bana inanmayacağınızı düşündüm herhalde. Hayal gördüm belki de
Sare hanım,
-Nasıl bir şeydi peki o?
-Ya, bir adama benziyordu sanki. Belinden aşağısı görünmüyordu. Korkunç bir yüzü vardı. Bende çok korktum işte ne yapacağımı bilemedim,korkuyla kendimden geçmişim…
Annesi oldukça şaşırmıştı bu duruma, herhalde hayal görmüş olmalıydı. Pek ciddiye alınacak bir tarafı yoktu aslında ama yinede acaba kuşkusu doğmuştu içine.
Bu arada Zeynep hanım söze karıştı,
-Kız Sare bu çarpılmış olmasın sakın?
-Ne çarpılması?
– Belki besmelesiz bir yere basmıştır, ne bileyim sofra bezini sirkelerken olmuştur, yada bir yere besmelesiz su dökmüştür
-Yok canım sende, olur mu öyle şey!
-Niye olmasın, böyle olan bir sürü insan var hocalara okutuyorlar geçiyor,
-Saçlama Zeynep
-Ya ne saçmalaması sen inanmaz mısın böyle şeylere cinlerin insanları çarptığını hiç duymadın mı?
-Böyle şeyler duydum ama pek inanasım yok
-Olur mu canım, bir sürü insan var böyle olan
Elif’te de acaba sorusu uyanmıştı şimdi, yoksa gördükleri hayal değil miydi? Şimdi daha da korkmuştu.
Zeynep hanım,
-Sare istersen bir hocaya götürelim bu kızı?
-Kadir duyarsa öldürür bizi. İnanmaz öyle şeylere ,bir de bir sürü laf yeriz oturduğumuz yerde. Hem sonra nereye gidecez, ben hoca falan bilmem hiç gitmedim ki öyle yerlere?
-Benim bir arkadaşım var. Onunda böyle sıkıntıları vardı bir hocaya gitti iyileşti, benden ondan adresini alırım
-Yok yok olmaz öyle şey. Kadir çok kızar. Ama ona bir söylerim kabul ederse gideriz
Elif bu konuşmaları dinlerken bir taraftan da yaşadığı olayları değerlendirmeye çalıştı, acaba! Olabilir miydi gerçekten böyle bir şey. İnşallah hayal görmüşümdür diye geçirdi içinden. Eğer hayal değilse o zaman bu çok endişe verici bir durumdu, korkmaya başladı. Hem de çok korkuyordu, hayal görmüş olması için Allah’a dua ediyordu.
O gün bu ve buna benzer sohbetlerle geçti, akşam eve döndüklerinde akşam yemeklerini Elifin ablası hazırlamıştı. Yemeklerini yedikten sonra hep birlikte salona geçtiler.
Televizyon izliyordu herkes, bu arada Sare hanım Kadir beye Elifi bir hocaya götürme fikrini nasıl açacağını düşünüyordu, nasıl tepki verirdi acaba? Böyle şeylere inanmadığını biliyordu, ya terslerse diye düşündü. Olsun terslerse terslesindi, önemli olan kızın iyileşmesi değil miydi. Bu hoca olsun yada doktor olsun ne farkederdi.
Cesaretini topladı,
-Bey bak ne diycem, bu gün Zeyneplere gittik, orda biraz Elif’in hasatalığı üzerine konuştuk. Zeynep dedi ki kız belki çarpılmıştır, isterseniz bir hocaya götürelim dedi.
Kadir bey kahkahayı bastı, bir taraftan da sinirlenmişti, ama bu işin komik yanı daha ağırdı. Böyle şeylere oldum olası inanmaz, hocalara ifrit olurdu. Onları, insanları para kazanmak için kullan birer hokkabaz olarak görürdü. Zeynep hanımı kırmak da istemiyordu,
Elif babasının konuşmasına bile fırsat vermedi,
-Ben hocaya falan gitmem
Aslında oda inanmazdı hocaya falan ama, ya bir de gerçekten böyle bir şey varsa diye kaygılıydı, bunu öğrenmektense böyle yaşasındı.
-Saçmalama Sare! Ne hocası deli misin sen. Nasıl inanıyorsunuz böyle saçma şeylere anlamıyorum, ulan adamlar dünyanın parasını kazanıyorlar senin gibi saflar sayesinde. Eee Kerizler olmasa uyanıklar nereden geçinecek tabii ki. Hoca falan yok, aklından at böyle safsataları
-Ama
– Aması falan yok,eğer tekrar aynı şeyler olursa, çarşıda bir sinir hastalıkları uzmanının telefonunu aldım bir arkadaştan, oraya gideriz, bu mevzu kapanmıştır
Kadir beyin bu sözleriyle sohbet kesildi, televizyondaki programı izlemeye koyuldular. Sare hanım söylediğine bin pişmandı. Böyle olacağını biliyordu zaten, ama yinede bir şansını denemişti. Kendisi de pek inanmazdı ama acaba işte?
Gece, saat ilerlemiş herkes yatağına çekilmişti. Elif de ablasıyla birlikte yatacaktı, çünkü hala içinde o korkuyu yaşıyordu, bugünkü konuşmalardan sonrada iyice pimpiriklenmişti zaten.
Ablasıyla biraz müzik dinlediler. Hoş, hareketli parçalar dinlerlerken ablası uyuya kaldı Elif yine yalnızdı. Ablası vardı ama yine de kendini yalnız hissediyordu. Aynı şey yine gelir miydi acaba? Ya gelirse ne yapacaktı? Ablası vardı ama oda uyumuştu, Sıkıldı, eline bir roman alıp okumaya çalıştı ama beceremedi. İnsanın kitap okuyabilmesi için bile ruhsal durumunun iyi olması gerekiyordu ama Elifte bunlar yoktu ki! Nasıl okusun kitabı, müzik dinlerken bile sıkılmıştı. Kitabı da bıraktı elinden yatağına uzandı gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı, Uyudu…
5.
Elifin anneannesi Adapazarı’ndaki kızına gitmek için hazırlığını yapmış, çantasını yanına almıştı, Elifle birlikte evden çıktılar. Çantasını Elif taşıyordu ama Burak hala görünürlerde yoktu, nihayet oda gelmişti
-Nerdesin be oğlum minibüs seni bekler mi?
-Tamam anne bir arkadaşla bir şey konuşmam gerekiyordu,geldim işte
Zeynep nine Elif’le vedalaşmak istedi,
-Hadi kızım Allah’a ısmarladık, Allah’a emanet ol, annenlere selam söylersin, Biz bir kaç güne kadar döneriz inşallah
-Tamam anne selamını iletirim, hayırlı yolculuklar,kendini fazla yorma oralarda. Fazlada kalmayın ha, özlerim sizi
-Tamam kızım tamam. Hemen dönecez zaten, fazla kalamayız
Burak Elifin elini sıktı,
-Abla kendine iyi bak görüşürüz,
-Tamam dayı sende kendine iyi bak görüşürüz
Minibüsün hareket saati gelmişti. Elifin İçini birden bir burukluk sardı, nedenini bilmiyordu ama garip bir duyguydu bu; sanki kötü bir şey olmuş yada olacakmış gibi bir sıkıntı bastı içini, belki de dayısının gidişine üzülmüştü ama kısa bir süre sonra tekrar döneceklerdi ve bu kadar sıkılmanın da bir anlamı yoktu ki. Onlardan ayrılmanın verdiği bir üzüntü de olabilirdi belki ama, bu denli sıkılmasına bir anlam veremiyordu doğrusu.
Elinden gelse minübüsü dururup annannesine “gitmeyin” diye yalvaracaktı, hatta minibüs hareket ederken, bir an bağırmayı, minibüsü bile durdurmayı düşünmüştü ama nasıl yapardı, insanlara ne diyecekti. “Benim içimde kötü bir sıkıntı var. Bu hayra alamet değil, bu arabayı çarşıya götürmeyin” diyecek hali yoktu ya. Elif bunları düşünürken minibüs çoktan hareket etmiş neredeyse gözden kaybolmak üzereydi. Elif de yine evinin yolunu tuttu. Sıkıntısıyla birlikte.
Minibüs rampa aşağı, çok keskin virajlı yolları büyük bir maharetle inerken, anneanne çantasındaki tespihini aradı ama bulamadı, elleriyle sayarak bildiği duaları okumaya başladı, bir taraftan da çevresini izliyordu.
Yıllardır bu köyde oturdu, hiç çarşıya yerleşmeyi düşünmemişti. Bir çok aile çarşıya göçmüşken o direnmişti, köyde kalan diğer aileler gibi. Yüksek tepeden aşağı salınan minibüs sapanca gölünün bütün güzelliğini yolculara sunuyordu , gerçekten de muhteşem bir manzara vardı. Gölün kıyısından geçen tren bile görünüyordu buradan. Şoförün sesiyle herkes irkildi,
-Frenler patladı arabayı durduramıyorum!
Herkes büyük bir telaşla, ne yapacağını bilmez bir halde bağırışmaya başladı. Freni patlayan araba daha da hızlandı ve şarampolden aşağı yuvarlandı. Minibüsteki çığlık sesleri birbirine karışıyor ancak kimse diğerinin sesini duymuyordu. Araç yaklaşık 100 m takla atarak ancak durabildi. Durduğunda ise her yanını alevler sarmıştı….
-Elif! Elif! Elif uyan kızım uyan. Kalk Elif kalk kızım hadi
Elif çığlık atarak uykudan uyandı,
-Anne! Anneannem. Anneannemi gördüm ölmüştü
Elif sırılsıklam olmuştu gördüğü rüyanın etkisinden. Ağlamaya başladı,hıçkıra hıçkıra,
-Anne, anneannemi ölürken gördüm ne kadar korktum bir bilsen,
-Tamam kızım rüyaydı geçti,sakin ol artık
Diyerek annesi Elif’i sakinleştirmeye çalıştı, Elif ağlamaya devam etti bir süre daha, sonra da annesi yanında olduğu halde uykuya daldı.
6.
Ertesi gün hava yine güneşliydi, penceresini açtı. Her yer çimen kokuyordu, yazın ortasında bile burası yemyeşildi. Köy oldukça yüksekte olduğu için zaman zaman yağmur yağıyordu, havası çok serindi. Bu yüzden de burada ki bitkiler sararmıyor hep yemyeşil ve hep o güzel kokular saçıyorlardı.
Temiz havayı ciğerlerine doldurdu, derin bir nefes çekerek. Her sabah olduğu gibi içeriden yine kahvaltı sesleri geliyordu, o da sesin geldiği yöne bıraktı kendini çünkü oldukça açtı.
Kahvaltıdan sonra Elif anneannesinin yanına gitti.
-Hoş geldin kızım nasılsın?
-Sağol anneanne iyiyim ne olsun,hayırdır bir yere mi gidiyorsun ne bu hazırlık?
-Evet kızım. Zehra telefon açtı. Çocuk hastalanmış gidip ona bir bakıcam, çarşıdan da almak istediğim bir iki şey var onlara da bakıcam, Burak da geliyor o da arkadaşlarını görmeye gidecekmiş
Elif’in yüzü sarardı yine, korkuyordu. Rüyasında gördüklerinin doğru olmasından korkuyordu, içindeki endişe yüzüne vurmuş benzi sapsarı olmuştu.
Zeynep nine Elif’in durumundan endişelenmişti,
-Ne oldu kızım? Niye suratını astın böyle? Gideceğim için mi bu surat? Meraklanma fazla kalacak değilim. Belki bir gün belki de iki gün, daha fazla kalamayız, burada yapılacak işlerimiz var zaten.
Elif ne diyeceğini şaşırmıştı, bir şeyler söylemek istiyor ama sanki nefesi tıkanmış ağzından bir tek kelime çıkaramıyordu,
“Gitmeyin”
Diyecekti ama diyemiyordu işte. Sanki bir güç onun konuşmasını engelliyormuş gibiydi, söylemek için her ağzını açmaya çalışında sesinin çıkmadığını fark ediyordu. Hiçbir şey söyleyemedi annannnesine, çantanın birini Burak aldı, diğerini de Elif ve ağır adımlarla köy meydanındaki minibüsün yolunu tuttular. Ellerini öptü onları uğurladı.
Sadece annesininkinde,
-Gitmesen olmaz mı anneanne ?
Diyebildi. Anneannesi de başını okşamıştı. Onların köy meydanından uğurlarken rüyasında yaşadığı sıkıntıyı hatırladı, hatırlamak zorunda kaldı, çünkü aynı sıkıntıyı fazlasıyla şimdi yaşıyordu,
” Kaza olacak”
Diye düşündü. Anneannesinin ölüme gittiğini düşünüyordu. Evin bahçe kapısında içeri girdi, annesi ve ablası merdivenlerde oturmuş sohbet ediyorlardı.
Kaygılı bir şekilde,
-Anne anneannem çarşıya gitti dayımla
Elif’in sesi titreyerek çıkmıştı, konuşamıyordu, vücudu da titriyordu.
-Ne oldu kızım? Ne bu halin, yine bir şey mi oldu?
Elif hıçkırıklarla annesinin boynuna sarıldı,
-Anne korkuyorum onlara kötü bir şey olacak, rüyamda gördüğüm kaza olacak anne, korkuyorum. Hiçbir şey söyleyemedim anneanneme. Anneeee!!
Sare hanım Elifi teskin etmeye çalıştı,
-Kızım bunda abartılacak bir şey yok, bu kadar üzme kendini, anneannen ilk defa gitmiyor ki çarşıya. Sen gördüğün rüyanın etkisinde kaldığın için bu kadar üzülüyorsun
-Ama anne!
-Boşuna üzülüyorsun yavrum, Allah’ın izniyle hiçbir şey olmaz
Diyerek sırtını sıvazladı ve onu teskin etmeye çalıştı.Annesinin şefkat dolu elleri, Elifin kendini biraz daha iyi hissetmesini sağlamıştı. Ama yinede içindeki o korkuyu atamıyordu.
“Ya eğer rüyası gerçek olursa”
Bunun düşüncesi bile korkunçtu.
Elif, annesinin yanında yaşadığı o içsel depremi hafifletmeye çalışırken kapı hızla çarpıldı,
-Sare abla! Sare abla koş!
-Ne oldu Ahmet ne bu telaşın?
-Koş abla koş,annenin bindiği minibüs yolda şarampole yuvarlanmış!
-Neeee!
Diyebildi Sare hanım gerisini duyamadı, çünkü bayılmıştı. Elif olduğu yerde dondu kaldı. Hiçbir şey yapamaz bir haldeydi ve bir süre bu durum devam etti.
Rüyası gerçek olmuştu o hiçbir şey yapamamış ve onların ölümlerini seyretmekle yetinmişti. “Ama belki de ölmemişlerdir” bu düşünceyle duygularından sıyrıldı,
-Ahmet abi ne olmuş? Neredeler şimdi?
Ahmet ten cevap gelmemişti, boynunu bükmekle yetindi Ahmet. Aslında cevap çok açıktı Elif için, onlar ölmüşlerdi ve Elif hiçbir şey yapamamıştı.
-Anneanne !
Diyerek çığlık attı ve evin tahtalarına yaslanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Annesi diğer tarafta bayılmış bir durumdaydı, başında ablası ve Ahmet vardı. Onu kendine getirmeye çalışıyorlardı. Elif ise kendini parçalıyordu ama biliyordu ki olan olmuştu ve artık yapılacak bir şey yoktu; yapmam gerekeni yapmadım diye kendini suçluyordu.
7.
Elifin anneannesi ve dayısı ölmüşlerdi, definlerinin üzerinden üç gün geçmişti. Artık ister istemez kendilerini toparlıyorlardı, insan olmanın gereğiydi belki de bu. İnsanın fıtratında, doğum ve ölüm bir aradaydı; doğana sevinilir, ölen de üzülünürdü ama ikisi de kısa sürerdi, yine öyle olmuştu.
Ölüm, başı meçhul bir karanlık. Gidenin arkasından tutulan bir kaç ağıt,merasim, gözyaşları ve bir kaç gün sonra da hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Elifin ailesi de bu tabir üzere hayatlarını toparladılar ve yaşama yeniden merhaba dediler. Zaman zaman ansalar da gidenler artık gitmişti. Yapılacak bir şey yoktu. Cuma akşamları onlara yasin okumaktan başak ne yapabilirlerdi ki.
Herkesin kendi ölümüne ağıt yaktığı cenazelerde, ölümün gerçeği kısa bir süre anılır, daha sonra hiç olmayacakmış gibi yaşam devam ederdi. İnsan bu ya , doğum la ölüm bir arada.
Evde artık kaybedilenlerin acısının yerini Elif’in rüyası almıştı, nasıl oldu da bu rüya aynen tastamam çıkmıştı. Daha önceden geçirdiği rahatsızlıklar da yoktu bu süre içinde. Ama yaşanan bu olayla birlikte herkesin dikkati Elifin üstüne yoğunlaşmaya başlamıştı.
Herkes Elif’i, kafasında kurduğu bir mizansene göre tasarlıyor ve ona göre davranıyordu. Bütün köyün dilindeydi bu . Birçok kişi tarafından adı perili kıza çıkıştı bile. Neler yakıştırmıyorlardı ki.
Evde de bu mevzu geçmiş, babası durumu kavramaya çalışmışsa da bir çıkış yolu bulamamıştı, aslında çok da fazla üstünde durmaya gerek yoktu. Bazen insanların gelecekle ilgili olayları sezgi yoluyla hissedebildiklerine şahit olmuştu. Bu da öyle bir şey olsa gerekti. Gerçi olay çok fazla netti ama yinede böyle değerlendirmek en mantıklısı diye düşündü.
Bu konu ev içinde kapatıldı. Bu konun evde bir daha açılmamasını sağlamak da yine Kadir beye düşmüştü. Biliyordu ki bu olay biraz daha büyürse zaten hassas olan Elif bu durumdan daha fazla etkilenecek ve şu an kaybolan hastalık tekrar patlayacaktı. Bu nedenle de Elifin yanında bu konuların konuşulmamasını özellikle tembihliyor ve takip ediyordu.
O gece kadir beyin endişe ettiği şey oldu, Elif yine çığlık içinde bayılmıştı. Artık bu kızı mutlaka bir ruh hekimine göstermenin zamanı gelmişti, belki de geçiyordu bile. Şimdiye kadar götürmemekle hata bile etmişti. O gece Elifin baygınlığı iki saat kadar sürdü, yine o iğrenç görüntüler ve ardından oluşan o korku dalgası ile birlikte, Elifin hareketsiz yığılan bedeni. Ayıldığında ise yine daha önceki gibi halsizlik ve yorgunluk.
Ertesi gün Elif külçeleşmiş bedenini yataktan zorla kaldırabildi. Doktora gitmeleri gerekiyordu, Kadir bey arabayı kapıya yanaştırdı. Ablası ve annesi Elifin koluna girerek onu arabaya taşıdılar, Kadir bey Sare hanım ve Elif kısa bir yolculuktan sonra doktorun muayenehanesine gelmişlerdi,
“‘Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı: Samet coşkun”
Tabelasıyla karşılaştılar, aradıkları yer burasıydı. Doktoru, daha önce eşini tedavi ettiren bir arkadaşı tavsiye etmişti Kadir beye. Bekleme salonunun dolu oluşu onların bir süre beklemelerini gerektirdi. Sıra kendilerine geldiğinde ise Kadir bey ve Sare hanım Elifin koluna girerek onu içeriye taşıdı.
Otuz beş yaş civarında genç bir doktorla karşılaştılar,
-Hoş geldiniz buyrun oturun lütfen
Çok nazik ve içten gelen bu sözler karşıdaki kişiye güven verecek kadar yumuşaktı.
Doktor sorunu dinledi , Elif le yalnız konuşmak istediğini belirtti ve ailesini dışarıya çıkarttı. Elif’e yaşantısıyla ilgili sorular sordu, onu bunalıma sürükleyecek bir problem aradı ancak bulamadı. Herhalde ilgi toplamak için bu tür davranışlara giriyordur diye düşündü, ardından Elif rüyasıyla ilgili başından geçenleri anlatınca tahmininde doğru olduğuna karar verdi. Böyle olaylar genelde histerik yapılı kişilerde görünür diye geçirdi. Elif merkezde olmak için bu davranışlarını bilinç altında meydana getiriyor olmalıydı.
Elif’in daha fazlasına konuşmasına gerek yoktu, zaten problem de çözülmüştü . Çünkü sorunu tespit etmek problemin çözümü demekti. Aileyi tekrar içeri aldı onlara; Elifin yaşadığı olaylar la ilgili olarak sinirlerinin bozulduğunu , bir tür depresyon geçirdiğini belirtti ve hasta için bazı ilaçlar önerdi, ilaçları bir hafta kullandıktan sonra tekrar kontrole gelmesini istedi.
Elif’in pek aklına yatmamıştı doktorun söyledikleri. Onun herhangi bir olayı kendisine dert ettiği yoktu. Sadece yaşadığı o kötü durum buna neden olmuş olabilirdi. Ancak doktor ,bunu daha uzun bir süreye dayandığı düşünüyordu. Çünkü gördüğü şey ,kişi tarafından ortaya çıkarılan bir şeydi. Böyle bir şeyde birincil yada ikincil kazanç sağlamak için hasta tarafından ortaya konurdu. Uzun bir zamana dayalı olan böyle bir problem de uygun bir ortam bulup kendini dışarıya kusardı.
Elif’in aklına yatmamıştı ama doktor böyle düşünüyordu. Sonuçta doktor olan oydu ve o ne derse ona inanmak gerekirdi, belki de gerçekten Elifin, kendisinin farkında olamadığı bir problemi vardı.
Elifi’in ilaçlarını alıp köye döndüler. Kadir bey gerekli tedaviyi yaptırmış olmanın rahatlığıyla akşam yemeğine oturdu, hep birlikte yemeklerini yediler.
Akşam herkesin odasına çekilip uykuyla olan randevusuna gittiği saatte Elif halen ablasıyla ayaktaydı, bir süre sonra ablası da uyduktan sonra Elif yine yalnız başına kalmıştı.
Başından geçenleri sürekli düşünme ve değerlendirme fırsatı bulurdu yalnız kaldığı zamanlarda. Neydi başına gelenler? Çok enteresan olaylar birbirini takip ediyordu, gördüğü o şey, sıkıntıları, hele o rüyası yok muydu? Belki de her şeyin sorgulanmasına neden olan o rüyaydı. Yaşadığı diğer olaylar doktorun dediği gibi sinirleri zayıfladığı için olabilirdi, ama o rüyanın böyle bir şeyle ne alakası vardı? Zaten doktorun rüyayı anlatırken ortaya koyduğu tavır Elifi pek memnun etmemişti. Bıyık altından gülümsemesi, sanki alay eder gibiydi, ama doktorun açısından düşünüldüğünde doktor haklıydı. Çünkü başka biri ona böyle şeyler anlatsa deli saçması der ve güler geçerdi ama değildi işte. Bunlar gerçekti ve yaşamıştı, belki bir açıklaması yoktu ama, yaşamıştı işte. Yaşıyordu.
İlaçlarını alalı yarım saat kadar olmuştu ama henüz uykusu gelmemişti. Sıkıntısı yine başladı
-Allah’ım yine o sıkıtı, bu beni öldürecek
Kendi kendine mırıldanarak elleriyle göğsünü bastırıyordu. İçi yanıyordu. Tanımlanması zor bir durumdu bu; hani bazen , insana garip bir hal çöker de, sanki telefon çalacak ve çok kötü bir haber verecektir ya, işte biraz buna benziyordu. Bu sıkıntı rüyasında da vardı, hastalığının ilk başladığı günlerde de bu tip sıkıntıları vardı ama şimdiki durum biraz daha farklıydı, sanki bir şeyin habercisi gibiydi. Neydi bu? Kapı kolunun sesiyle gözlerini kapıya yöneltti,
Elif gözlerine inanamadı,
-Dayıııı!!
-Susssss!!
-Ama,ama,ama bu nasıl olur.!
Elif çıldırmış olacağını düşünüyordu artık, kesinlikle çıldırmış olmalıydı. İnanılası bir şey değildi ama on gün önce toprağa gömdükleri dayısı karşısında duruyordu. Düşünemiyordu bile. Bağırmak istiyor ama yapamıyordu. Dayısının kötü bir görünüşü de yoktu ki. Eskiden sevdiği, gördüğü zaman kanının kaynamasına sebep olan yine o değil miydi?
Ona karşı beslediği duyguları yok muydu bir zamanlar, hatta onu sevmemiş miydi? Dayısı olduğu için bunu içine gömmemiş miydi?
Şimdi karşısındaydı ama korkuyordu hatta ondan kaçmak istiyordu, ölmüştü çünkü. Mezara belki o koymamıştı ama koyduklarını görmüştü ama şimdi karşısındaydı. Hem de hiçbir yerinde bir çizik olmadan. Belki de eskisinden daha yakışıklıydı ama soğuk görünüyordu, yüzü gülümsüyordu ama yine de soğuktu.
Elif’ yaklaştı,
-Nasılsın güzelim? Özledin mi beni? Ben seni çok özledim .Seni sevdiğimi hatta sana aşık olduğumu hiç söyleyemedim ama,
Elif onun konuşmasına da hayret etmişti, sanki dayısıydı,
-Ama nasıl olur dayı? Sen öldün şimdi karşımda duruyorsun! Aman Allah’ım çıldırıyorum galiba!
Elif saçlarını çekti elleriyle, rüya gördüğünü düşünüyordu ve canını yakarsa uyanabilirdi belki bu kabustan. Evet,evet bir rüya olmalıydı bu. Biraz sonra uyanacak ve gördüklerini anımsamayacaktı bile. Ama bitsindi bu rüya çünkü çok korkuyordu. Elif bunun bir rüya olduğunu düşünüp uyanmayı hayal ederken dayısı yavaş adımlarla yanına yaklaştı. Yanına oturdu ve elini Elif’in omuzuna atıı. Elifin heyecandan kalbi duracaktı. Bu dayısıydı yada ona çok benziyordu fakat bu kadar benzerlik mümkün müydü? Onun sıcaklığı ve onun bakışları vardı, oydu o! Çok korkmasına rağmen sesini çıkaramıyordu, belki de çıkarmak istemiyordu.
-Benden korkmana gerek yok Elif seni çok sevdim ve işte şimdi buradayım kafandaki soruları bırak bir tarafa ve bana olan o gizli duygularını aç? Beni sevdiğini hep biliyordum.
-Ama dayı bu nasıl olur? Sen sen ölmedin mi?
Soruyu sormasına bile fırsat vermemişti dayısı ve dudaklarını Elifin dudaklarıyla birleştirdi, Elif ne yapacağını bilmez bir halde kendini geri çekmek istedi ama sanki onu bir güç kaçmaması için zorluyordu. Soğuktu gerçekten çok soğuk, dudaklarında hissettiği o soğukluk daha önce hiç hissetmediği bir duyguydu. Sanki bir ölüyü öpüyor gibiydi, bir ölüyü! Geriye doğru çekildi tekrar, bu kez kurtulmuştu. Dayısının bakışları donuklaştı, gözlerinden daha önce gördüğü bir kızıllık oluşmaya başladı, gözleri kıpkırmızıydı, tıpkı!! Evet bu gözler onun gözleriydi, bunları anımsamaya çalışırken dayısının yerinde birden o bitiverdi. Elinde topuzuyla yine o! Korkusu yine en yüksek seviyeye ulaşmıştı. Kalbi yine yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu ve vücudu titriyordu, bıkmıştı artık bu durumdan da ne istiyordu neden geliyordu. Konuşmalıydı. Konuşurdu herhalde bir hayal bile olsa. Yoksa neden gelsin di. Derin bir nefes aldı ve korkusunu bastırmaya çalıştı. İçine bir güç doğdu bu nefesle.
-Nesin sen ne istiyorsun benden?
Titreyen bir sesle sordu. Cevabını beklemek soruyu sormaktan daha zordu. Ne tür bir tepki verecekti acaba? O ucube yaratık havada süzülerek ona yaklaştı. Hiç bir şey söylemiyor sadece ona bakıyordu o kadar derin ve sabit bakıyordu ki, sanki onun yerinde duran bir varlık değil bir resim gibiydi. Elif yaklaşmasından tedirgindi ama yine sordu bu kez bağırarak,
-Ne istiyorsun be adam konuşsana bütün hayatımı berbat ettin, ne istiyorsun benden? Nesin sen ha ? Söylesene! Ne bakıp duruyorsun bana öyle çıldırtacak mısın be beni? Ne istiyorsun söylesene?
Yine bir cevap yoktu. Ama sesini yükseltmesi ona güven vermişti. O korkutucu bakışlar devam ediyor ama şimdi daha az korkuyordu artık, bu arada Elif’in bağırışlarına ablası uyanmış yarı uykulu ve şaşkın bakışlarla Elif’i izliyordu?
-Elif ne oldu kız ne konuşuyorsun kendi kendine? Ne var orada ne gördün öyle bakıyorsun?
Elif boş bir duvara gözlerini dikmiş bakıyordu, Elifin ne gördüğünden habersiz hayret dolu bakışlarla,
-Kız aklını mı oynattın ne bakıyorsun öyle boş boş? Anne! Anne Anne kalkın gelin Elife bir şeyler oldu, çabuk gelin.
Sare hanım ve kadir bey yataklarından kızlarının çığlıklarıyla fırlayıp Elifin odasına daldılar. Elif bir noktaya kilitlenmiş sürekli oraya bakıyor gözlerini dahi kırpmıyordu. Gözlerinden yaşlar damlıyordu,
-Kızım ne oluyorsun kendine Elif!
Diyerek Elifi uyandırmaya çalıştı babası ama nafile Elif onları duymuyor gibiydi, robot gibi gözlerini bir noktaya dikmiş oradan ayıramıyordu,
-Kızım ne oluyor anlatsana ne var orda?
Elif başını yavaşça babasına çevirdi, bakışları boş ve gergindi.
-Bak orada görmüyor musun iki saattir beni seyrediyor hayvan herif. Allah belanı versin senin diyerek boş duvarlara bağırdı
Kadir bey ve Sare hanım Elifin delirdiğini düşünüyorlardı.
-Kızım ne o ?Ne görüyorsun orada?
-Bak sana görmüyor musun öyle gözlerini bana dikmiş bana bakıyor. Lanet gözlü yaratık seni, konuşsana niye konuşmuyorsun. Hep beni mi izleyeceksin böyle. Defol giiiiit! Diyerek çığlıklar attı Elif!!
Kadir telaşla hanımına döndü,
-Sare çabuk şunun üstünü giydir ben arabayı çalıştırayım hemen bir hastaneye yetiştirelim çabuk ol hadi.
Elif hala onun bakışlarından kurtulamamıştı, üstelik bakışlarını ne tarafa çevirse o da bakışlarıyla birlikte havada süzülerek hareket ediyordu hemde hiçbir şey konuşmadan. Yola çıktıklarında oda onunla birlikteydi, bazen yaklaşıyor bazende uzaklaşıyordu. Yolda bir süre sonra görüntü birden bire kayboldu ve Elif normal haline dönmüştü, kendini çok yorgun hissediyordu.
-Baba hadi dönelim geçti artık
-Olurmu kızım gidelim doktora durumu anlatalım senin halin hiç iyi değil
-Tamam baba yarın gideriz şimdi iyiyim
-Ama kızım ya tekrar olursa ne yapıcaz hep bunu çekecek misin böyle?
-Tamam baba tekrarlarsa gideriz olmazsa yarın gideriz eve dönelim, çok yorgunum ne olursun baba dönelim hadi
-Peki kızım peki. Sen bilirsin
Kadir bey canı sıkkın bir şekilde kızının dediğini yaptı ve eve döndü ama içi hiç rahat değildi, kızın ortaya koyduğu davranışlar çok acayipti. Sanki delirmiş gibi hareket ediyordu. Daha önce bir arkadaşının karısını bu halde görmüştü ve kızının da böyle bir duruma yakalanacağından endişe ediyordu. Eve döndüklerinde Elif kendini yatağa attı ve uyudu.
Ertesi gün dün gece yarım kalan işi tamamlamak üzere yola çıktılar. Doktorun muayenehanesi yine kalabalıktı, sıra kendilerine geldi ve içeri alındılar. Kadir bey korkularını dile getirdi ve kızının bu endişe verici durumunu izah etmeye çalıştı, doktor Elife ne gördüğünü anlatmasını istedi, Elif de hiçbir şey gizlemeden her şeyi olduğu gibi doktora anlattı. Sadece bir konu hariç oda dayısıyla arasında geçenlerdi. Doktor Elifin rahatsızlığındaki bu gelişmeleri yine bir histeri durumu diye algılandırdı ve ona göre tavsilerde bulundu, kullandığı ilaçlardan birini değiştirdi. Kadir beye kaygılanmakta haklı olduğunu ancak ortada korkulacak bir durumun olmadığını anlatmaya çalıştı. Doktorun telkin veren bu sözleri Kadir beyi pek hoşnut etmese de sesini çıkarmadı. Doktora tavsiyelerini dikkatle uygulanacağı konusun da bilgiler verdikten sonra oradan ayrıldılar.
O gün Elifin durumu gayet iyiydi, çift karakter taşıyordu sanki; Bir bakmışsın çok ağır bir akıl hastası gibi bir bakmışsın senden benden daha iyiydi. Ancak hastalığın devam edeceğine dair ciddi kaygıları vardı Kadir beyin. Bunun için arkadaşlarından bu konuda uzman olan iyi bir doktor araştırdı, kendisine İstanbul’da bir profesörün adı verildi, tekrar olursa Elif’i bu doktora götürecekti
Çarşıdan alacakları bir kaç şeyi aldıktan sonra tekrar köye geri döndüler, o gece ilaçlarını almasına rağmen Elif yine aynı durumdaydı. Yine sanki bir şey görüyormuş gibi dalıp gitmiş boş boş bakıyordu, Kadir bey yine çaresizliğin pençesinde ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Doktor endişelenecek bir hali yok diyordu ama kızın bu hali aklını yitirmiş delilere benziyordu, konuşması bile değişik geliyordu. Çok uzaktan konuşuyormuş gibiydi. Sesi donuktu. Hiçbir şey yapmaksızın oraya doğru bakıyor zaman zaman başını sağa sola doğru çevirse de o donuk bakışlar gitmiyordu. Sare hanım köyün imamını çağırıp kuran okutmasını istedi Kadir beyden. Kadir bey çaresiz teslim olmuştu bu fikre. Her ne kadar sevmese de böyle şeyleri çaresizlik acaba işe yarar mı duygusunu oluşturuyordu.
Hemen alel acele cami imamını alıp getirdi eve, imam kuran okuyor ama Elif hiç tınmıyordu. İmam da kar etmeyince çaresiz beklemeye başladılar, doktoruna haber versem diye düşündü ama doktor bunun önemli bir durum olmadığını telaşlanmamaları gerektiğini sürekli hastayı doktora gitmenin bu hastalığın tedavisini olumsuz etkileyeceğini söylemişti. Aslında söylediklerinden de bir şey anlamamıştı ya. Kız bir düzelsin İstanbul’daki profesöre götürecekti, ne de olsa profesördü, kendi alanında en uzman kişiydi, Elifin problemine de bir çözüm bulurdu herhalde.
O gece iki saat Elif’in bu durumu devam etti, daha sonra da hiçbir şey olmamış gibi uyanarak eski Elif oluverdi.
8.
Nereden kaynaklandığı beli olmayan bu görüntüler bütün evin huzurunu bozmuş adeta bütün yaşamlarını kontrol etmeye başlamıştı, Elifin ruhsal durumuna bakıyordu herkes eğer Elif iyiyse herkes iyiydi. Onun iyi olması ise ona bağlıydı, o olmadı sürece iyi onun gelişi ile her şey kabusa dönüşüyordu.
Herkesin hayatı gibi sıradan bir hayatları varken nereden nasıl geldiği belli olmayan garip bir hayal herşeyi ters yüz etmişti, bunun sonunun ne olacağı ise meçhuldü. Kadir bey durumun vahametinin farkındaydı, Elifin bir an önce ciddi bir tedavi görmesi gerektiğini düşünüyordu. Onu en kısa zamanda adresini aldığı o profesöre götürmeliydi yoksa kızın durumu daha kötüye varacaktı, zaten gelişmeler de onu gösteriyordu.
İstanbul’a yola çıktıklarında bütün aile hep birlikteydi.İki saat süren yolculuktan sonra o muhteşem manzarayla karşı karşıya kaldılar. İstanbul….
Gerçekten çok mu güzeldi yoksa bir yalan mıydı güzelliği. Orada yaşayanların bir çoğu onu sevmezdi ama başka bir yerde yaşayamayacaklarını düşünürlerdi. Küçücük tatil fırsatlarını değerlendirirler hemen oradan uzaklaşmaya çalışırlardı. Adapazarı’nda bile yüzlerce villa yapılmıştı, arası çok kısa olması nedeniyle insanlar bazen akşamdan bazen hafta sonlarında kaçacak yer olarak burayı seçerlerdi. Sapanca’da aldıkları o güzel havayı içlerine doldurup sessizliğin tadını çıkarmaya çalışırlardı, gürültüden ve yoğunluktan gerilmiş bedenler burada kısa süre içinde burada huzura kavuşurdu. İnsan bir topraktı ve her zaman onun üzerinde kendini iyi hissederdi. Ama İstanbul öylemi? Her yer beton yığınına bürünmüş güzellikten sadece geriye boğaz kalmıştı, güzellik adına ona hayat veren sadece boğazdı. Gerisi gürültü, koşuşturma, trafik, stres, ve en önemlisi de yabancılaşmaydı.
Bu asrın sorunuydu aslında, büyük metropollerde insanlar yüz yüze ilişkiyi unutmuş kendi kabuklarına çekilmişlerdi. Hatta üst kattaki komşularını tanımadan yıllar geçiren insanlar vardı, bazen insanlar evlerinde ölür, cesetleri kokmadan anlaşılmazdı.
İnsanlar topraktan uzak kalmışlardı, hasrettiler buna. Bir kısmı bunun farkındaydı ve mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışıyorlardı ama yinede buranın büyüsünden midir nedir buradan sonsuza kadar kopmak mümkün gelmiyorlardı onlara. Diğerleri ise ne istediğinin farkında bile değildi, günleri bir önceki günde yaşanan stersin yükünü taşıyarak geçiyordu ve o yük her geçen gün artıyordu. Velhasıl on beş milyon nüfuslu şehirde on beş milyon mutsuz ve yalnız insan vardı, kimi bunun farkında kimide değildi.
Yolculuk herkesi yormuş ve sıkmıştı, İstanbul güzeldi. Elif de severdi İstanbul’u. Televizyonda izlediği meşhur insanlara bakıp yaşadığı hayatları görür onlara imrenirdi ama şimdi onu düşünecek durumda bile değildi. Gitmek istedikleri adresi buluncaya kadar hayli vakit geçmişti. Bu kadar sürede Adapazarı’na geri dönerlerdi, İstanbul’unda bu sıkıcı yanı vardı diye düşündü.
Doktorun muayenehanesine girdiklerinde sekreter tarafından karşılandılar
-Randevunuz varmı efendim?
Son derece zarif bir sesle sorulan bu soru buranın gerçekten ne kadar yumuşak ve hoş olduğunu gösteriyordu,
-Hayır randevu almadık, telefonunuzu bilmiyorduk,
Kadir bey durumunu açıkladı. Kızın konuşmasından oda etkilenmişti. Yirmi beş yaşlarında uzun boylu sarışın kahverengi iri gözleri vardı ve yüzünde çok hoş bir tebessüm vardı.
-Tamam efendim doktor beyin şu anda hastası var içerde çıktıktan sonra sizi içeriye alacağım
-Tamam kızım sağol
Güven veren bir havası vardı buranın, her şeyiyle bir psikiyatrist’in ofisi olduğu belliydi. Ya Adapazarı’ndaki doktorun muayenehanesi? Sıradan bir muayenehane idi işte. Bu düşüncelerine bir yenisini ekliyordu ki Kadir bey hastaların içerden çıktığını gördü,
-Buyrun efendim görüşebilirsiniz,
Sekreter onları içeri davet etti.Elli yaşlarında bir doktorla karşılaştılar. Tebessüm eden bir doktorla!
-Hoş geldiniz? Nasılsınız?
-Sağolun efendim şükürler olsun yaşıyoruz işte
-Buyrun ne sorununuz vardı dinliyorum sizi
-Efendim biz Adapazarı’ndan geliyoruz
Diye söze başladı Kadir bey ve devam etti,
-Benim bu kız rahatsız biraz. Aslında durumu için korktuk ta biraz çünkü basit bir rahatsızlıkmış gibi görünüyordu ama ardı arkası kesilmedi. Bir akşam anneannesinden geç vakit eve dönerken birisi omuzuna dokunmuş buda korkudan bayılmış.
-Evet,
Doktor anladığını belirten hareketlerle başını sallayarak dinlediğini göstermeye devam etti
-Sonra sanırım bir süre orada baygın kalmış daha sonra komşulardan birisi onu eve getirdi baygın vaziyette, bu bir süre ara verdi gibi oldu ama bir süre sonra tekrar başladı. Bu defa bayılmayı kesti gözlerini duvara dikip saatlerce oraya bakıyor, ne görüyorsun diye sorduğumuzda sesinin tonu değişiyor robot gibi konuşuyordu. Bize söylediğine göre çirkin bir yaratık hep ona bakıyormuş, o istemese de ona bakmak zorunda kalıyormuş. Bayıldığı zaman bir sinir doktoruna gitmiştik Adapazarı’nda bize şu ilaçları vermişti,
Doktorun reçetelerini profesöre uzattı, doktor reçeteleri incelemeye başladı, ancak reçeteler birbirini tutmuyordu. Bir önceki reçeteyle sonraki arasında çok fark vardı. Sanırım kızın hastalığı değişmişti, hastalığa konulan teşhis de değişmişi olmalı diye düşündü doktor.
Bir süre istirahat etmesi gerektiğini, ilaçları düzenli olarak kullanmasını ve hastalanırsa şayet paniklemememizi ve sabırlı davranmamızı ve her hangi bir yere koşturmamamızı söyledi. Bir süre sonra geçeceğini belirtti ama kızın durumunda değişen bir şey olmadığı gibi hastalığında bir artma oluştu,
-Yardımınızı bekliyorum doktor bey, hepimiz çaresi kaldık. Evimizin bütün neşesi huzuru kaçtı
-Anlıyorum sizi
-Elif’e dönerek peki kızım şimdi nasılsın herhangi bir rahatsızlığın var mı şu anda?
-Hayır efendim şu an iyiyim, ben zaten hastalığım geçene kadar kötü oluyorum geçtikten sonra tamamen normale dönüyorum
-Peki kızım hastalanmadan önce hastalığının geleceğini farkedebiliyor musun?
-Önceleri sıkıntım oluyordu ama şimdi yok, sadece o gördüğüm şeyin korkusunu yaşıyorum.
-Adın neydi kızım senin ?
-Elif efendim
-Peki yavrum yaşın kaç okula gidiyor musun? Nerde yaşıyorsun?
Kadir beye dönerek
-Özür dilerim sizleri dışarıya alabilir miyim mümkünse Elif’le yalnız görüşmek istiyorum
Doktorun konuşması bile içini rahatlatıyordu insanın
-Tabi efendim,biz dışarıda bekleriz, haydi Sare çıkalım,
Elif doktorla yalnız kalmıştı,
-Evet Elif biraz bana kendinden bahsetsene kızım neler yapıyorsun hayatın nasıl gidiyor?
Elif daha önceki doktoruna anlattığı gibi bütün detaylarıyla başından geçenleri anlatı. Anneannesinin ölümüyle ilgili rüyası doktoru oldukça şaşırtmıştı ancak bir yorumda bulunmadı. Elif durumunu anlattıktan sonra çekmecesinden bir soru kitapçığı çıkarttı, sorduğu her sorunun cevabına karşılık kitapçığın yanındaki tabloya bir takım işaretler çiziyordu, soruları bitince birtakım hesaplar yaptı daha sonra Elife dönerek,
-Kızım bunların dışında bana anlatmak istediğin bir problemin bir sırrın gizlediğin bir şey var mı? Konuştuklarımız kesinlikle aramızda bir sır olarak kalacak, bana bu konuda güvenebilirsin
Doktorun sözleri de davranışları da son derece güven vericiydi ama Elif söylemesi gereken her şeyi söylemişti, sadece dayısına karşı duyduğu sevgisinden bahsetmedi onu da anlatamazdı zaten. Anlatırsa yanlış anlaşılacağını düşünüyordu. Bir an için söylesem diye düşündü ama vazgeçti. Söyleyemezdi, söylememeliydi. Onu kimse anlamak istemez anlayamazdı da zaten, birde suçlandığı ile kalırdı,
-Hayır efendim bütün her şeyi anlattım size bunun dışında size söylemediğim başka bir problemim yok
-Tamam kızım şimdi çağır bakalım babanı da konuşalım.
-Tamam efendim
Elif babasını içeri çağırdı,
-Evet Elif le olan söyleşimiz bitti, Elife kullanması için bazı ilaçlar vereceğim ve hastalık hakkında bana sürekli bilgi verirseniz takibimiz kolaylaşır. Kızda bir tür depresyon var, yaşamış olduğu olayları bünyesi kaldırmamış, sonuç olarak insanda irade dediğimiz şeyde bir yere kadar kendine hakim olur. Bilinç altına yerleşmiş olan o korku olayının ardından böyle durumların yaşanması doğal bir durum. Bu durumla ilgili gerekli ilaçları reçeteye yazdım, ancak gördüğü rüya konusunda bir şey söyleyemeyeceğim, sanırım bu konuda yorum yapmak bizim işimiz değil
-Teşekkür ederiz doktor bey umarım kızım iyileşir
-Umarım, güle güle
-İyi günler doktor bey
Doktorun gülümseyen gözleriyle odayı terk ettiler. İstanbul içinde trafikle boğuşurken yol üstündeki bir eczaneden Elifin ilaçlarını aldılar ve yola koyuldular, İstanbul’u geride bırakarak.
Kadir beyin içi biraz daha rahattı şimdi, doktorun sözleri onu rahatlatmıştı. Nede olsa profesör diye düşündü, bu işi ondan daha iyi kimse bilemez diyordu. Gidişleri suskundu ama dönüşleri oldukça neşeli olmuştu, herkesin neşesi geriye gelmişti sanki.